Kuşların ve rüzgârın şairi
05 Ağustos 2020
Dün ‘’mademki söz şairlerden açıldı…’’ diyerek Türk şiirindeki ‘’İkinci yeni’’ akımının şairlerinden Turgut Uyar’ı anlatmıştım… Ancak yazımda hem ‘’İkinci Yeni’’ hem ‘’Turgut Uyar’’ hem de ‘’Tomris Uyar’’ ismi geçince; bu üç isimle ortaklığı olan bir başka şairimizi de anmak istedim....
İkinci Yeni Akımı
Bu şairimizi anlatmadan ‘’İkinci Yeni’’ akımından tekrar da olsa kısaca bahsetmek istiyorum…
‘’İkinci Yeni’’, Türk şiirinde değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş bulma amacında olan ve 1950'li yıllarda Edip Cansever, İlhan Berk, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan ve Ülkü Tamer gibi şairlerin oluşturduğu bir topluluktur. İsim babası Muzaffer İlhan Erdost'tur. Akımın öncü şairi Ece Ayhan'a göre ise az kullanılan adıyla '’Sivil Şiir’'dir…
Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler. Bireyin yalnızlığı, sıkıntıları, çevreye uyumsuzlukları gibi temaları sıklıkla işlediler. Söylemek istediklerini soyut bir dille anlatmaya çalıştılar. Amaçları verilmek istenilen duyguyu anlatmaktan ziyade hissettirmekti.
İşte Türk şiirindeki bu ‘’İkinci Yeni’’ akımının; hep bir kadın naifliği, nezaketi ve yumuşaklığını barındıran, ipek gibi, kadife gibi bir Türkçesi olan, sakin, barışçıl, huzur verici bir konuşuşu, bakışı olan, kuşların, rüzgârın şairi olan ancak pek tanınmayan, en çocuksu bir şairi vardı: Ülkü Tamer...
Ülkü Tamer
Ülkü Tamer, 1937, Gaziantep doğumludur. 1958 yılı Robert Kolej'i mezunudur. Daha sonra da İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde okudu. Şairliğinin yanında, gazeteci, oyuncu ve çevirmendir. Yetmişin üstünde kitap çevirmiş, şiir antolojileri hazırlamıştır. Lise yıllarında şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başlanır. İlk şiiri 1954 yılında Avni Dökmeci'nin yönetimindeki ‘’Kaynak’’ dergisinde yayınlanır: "Dünyanın Bir Köşesinden Lucia". Şiirleri daha sonra Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirus, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımlanır. İlk şiir kitabı ‘’Soğuk Otların Altında’’ 1959'da yayınlanır. 1986 yılında o ana kadar yayınladığı yedi şiir kitabını "Yanardağın Üstündeki Kuş’’ adlı kitapta bir araya getirir.
1991 yılında dört öyküsünü içeren "Alleben Öyküleri" adlı öykü kitabını, 1997'de ise "Alleben Anıları" adlı öykü kitabını yayımlar. (‘’Alleben Öyküleri’’ ve ‘’Alleben Anıları’’ memleketi olan Gaziantep ile ilgilidir.) Bunları 1998'de yayımlanan "Yaşamak Hatırlamaktır" adlı anı kitabı izler… Oyunculuk dönemi anılarını içeren "Bir Gün Ben Tiyatrodayken" ise 2003 yılında yayımlanır.
Çevirileri de öyle basit çeviriler değildir... Çevirileri Euripides, Hamilton, Shakespeare, Çehov, Brecht, Miller, Steinbeck, Eliot ve Ibsen gibi dünyaca ünlü çevrilmesi zor yazarların eserlerdir….
Bu çevirilerden Edith Hamilton'dan ‘’Mitologya’’ çevirisiyle 1965 yılın ‘’TDK Çeviri Ödülü'’nü ve 1979'da çevirileri nedeniyle Macaristan Halk Cumhuriyeti'nce verilen ‘’Endre Ady Ödülü’nü', "İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür" (1966) adlı kitabıyla 1967 yılı ‘’Yeditepe Şiir Ödülü’’nü, "Alleben Öyküleri" adlı öykü kitabıyla 1991 yılı ‘’Yunus Nadi Ödülü'’nü ve 2014 yılında "Bir Adın Yolculuktu" adlı kitabı ile de ‘’Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'’nü kazanır…
Tomris Uyar'ın, Turgut Uyar'dan iki önceki, Cemal Süreyya’dan bir önceki eşidir Ülkü Tamer aynı zamanda.
Ülkü Tamer'in sözlüğü
Kendine ait bir sözlüğü de vardı Ülkü Tamer’in… Sözcükler yüklediği anlamlar da şairin o derin ve naif iç dünyasını yansıtırdı… Bu sözlükten birkaç sözcük:
Acı: On iki ayın mor kanatlı kelebeği…
Buz: Gölün tavan arası…
Ceviz: Sincapların sandık diye açtıkları kutu…
Çit: Çimen saati…
Düğüm: Kuşların yüreğindeki patika…
Elmas: Ay ışığının sesi…
Fırıldak: Rüzgârın çocukluğundan bir anı…
Göktaşı: Meleklerin kırık oyuncağı…
Ğ: Alfabenin ıssız deresi…
Haydut: Ağaçların üstünde dörtnala giden adam…
Ihlamur: Hasta böceklerin başucu ağacı…
İnci: Deniz diplerinin kırağısı…
Jüpiter: Yüzyıllar önce yola çıkmış bir kirpi…
Küskünlük: Yaprakların yere düşerken rastladıkları komşu…
Leke: Karın üstüne damlayan serçe kanı…
Masal: Gürgenlerin çocuklara söyledikleri ninni…
Nöbetçi: Kovuk başlarında biten mantar…
Okyanus: Yeraltından fışkıran gökyüzü…
Pas: Güz bulutlarında donan yağmur…
Rıhtım: Toprağın taştan kılıcı…
Saçak: Kumruların şemsiyesi…
Şapka: Orman cücelerinin tüylü evi…
Takvim: Yılların kıyısında dolaşan kayık…
Uyanış: Şafağa altın boşaltan bakraç…
Üçgen: Kış gelince yağan piramit parçaları…
Vadi: Coğrafyanın atlara armağanı…
Yılbaşı: Korunun sonunda başlayan koru…
Zebra: Üvey kardeş…
İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür
Ülkü Tamer son yıllarındaki bir sohbetinde "Kaç kelebek ömrü kadar ömür yaşadım, yetmez mi?" demişti… Demek yetti ki artık o da iki sene önce 01 Nisan 2018 tarihinde 1 nisan şakası yaparcasına ardından sözcüklerini öksüz ve yetim bırakıp o güzel atına binerek aramızdan çekilip de gitti... Bir değer daha göçtü gitti işte… Biz biraz daha fakirleştik… Susuz bahçelerde, gübresiz havuzlarda, çorak tarlalarda, sarı bozkırlarda aç, susuz, gıdasız, aşksız, sevgisiz, duygusuz, sonuçta nefessiz ve kelimesiz kaldık!
Ülkü Tamer şiiri, “insanın kendine yönelik bir sanat biçimi” olarak görürdü… “Şiir yazarken kendi kendime sanki kendimi anlatıyorum” derdi… Bu nedenle Ülkü Tamer'in şiirlerini okurkan insan kendinden çok şey buluyor bu şiirlerde... Yazımın sonunda şairin şiirlerinden kısa bir demet sunmak istiyorum… Ülkü Tamer'in şiirlerini yorumlamayacağım çünkü şairin şiirleri yorumlanmaya gerek kalmayacak kadar açık ve net!...
Ülkü Tamer bir şiirinde: ''İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür'' derdi... İçine ''hava'' değil de ''gökyüzü'' çeken bir şair ayrıca nasıl yorumlanabilir ki?
Ruhu şâd olsun…
Osman AYDOĞAN
Ülkü Tamer’in en bilinen şiiri Zülfi Livaneli’nin seslendirdiği ‘’Güneş topla benim için’’ şiiridir…
Güneş topla benim için
Seher yeli çık dağlara
Güneş topla benim için
Haber ilet dört diyara canım
Güneş topla benim için
Umutların arasından
Kirpiklerin karasından
Döşte bıçak yarasından canım
Güneş topla benim için
Seher yeli yar gözünden
Havadaki kuş izinden
Geceleri gökyüzünden canım
Güneş topla benim için
Kıranlara Selam Olsun
Selam olsun dağa taşa
Yaranlara selam olsun
Ormandaki kurda kuşa
Cerenlere selam olsun
Dünya üstü kara zindan
Boynumuzda yağlı urgan
Yolculardan hancılardan
Soranlara selam olsun
Ölüm canın has yoldaşı
Diken gülün gönül eşi
Kar altında deniz düşü
Kuranlara selam olsun
Kâğıdımız çaput bizim
Kefenimiz bulut bizim
Mesleğimiz umut bizim
Kıranlara selam olsun
Ağıt
Bu toprakta kalır adın
Tohumların arasında
Yeşilinde tarlaların
Başakların sarısında
Yıllar geçse de aradan
Kopar gelir ırmaklardan
Işır yine kurşunlanan
Dostlarının yarasında
Günü gelir dağa çıkar
Yıldızlardan şiir çeker
Kanımızı siler yıkar
Suların en durusunda
Bir annedir bir kardeştir
Ovalarda bir ateştir
Sırasında hayat verir
Ölüm saçar sırasında
Bayrak olur bize yarın
Rüzgârıyla ilkbaharın
Dalgalanır genç kızların
Gözlerinin karasında
Kırda Vurulanların Türküsü
Telef olduk kır içinde
Hançer idik kına döndük
Tane iken nar içinde
Kuru otta cana döndük hey
Beş Allah'a kullar idik
Toprak bizim beller idik
Ne biliriz eller idik
O toprak da sona döndük
Felek kırdı cümlemizi
Kilitledi sılamızı
Kurar iken kalemizi
Yıkılası hana döndük
Ecel sefa geldi dedik
Yası umut ile yuduk
Ölür iken on beş idik
Şimdi on beş bine döndük
Uyku
Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Dallarında gezinsin
Kül rengi güvercinler
Konsunlar yastığıma
Uyutmak için beni
Sırtlarında kuş tüyü
Gagalarında ninni
Kaldırıp yatağımı
Uçursunlar göklere
Kendimi yıldızlarda
Bulayım birdenbire
Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Alnıma dokunanlar
İyileşmiş desinler
Şahdamar
Hey sevgilim, gülüm, yârim
Can içinde şahdamarsın
Fermansın bu dünyaya
Neye baksam sen varsın
Yola düştüm ay batarken
Derelerde buldum seni
Ötelerde sanır iken
Berilerde buldum seni
Ekmeğimi dörde böldüm
Yarılardan buldum seni
Ölülerden haber aldım
Dirilerde buldum seni
İçimdeki çıralarda
Dışımdaki törelerde
Bilemezsin nerelerde
Nerelerde buldum seni
Nefes
Dağın uykusuna, kuşun gözüne,
Sabahın sesine, taşıdım seni.
Kerem’in yaralı, ince dizine,
Irmağın yasına taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Elma kabuğunda, nar tanesinde,
Gizlenen mermere taşıdım seni.
Gecenin ördüğü, gün kafesinde,
Dolaşan kedere taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Arının yazına, kışın otuna,
Yaprağın güzüne taşıdım seni.
Yürekten yüreğe mekik dokuyan,
Sevginin göçüne taşıdım seni.
Canın içinden, canımı duyan,
Canımın içine taşıdım seni.
Sorar seni
Subaşında bir gül açar
Dikenine sorar seni
Karanlıkta beyaz kuşlar
Yıldızlarda arar seni
Küle döner dalda yeşil
Nehir kurur söner kandil
Döşündeki mermi değil
Bu yalnızlık yorar seni
Sıradağlar geçit vermez
Bir dost eli kapın vurmaz
Artık kimse izin sürmez
Düşe taşır rüzgâr seni
Tükense de can bedende
Sürüp gider hasret canda
Acep yarın gün batanda
Unutur mu o yar seni
Uzar gecen yana yana
Bir kurşundan bir kurşuna
Ölüm gelir kanadına
Usul usul sarar seni
Memik'e ağıt
On dört yaşım diken ile kaplanmış
Göz ucuma karıncalar toplanmış
Kurşun gelmiş kaşlarımın üstüne
Alın yazım okur gibi saplanmış
Uyu Memik oğlan uyu
Öte geçelerde büyü
Dağı dağa kavuşturan ben idim
Suyu suya kavuşturan can idim
Yükledim mi Mazmahor'dan kaçağı
Gece vakti ışılayan gün idim
Uyu Memik oğlan uyu
Öte geçelerde büyü
Kar üstüne düşer serçe çıt diye
Kanatları parça parça çıt diye
Dokandın mı bir ucuna kırılır
Can dediğin cansız sırça çıt diye
Uyu Memik oğlan uyu
Öte geçelerde büyü
Ben sana teşekkür ederim
Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.
Düello
Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?
Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.
Ayak bileklerime kadar bu deredeyim işte,
Yerin yassı taşları tabanımın altında,
Alnımda birleşmekte güneşin raylarından
Hışırtıyla geçen kartalların sesleri.
Unuttuğum bir bitkinin yaprakları gibi
Göğsüme değerse kurşunların, ne çıkar?
Bilmem nişancılığı, tabanca kullanmadım;
Ama karşıma alıp seni horoz düşürmek de,
Seni vuramamak da yüreğimi pekiştirir benim.
Ölürsem güzel bir ölü olurum,
Saçlarıma yuva kurar bir anda kirpiler,
Kar, örtemeye kalkışır gökkuşağını,
Ve onurlu, yoksul böceklerin gazetecisi
Ben gülümserken resmimi çeker.
Konuşma
-Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.
İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…
-Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen
Sıragöller
Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma,
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıragölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.
Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.
İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.
Gül Dikeni
Uçakları nedeyim
Gökkuşağı gönder bana
Senin olsun süngülerin
Gül dikeni yeter bana.
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur eller bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur kardeş olur eller bana.
Silahları nedeyim
Benim sevgim mavzer bana
Suya attığım çiçekler
Bir gün olur döner bana.
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur eller bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur kardeş olur kardeş olur eller bana
Utanç
Soğuk bir tül örtüyorlar yüzümüze,
Sanki ölmek için beyaz bir uykusuzluk;
Belki utanmasak bizi bırakacaklar,
Terliyoruz, tırnaklarımdan damlıyor kan
Onun üstüne,
Soğuk bir tül örtüyorlar üstümüze.
Hangi odaya saklansak şimdi onlar,
Hangi sokaklara çıksak ölüm;
Girildikçe biten sevişmemiz onlar yüzünden,
Ne zaman boynuna uzansam ölüm kokuyor
Yalnızlıktan, o yalnızlık,
Kelimesi artık şiirde unutulan.
Üşür ölüm bile
Bir ormanda tutup onu
Bağladılar ağaca
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Diz çöktüler karşısında
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Bruegel
Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı.
Avcılar ve kuşlar avdan dönüyor.
Zaten her yanda hüzün görülür
Uzakta çocuklar kayıyorsa,
Kızaklar tahtadan yapılmışsa,
Kar dinmişse, avdan dönüyorsa avcılar,
İnsan anlamışsa ansızın, başladığını
Gökyüzünün, ayaklarının ucunda.
Kuş tüyleriyle kaplıdır burunları
Birer sirk emeklisine benzeyen avcıların;
Soluk alır, tüy verirler yorulunca,
Yürekleri birleşir, geniş bir av ülkesi olur,
İçinde tazılar yaban ördeklerini,
Çantalı okullular kar tanelerini avlar.
Norveç'in nüfusunu bilir de okullular
Karın nüfusunu bilmezler nedense.
Zaten her zaman hüzün bulunur biraz.
Norveç'ten söz açan şiirlerde.
Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.
Ağzımın kemiğinde dağınık bir şiir tadı.
Gürgenler ve kayınlar avdan dönüyor.
Sırtsız atmacalar çizerdim şimdi
Bir kayığın yelkeni geçseydi elime;
Unutmazdım, yelkenin bir köşesine
Tabut başlı bir avcı yerleştirirdim.
İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.
Şiir çevirileri de vardı Ülkü Tamer’in… Bunlardan birisi de Kübalı şair Nicolás Guillén’e aittir: ‘’Ölü asker’’
Ölü asker
- Kimin kurşunu öldürmüş onu?
- Bilen yok.
- Nereliymiş?
- Jovellanos' lu diyorlar.
- Nerede bulmuşlar?
- Yolun yanında yatıyormuş,
öteki askerler görmüş.
- Kimin kurşunu öldürmüş onu?
Gelip öpüyor onu nişanlısı;
anası geliyor sonra ağlıyor.
Sonra da yüzbaşı çıkageliyor.
Bağırıyor:
- Gömün onu!
Dan! Dan! Dan!
GİDİYOR ÖLÜ ASKER.
Dan! Dan! Dan!
YOLUN YANINDA BULMUŞLAR ONU.
Dan! Dan! Dan!
BİR ASKERDEN NE ÇIKAR.
Dan! Dan! Dan!
DAHA NE ASKERLER VAR BİZDE.