Kedi
23 Eylül 2018
Kurban Bayramı’nın ikinci günüydü. (22 Ağustos 2018) Bayram kutlamaya eşim ve kızlarımla kayınvalidemin yazlığına gittik. Yazlığa akşamüzeri vardık. Bayram kutlamasından sonra akşam yemeğini yedik. Gece de olmuştu. Bahçede bir yavru kedi miyavlaması vardı… Ailece bahçeye indik, karanlıktı. Bahçede kediyi bulamadık… Sonra fark ettik ki kedi sesi bahçede değil de giriş katındaki kullanılmayan ve içinde bir çek-yat ile birkaç parça eşya bulunan kapalı olan odadan geliyordu. Odaya girince gördük ki bir yavru kedi, gözleri henüz yeni açılmış, sanırım bir haftalık bir yavru kedi.
Bu yavru kedi kullanılmayan bu kapalı odaya nasıl girebilirdi ki? Pencere yarım açık kalmış, tel kafeste de yırtık vardı. Muhtemel ki anne kedi buraya yavrulamış, burada doğum yapmış, sonra da yavrularını çıkarmış, götürmüştü buradan, bu yavru kedi de tek başına burada kalmıştı. Bu senaryo üzerine yavru kediye karton kutudan yuva yapıp bahçeye koyduk anne kedi yavru kedinin miyavlamasını duyup da gelip alsın diye… Kedi sabahlara kadar yine miyavladı… Annesi de gelip almadı…
Ertesi gün de bu kullanılmayan ve içinde de bir çek-yattan ve bir kaç parça eşyadan başka eşya olmayan girişteki odayı eşim kayınvalidemin yardımcısıyla beraber bir güzel temizledikten sonra da odanın açık penceresini, tel örgüsünü ve kapısını da bir daha kedi içeri girmesin diye sıkıca kapattık.
Yavru kedi açtı... Ancak bir şey yiyecek hali de yoktu… En yakın kasaba yarım saat mesafede idi. İnternetten orada bir veteriner gözüküyordu. Arabayla kasabaya veterinere gittik. Veterinerin kapısı kapalıydı. Ancak cep telefonu tabelada yazıyordu. Telefonla aradım veterineri. Bayram için şehirden ayrıldığını söyledi. Durumu anlattım. Bu yavru kedi için ne yapabileceğimizi sordum. Bana bir eczaneden en ufak numaralı bir biberon almamızı, yağsız bir süt almamızı, 2/3 oranında sütü 1/3 oranında ılık su ile karıştırıp biberonla kediyi her iki saatte bir beslememizi söyledi.
Hemen nöbetçi eczaneyi bulup en ufak numaralı biberonu aldık, marketten de yağsız süt aldık, hemen eve geldik. Eşim karışımı hazırladı. Ancak biberondan kediye sütü içiremedik. Bunun üzerine eşim temiz kullanılmamış bir bulaşık eldiveni hazırlayarak bu eldivenin içine hazırladığı bu sütü koydu, eldivenin parmaklarının birisinin ucunu da delerek biberon haline getirdi. Bu şekilde de yavru kediye sütü içiremedik. Yavru kedinin ağzını zorla açtığımızda az da olsa yavru kedinin ağzına süt girebiliyordu ama bu beslenmesi için hiç de yeterli değildi. Bu şekilde bayramın üçüncü günü gün boyu kendi üstümüzü ve yavru kediyi sütle ıslatarak beslemeye çalıştık.. Ama başaramadık.. Yavru kedi sütü emmiyordu.
Akşam olduğunda yavru kediyi yine hazırladığımız karton kutu yuvasına koyduk, miyavladığında -ki hiç susmuyordu-, sesini annesi duyup da gelsin alsın diye. Yavru kedi yine sabahlara kadar miyavladı. Anne kedi yine gelip almadı...
Dördüncü bayram sabahtan kızlarım, öğleden sonra da biz ayrılacaktık. Ancak gece boyu internetten araştırma yapmıştım böyle bir yavru kediye ne yapılabilir diye. İnternetteki bilgi; ''yavru kediyi bulunduğu yerden almak için anne kedinin ölmüş olduğundan mutlaka emin olun'' diyordu. ''Siz böyle bir yavru kedinin beslemesini, bakımını başaramazsınız'' diyordu. Sabah komşulara sordum. Bir kedi gördüklerinden bahsettiler. Çevre düzensiz çalı gibi bitkilerle ve kullanılmayan metruk binalarla çevriliydi. Anne kedi ve diğer yavruları buralarda olabilir diye epeyce aradım. Ancak anne kediden hiçbir iz yoktu.
Aramam esnasında yavru kedi de bahçede miyavlayıp duruyordu. İki saate bir süt vermeye çalışıyorduk. Bir ara yavru kedinin renginde bir büyük kedi geldi yavru kedinin yanına. İşte dedim kedinin annesi yavrusunu almaya geldi. Ancak bu büyük kedi yavru kediyi kokladı, kokladı, etrafında dolaştı, sonra da yavrusunu almadan çekip gitti.
Yavru kedi çok hareketliydi. Hiç yerinde duramıyordu. Zaman zaman karton kutuyu devirip yerinden çıkıp kendisi annesini arıyordu.
Kızlarımın ayrılma zamanı geldi. Küçük kızım kediyi beraberinde götürmek istedi. Ancak zaten evlerinde üç kedi vardı. Bir de ayrıca anne kediyi de her ne kadar yavrusunu da almamışsa da görmüştük. Muhtemel ki anne kedi biz varız diye yavrusunu almamıştı. Kızımı ikna ettim, biz bu kediye bakamayız diye. Yavru kedi zaten süt ememiyordu. Zorla ağzına vermeye çalıştığımız sütte de başarılı olamıyorduk. İnternetteki bilgi de ''annesi kesin ölmüşse o zaman alın, siz yavru kediye annesi gibi besleyip bakmazsınız'' diye yazıyordu. Anne kediyi de görmüştük üstelik, yaşıyordu, bugün almazsa yavrusunu gece gelip alırdı.
İnternette bu yavru kedi için vücut sıcaklığının muhafazası öneriliyordu. Bunun için de yarım litrelik bir pet şişenin içine ılık su koyarak bu şişenin üzerine kedinin konması yazıyordu. Biz de öyle yaptık. Bir pet şişe hazırladık, içine ılık su koyduk, bir beze sardık, yavru kediyi de üzerine koyduk. Yavru kedi bu sıcak şişeye sıkı sıkı sarıldı. Saat başı da pet şişenin suyunu değiştirerek ılık su ile ikmal ettik.
Kızlarımızı uğurladık. Öğleden sonra biz de ayrılacaktık. Eşim ve ben yavru kedinin ağzına süt akıtmaya çalıştık. Süt zar zor kenidini ağzına gidiyordu. Yavru kedi benim ve eşimin parmaklarına sıkıca sarılıp bırakmak istemiyordu. Miyavlaması da bize sanki ''beni bırakmayın!'' diye yalvarır gibiydi. Biz de kararsız kaldık, kızlarım götürmedi ama biz mi götürelim diye. Çünkü beslenemiyordu, besleyemiyorduk, evde de besleyemezdik, annesi almadığı takdirde bu yavu kedi açlıktan ölürdü. Ancak anne kediyi görmüştük, yaşıyordu, mutlaka gelip bu yavrusunu alırdı. Sonunda biz de bu yavru kediyi burada bırakmaya karar verdik.
Bizim de ayrılma zamanımız geldi. Biz ayrılacaktık ancak küçük kayınbiraderim orada birkaç gün daha kalacaklardı. Onlara da kedinin beslenme ve bakımını izah ettik. Ayrılmadan yavru kediyi bir daha beslemeye çalıştık. Yavru kedi yine benim ve eşimin parmaklarımıza sıkıca sarılarak öyle bir miyavlıyordu ki sanki ''beni bırakmayın!'' diye yalvarıyordu.
Ve yavru kediyi orada bırakarak eşimle beraber ayrıldık…
Ertesi gün sabahtan kayınbiraderimin eşi eşimi arayarak yavru kedinin yerinde olmadığını, muhtemelen anne kedinin gece gelip yavrusunu alıp götürdüğünü söyledi. Bu da bizim beklediğimiz haberdi. Kızlara da bu haberi ilettik. Onların da beklediği bir haberdi. Beklediğimiz, inanmak istediğimiz, bizi rahatlatacak haber buydu ve bu haber de gelmişti. Artık huzur içinde, gönül rahatlığı ile uyuyabilecektik.
Öyle de yaptık ve huzur içinde uyuduk!
Aradan tam bir hafta geçti…
Bu sefer de kayınvalideme ziyarete büyük kayınbiraderim gitmiş. Yavru kediyi bulduğumuz giriş katındaki içinde bir çek yat ile birkaç parça eşyanın bulunduğu ve bir daha kedi girmesin diye kapı ve penceresini de sıkı sıkıya kapattığımız odaya bir iş için girdiğinde tesadüfen çek yatın üstünü açmış.
Ve çek yatın içinde henüz yaşayan ancak bir deri bir kemik kalmış anne kedi ile canlı dört yavrusu varmış.
Ve bizim çek yatı kaldırıp da içine bakmak hiç mi hiç aklımıza gelmediği için uydurduğumuz bir senaryoya inanıp (anne kedinin diğer yavruları bu odadan çıkardığı ama bulduğumuz yavruyu çıkarmadığı veya çıkaramadığı), anne kediyi ve diğer yavrularını oda dışında, bina etrafında dört dolanıp, fellik fellik aramış, beşinci yavruyu da annesi gelir alır diye (annesini de bilmeden odaya kilitleyip, bu yavru kediyi de dışarı alıp) dışarıda açlığa ve ölüme terke etmiştik.
O gün bu gündür bir nasıl hallerdeyiz biz bilir misiniz? Kümesine sırtlan girmiş tavuklar gibi çığlık çığlığadır vicdanımız... O gün bu gündür o yavru kedinin parmağımıza dört elle sarılıp ‘’beni bırakmayın!’’ diye yalvarırcasına gözümüzün önünden hiç gitmeyen bir görüntüsü, kulaklarımızdan hiç dinmeyen bir miyavlaması var... O gün bugündür hiç bitmeyen bir kahroluşumuz, o gün bugündür hiç dinmeyen bir vicdan azabımız var...
Demem o ki siz siz olun sakın ola ki -benim gibi- inanmak istediğiniz en kolay bir senaryoya kanıp, kendinizi de bu senaryoya, bu masala kaptırıp da bir felakete yol açmayın!...Kendinizi de kahredip, başkalarını da mahvetmeyin!
Osman AYDOĞAN