Sakallı Celâl
25 Haziran 2020
Sakallı Celâl (1886 –1962) olarak bilinen bir düşünürümüz vardır. Babası II. Abdülhamit’in Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa'dır. Galatasaray Lisesi mezunudur. Sağlıklı, güçlü, hazırcevap, esprili, kültürlü, içten, bekar, bakımsız, derbeder ama yerine göre titiz, babacan, ütopik-sosyalist- bir meczuptur... Hep kendisini arayan aydın bir filozoftur.
Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet, Ali Yar (Ordinaryüs Profesör) , Haldun Taner ve Ali Sami Yen bulunmaktadır. Nâzım Hikmet’ten ‘’öğrencim’’ diye bahseder. Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent, Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar da çevresinde yer alır…
Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra okul müdürü Tevfik Fikret tarafından öğretmen yardımcılığına getirilir. Bir süre sonra da Tevfik Fikret'in ön ayak olmasıyla Fransa’ya Sorbonne Üniversitesi’nde siyaset bilimi tahsili yapmaya gönderilir. Fakat Fransa tahsilini yarıda bırakarak yurda döner. Yurda döndükten sonra da öğretmenlik, okul müdürlüğü, Aydın’da fabrika işçiliği, çöpçülük, hamallık gibi işlerde çalışır. Paraya pula hiç önem vermez. Öyle ki Galasaray Lisesi’ndeki öğretmen vekilliği döneminde çocuklara askıdaki ceketini göstererek ‘’Parası biten cebimden alabilir’’ der…
Değişik yazarlar, değişik kitaplarında kendisinden bahseder ancak böylesine değerli bir filozofumuzu da günümüze aktaran tek bir eser vardır. O da gazeteci, yazar ve araştırmacı Orhan Karaveli tatarından yazılan "Sakallı Celâl - Bir 'Bilinmeyen Ünlü'nün Yaşam Öyküsü" (Doğan Kitap, 2007) adlı kitaptır.
Galatasaray Sultanisi'nden öğrencisi ve hayranı olduğu Tevfik Fikret'in, "Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin" dizesinde ifade edilen prensibe ne pahasına olursa olsun, hayatı boyunca sadık kalarak yaşar… Orhan Karaveli’nin kitabından İşte bu yaşam ilkesinin nasıl yaşandığını anlatan bölümler sunmak istiyorum:
Hayatından bölümler
Sakallı Celâl, 1886 yılının kazma kürek yaktırdığı bir Mart gününde Miralay Hüseyin Hüsnü Paşa ve Ayşe Melek Hanımın üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. Çevresine biraz tepeden bakan annesi ile Celâl’in yıldızı hiç barışmaz. Çocukken annesinin ‘’paşa hanımı’’ tavırlarına sinirlendiği için makam faytonunda kendini arabacı askerin yanına atıp, annesini utandırırdı. Zaten sonraları annesi için ‘‘askerler, babama selam durduklarından daha çok anneme selam dururlardı! Benim annem Abdülhamit’in dişisidir’’ der.
Devlet memuru olamayacağını anlayıp çareyi Aydın’da incir fabrikasında çalışmakta bulan Celâl, burada da rahat edemez. İşçilere yardım ettiği gerekçesiyle komünist olduğu düşünülür ve evi basılır. Kitapları ve eşyaları talan edilen sakallı Celâl, polise ne aradıklarını sorunca “Fakir işçilere yardım ediyormuşsun! Yani komünistmişsin! Biz de bunun belgelerini arıyoruz” yanıtını alır. Celâl bey, işaret parmağıyla kafasını göstererek “aradıklarınız burada” yanıtını verir. Polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca ‘’Rahmetli Babam’’ diye cevaplar.
Sakallı Celâl, hayatı boyunca kimseden yardım almaz. Rivayete göre gösterişli görünmemek adına bilerek eskittiği paltosu, içine kitaplarını doldurduğu çuvalı ve ‘‘özgürlük’’ olarak nitelendirdiği sakalıyla kendi yağı ile kavrulur. Dönemin tüm düşünür, yazar ve profesörleri tarafından el üstünde tutulur. Rasih Nuri, hocası olan Profesör Kerim Erim ile birlikte yürürken, Erim’in yoldaki bir çöpçünün elini öptüğünü ve bu kişinin Sakalı Celâl Bey olduğunu söyler…
Sakallı Celâl komünist enternasyonalin dördüncü kongresine dönemin Türkiyeli komünistlerini temsil edenlerden biri olarak katılır...Sakallı Celâl; İsmail Hüsrev Tökin, Vedat Nedim Tör ve Sadrettin Celâl ile birlikte kominternde Sovyet delegasyonuyla derin sohbetlere girer ve Sovyet temsilcilerini hayretler içinde bırakan bir bilgi sunar. Sadrettin Celâl’de bir dönem Türkiye sosyalist hareketinin önde gelen aydınlarından biri ve partinin liderlerindendir. Türk delegasyonunda Marksizm’e en fazla vakıf olan Sadrettin Celâl ise ikincisi de Sakallı Celâl’dir. Bu konudaki bilgileriyle zaman zaman kendileri kadar bilgili olmayan Sovyet muhataplarını şaşırtırlar ve kıvrak zekâsıyla sakallı Celâl durumu şöyle kurtarır: ‘’Devrim sizin ülkenizde yapıldığı halde Marksizm’i bizlerden az biliyorsunuz diye üzülmeyin. Siz gece gündüz çalıştığınız için okumaya vakit bulamamışsınız. Sizin kadar çalışmadığımızdan biz de oturup bol bol Marksizm’e kafa yormuşuz. Hepsi bu!"
Haldun Taner bir yazısında ondan şöyle bahseder: ‘’…Celâl Bey, bahriye mektebi nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu ve Mekteb-i Sultani mezunu olduğunu sık sık unutup ve unutturup herhangi bir sokaktaki adam kişiliğine bürünmekten çok zevk alırdı. Ankara vapurunun ünlü süvarisi Şefik Kaptan bana ön güvertede halatları saran sakallı bir çımacının kendisine Lamartin’in ‘le lac’ şiirini ezbere okuduğunu anlatmıştı. Bu kadar güzel Fransızca bilen bu çımacıyı o güne kadar hiç görmediği için baş çarkçıya sormuş, o da bu sakallı zatın İstanbul’dan İzmir’e biletsiz gitmek için boğaz tokluğuna çımacılık yapmak istediğini anlatmıştı. Celâl Bey’in, istese bu kadarcık parayı dostlarından borç alması işten değildi. Ama öyle esmiş, öyle yapmıştı. Böyle oyunlara bayılırdı…”
Öğrencisi Mahir İz ondan bir hatıra nakleder: ‘’Bir gün Sakallı Celâl’e Kadıköy vapurunda rastlamıştım. ‘Sizi hâlâ huzura kavuşmuş göremiyorum. Ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hâlâ memnun değilsiniz?’ diye sordum. Bana, ‘sen hiç tiyatroya gitmedin mi?’ diye sorup devam etti: ‘Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar... Aslında ortada ne hasta, ne hemşire ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden ibarettir. İşte bizim cumhuriyetimiz de öyle. Yaşasın cumhuriyet rolünden ibaret’ diye karşılık verdi!”
Sakallı Celâl Ankara Erkek Lisesi Müdürüdür. Okulun lağımı patlar. Durum bakanlığa iletilir ama bakanlıktan "durumun idare edilmesi…" yolunda bir cevap gelir. Sakallı Celâl iş tulumunu giyer, bir öğrencisiyle birlikte patlayan lağımı onarmaya başlar. Tam o sırada okula gelen bir müfettiş, Sakallı Celâl’i o halde görünce bakanlığa ; "makamına uygun olmayan bir kıyafette görüldü." diye rapor eder. Çok geçmeden bakanlık Sakallı Celâl’e bir yazı yazarak: "niçin makamınıza uygun olmayan bir kıyafette görüldünüz?" diye sorar. Sakallı Celâl de doğrudan bakanlığa çıkar ve ilgiliye der ki: "Lağım patladı dedik, 'idare et' dediniz. Ben de lağımı onarıp idare edeyim dedim. Lağıma resmi kıyafetle girecek değildik ya. İdare etmenin bok içinde oturmak anlamına geldiğini nerden bileyim?"
Vasiyeti
Orhan Karaveli'nin kitabında Sakallı Celâl’in vasiyeti şu şekilde yer alır:
"Bugün Teşrinisaninin on biri. Saat dörde çeyrek var. Fabrikadayım. Bugün kendimi pek çok hasta hissettim. Ölmek ihtimali hissettim. Ölmeden evvel şu satırları yazıp cebime koymaya karar verdim. Öldükten sonra bulursanız ricamı yerine getiriniz:
Mustafa Kemal'i seviyorum. Tatmin edilmeyen iştiyakımla ölüyorum. O'nu öpmek ve koklamak isterdim. Darülfünun, muallimlerinden Ali Yar'ı daima sevdim. Aziz hatırasıyla daima tenzih-i ruh ettim. Ayrılmak istemezdim. Mizyal ismini verdiğim Belkıs'ı daima severim. Beni bir zamanlar hakikaten sevmiş idi. Kendisini ben daima sevdim ve seviyorum. Ruhumun acılarından birisi de kendisiyle birlikte yaşamış bulunmaktadır. Celâl (imza)
Bu kâğıdı ya şahıslara bildiriniz yahut gazeteye bastırınız. Ta ki muttali olsunlar. Celâl (imza)"
Sevgi dolu bir insanın vasiyeti ancak bu kadar olur diyor insan!
Sözleri
Sakallı Celâl ardında yazılı bir eser bırakmamıştır. Aslında bu düşünürümüzü benim anlatımımla tanımıyorsunuz. Önceden de tanırdınız kendisin! Kaynağını bilmeden sıklıkla kullandığımız her daim güncel olan sözlerin sahibidir kendisi. Bu sözlerden birkaçı şunlardır:
“Türkiye’de aydın geçinenler Doğu’ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar.”
“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”
“Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.”
“Tanzimat ilan ettik, olmadı. Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet ilan ettik olmadı. Biraz da ciddiyet ilan etsek!’’
“Hiç bir yoğurtçunun yoğurt olduğu görülmediği gibi, hiç bir Türkçünün de Türk olduğu görülmemiştir.”
“İnsanoğlunda zekâ, midyedeki inci gibidir. Hepsinde bulunmaz.”
"Bastonunu yere çaksan filiz veren bu bereketli ülkede biz, aç kalma mucizesini de becerebilmiş bir milletiz."
Bu ülkenin aydınları için "körler ülkesinin şaşıları" diyen de oydu.
Ahmet Haşim onun için: ''... Celâl'in söyledikleri, karanlık bir gecede çakan şimşekler gibiydi...'’ derdi…
Sakallı Celâl 1962’de beyin kanamasından hayata veda eder. Mezar taşında kimseciklerin bilmediği soyadıyla yazılıdır: ''Celâl Yalınız'' Zaten o da bu fâni dünyada soyadı gibi yalınızdı…
Ve mezar taşında adının altında da ömrü hayatını özetleyen şu ifade yazılıdır:
‘’Bağban bir gül için hizmetkâr olur.’’
Allah rahmet eylesin…
Osman AYDOĞAN