Ayrılık
Çok sevdiğim bir Azeri türküsü vardı ;
''Ayrılık, ayrılık, aman ayrılık...'' diye…
Hayattaki tek varlığım ailemden, yeryüzünde her şeyden çok sevdiğim eşimden, çocuklarımdan ayrı olduğum o uzun zaman sürecinde hep içimden söylediğim bir şarkıydı...
İki kızım, henüz ufacık, küçücük, minicik, kokuları her an burnumda tüterdi...
Zaman, mekân ve bilinç arasında doğrusal bir bağlantı olduğuna inanırım ve zaman zaman da yaşarım...
Anlatılası, izahı, mantığı oldukça güç, diyalektik düşünürüm, ama bu metafizik bir duygu;
Aynı mekânda belirli bir bilinç seviyesine ulaştığımda zaman boyutu kaybolur, aynı zamanda belirli bir bilinç seviyesine ulaştığımda da mekân boyutu kaybolurdu...
Sanki zaman ve mekân sınırlaması olmayan gaybdaymışım gibi gelirdi bana…
Çok sık yaşardım ben bunu, bu duyguyu...
Gerçek dünya ile gerçek dışı dünya arasında, bir '' hâyâl'' dünyası ile bir ''gerçek'' dünya arasında, bilinç ile bilinç dışı arasında gider gider gelirdim...
Asaf Hâled'in ''mâra'' isimli şiirinin son kısmında olduğu gibi;
''Ne uykudayız ne uyanık''
Ne uykuda olurum, ne de uyanık...
Şiirde olduğu gibi ne uykuda ne de uyanık olduğum zamanlarda, eşime, çocuklarıma olan özlemim doruğa ulaştığında, bilincim yoğunlaştığında, bana uzaklıklar kaybolur, mekân kavramı yok olur, eşimin yanına gider, eşim uykudayken, görüntüsü doyasıya dolunca kadar gözlerime karanlıkta yüzünü seyrederdim…
Yine de eşime bakmaya doyamadan, bir öpücük kondurup yanağına, saçlarını usulca okşayarak ayrılırdım yanından…
İşte o zaman 1942 yılında beş arkadaşıyla birlikte kurşuna dizilen, kurşuna dizilmeden iki saat önce ‘Veda’ adıyla ‘Karıma’ isimli şiiri yazan Nikola Vaptsarov’un şiiri gelirdi aklıma;
‘'Rüyalarında geleceğim bazen
beklenmedik bir konuk gibi uzaktan.
Sokakta bırakma beni
kapıyı sürgüleme üstümden.
Usulca gireceğim.
Oturacağım ses çıkarmadan,
gözlerimi dikeceğim seni görmek için karanlıkta.
Sana bakmaya doyunca,
bir öpücük konduracak ve çıkıp gideceğim.’'
İşte o anlar, özlemimin doruğunda olduğumda, bilincimin yoğunlaştığında, bilinç ile bilinç dışı arasında kaldığımda; ertesi günü eşim telefonda; gece rüyasında iş elbisemle, kaskımla gelip, gece uykusunda, yanı başına oturduğumu, yanağına bir öpücük kondurduğumu ve saçlarını usul usul okşadığımı söylerdi…
Zaman zaman da, ne uykuda ne de uyanık olduğum zamanlarda eşim bana gelir, kızlarım yanı başımda durur, ellerini tutarım ellerini…
''Ayrılık, ayrılık… Yaman ayrılık...''
Eşime özlem duygularım, asıl adı İbrahim Abdülkadir Meriçboyu olan A. Kadir’in o çok sevdiğim dizlerini aklıma getirirdi…
Şöyleydi dizeleri A. Kadir’in;
'‘Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,
rüzgârlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak.’'
Öyleydi; beni orada bir dağ başında yapayalnız koymuşlardı, rüzgârlara, kuşlara, bulutlara yakın, eşimden ayrı, kızlarımın kokusundan uzak…
Bu zamanlarda Şehriyar’ın şu sözünü hep kendime tekrarlardım:
'‘Büyük bir adamın iki yüreği vardır; birisi kanar ve diğeri sabreder.’'
Orada bir yüreğim hep kanarken, diğeri de hep sabrederdi…
Osman AYDOĞAN