Dönüş (1)
Sokratese birisi için, ‘’seyahat onu hiç değiştirmedi’’ demişler. O da: ‘’Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür’’ demiş. Ben de bir süredir kısa bir seyahatte idim. (2500 km de yol yaptım.) Sokrat’ı dinledim ve kendimi de seyahate götürmedim.
***
Antik çağdan Horatius şöyle dermiş; ''Ülke değiştirmekle sorunlarımız, kararsızlıklarımız, kederlerimiz, korku ve tutku bizi bırakmaz. Ve keder atımızın terkisine binip gelir.''
Ülke değiştirmesem de Horatius’un dediği gibi insanın önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmekle daha fazla bunaldığını bildiğimden bu seyahate kendimi de götürmedim kederi de atımın terkisine bindirmedim… Zaman zaman kendimizi kendimizden koparmamız, kendimizi kendimizden kurtarmamız gerekir diye düşünürüm...
***
Bu kısa seyahat esnasında Marcel Proust'un bir deyişini hatırladım; "Versuche stets, ein Stückchen Himmel über deinem Leben freizuhalten." Türkçesi, kısaca ''Hayatının üzerinde daima bir parça gökyüzü bulundur.'' Ben de hep böyle yaptım zaten... Bu kısa süre içinde üstümde bir parça değil, bütün bir gökyüzünü bulundurdum... Bomboş gökyüzü, gece baktım, gündüz baktım, sonra Melih Cevdet Anday’ın şiirinde sorduğu gibi ‘’atımı nereye bağlasam?’’ diye düşündüm uzun uzun…
***
Gece sabahlara kadar; güz aylarının o ürpertici rüzgârlarını, ağaçlarda artık solgun yaprakların hışırtısını ve yaza veda diyen denizin çırpıntısını dinledim… İşte o geceleri, gökyüzü yıldızlardan epil epil parladığında, Samanyolu galaksisi pırıl pırıl uzandığında Almanya'da Königsberg'de sarayda anıt taşında yazılı, Kant'ın şu sözlerini anımsadım ; "Üzerinde düşündükçe iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygı ile dolduruyor: Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası." (Zwei Dinge erfüllen das Gemüt mit immer neuer und zunehmender Bewunderung und Ehrfurcht, je öfter und anhaltender sich das Nachdenken damit beschäftigt: Der bestirnte Himmel über mir und das moralische Gesetz in mir.) Bu sonsuz, uçsuz ve bucaksız gökyüzü altında anlatılması bir imkânsız, tarifi bir mümkünsüz huzur buldum…
***
Nazım Hikmet’in ‘’Bugün Pazar’’ diye başlayan bir şiiri vardı… Şiir şöyle biterdi; ‘’Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...’’ Ben de öyle yaptım; ne TV (zaten pek izlemem), ne gazete, ne internet, ne Suriye, ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü, ne yalan, ne dolan, ne hayalci ve mezhepci dış politika, ne FED… Toprak, güneş, kitaplarım, karım, kızlarım ve ben bahtiyardım.
***
"Anlamak beni mutsuz kılıyor" derdi Melih Cevdet Anday. ‘’Bilmemek bilmekten iyidir, düşünmeden yaşayalım mârâ’’ diye başlardı Asaf Hâled’in ‘’mârâ’’ isimli şiiri… Ben de öyle yaptım zaten. Bu kısa sürede anlamadım, bilmedim, düşünmedim… Toprak, güneş, kitaplarım, karım, kızlarım ve ben bahtiyardım.
***
Kimisini yıllardır, kimisini aylardır görmediğim sevdiklerimi, arkadaşlarımı, dostlarımı ve büyüklerimi ziyaret de ettim. Onlarla doya doya sohbet ettik. Kimisiyle deniz kıyısında bir akşam yemeğinde, kimisiyle bir ikindi ziyafetiyle, kimisiyle denize nazır bir terasta sabah kahvaltısında, kimisiyle körfeze nazır bahçede bir akşam yemeğinde beraber olduk… Mevsimin ilk yağmurunu, körfeze yukarıdan bakarken bu akşam yemeğinde yaşadık. O ürpertici güz rüzgârları eşliğinde gök gümbür gümbür gürlediğinde şimşek bir kırbaç gibi şakıdığında tüm körfez gümüşten bir tepsi gibi pırıl pırıl parlamıştı.
***
Ve hep yıllar önce tanıdığım ve beni ben yapan ve hiç unutmadığım Şehriyar’ı hatırladım. Bu kısa süre içinde O’nun not aldığım şu sözünü tekrar tekrar içimden geçirdim: ‘’Hayal kurmadan bakmayı, çarpıtmadan dinlemeyi öğrenin, hepsi bu. Esasta isimsiz ve şekilsiz olana isimler ve şekiller atfetmeyi bırakın. Her idrak- algılama şeklinin öznel (enfüsi, sübjektif) olduğunu, görülen ya da işitilen, dokunulan ya da koklanan, hissedilen ya da düşünülen, umulan ya da hayal edilen her şeyin gerçekte değil zihinde olduğunu idrak edin. İşte o zaman huzuru tadacak ve korkudan kurtulacaksınız.’’ Şehriyar’ın bu sözünü her tekrarlayışta, her anlayışta ve her kavrayışta huzur buldum… Bu kısa süreli ayrılığın bana en büyük katkısı bu oldu…
***
Ve hep söylerdi Şehriyar ve beynimde hep tekrar tekrar dönerdi şu sözü: ‘’Siz nedensiz mutluluğun olamayacağını düşünürsünüz. Bana göre mutlu olmak için herhangi bir şeye bağımlı olmak çaresizliğin son kertesidir.’’ Ve devam ederdi Şehriyar: ‘’Sizin bu mutluluk arayışınız, kendinizi mutsuz ve çaresiz hissetmenizim asıl nedenidir.’’
***
Ve derdi Şehriyar:
‘’Gelip geçenin varlığı yoktur. O, görüntüsünü gerçeğe borçludur.’’
***
‘’İnsanlar’’ derdi Şehriyar, ‘’İnsanlar gördükleri dünyayı tanımlamazlar, tanımladıkları dünyayı görürler.’’
***
Bir sorunum, bir derdim vardı, anlatmıştım Şehriyar’a. Demişti ki bana; ‘’Evini asla terketmemiş olduğun halde, bana eve giden yolu soruyorsun.’’ Başım önde ayrılmıştım Şehriyar’ın yanından… Bu kısa ayrılıkta ‘’Eve giden yolu nasıl bulacağım’’ sorusuyla karşılaştığımda hep Şehriyar’ın bu cevabı geldi aklıma: ‘’Evini asla terketmemiş olduğun halde, bana eve giden yolu soruyorsun.’’
***
‘’Senin yükün’’ demişti Şehriyar, ‘’Senin yükün, kendi hakkındaki sahte tanımlamalardır. Onların hepsini terk et!’’
***
Şehriyar’ı tanıdığımda gençtim, çok şey biliyordum. Şimdi hiçbir şey bilmiyorum…
***
Bu kısa seyahatin bir faydası oldu bana; sevdiklerimi gördüm, zihnimi temizledim, yükümü attım ve aslında hiç terketmediğim evime döndüm.
Osman AYDOĞAN