Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur (2)
03 Aralık 2019
Dünkü yazımda Celal Güzelses’in ’’Bahçada yeşil çınar’’ isimli türküsünü anlatmış ve Kardeş Türküler’den türkünün yorumunu verirken Erkan Oğur’un bu türküde hem saz çaldığını hem de türkünün sonunda divân edebiyatının en güzel gazellerinden birisini okuduğunu yazmıştım:
’’Belâ dîldendir, ol dildâr elinden dâdımız yoktur
Gönüldendir şikâyet, kimseden feryâdımız yoktur.’’
Gazel bu kadar değil tabii… Meraklıları için gazelin tamamını ve Türkçesini yazımın sonunda veriyorum. Ancak bu gazel kime aittir? Bu yazımda da bunu anlatmak istiyorum.
Abdülbaki Gölpınarlı’nın ‘’Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik’’ (İnkılap Kitabevi, 2009) isimli kitabının 473 ile 493. sayfalarını Dîvâne Mehmed Çelebi’ye ayırır ve bu gazelin Dîvâne Mehmed Çelebi’ye ait olduğunu ve bu beytin de Türk Divân edebiyatının en güzel beyitlerinden biri olduğunu yazar..
Peki, Dîvâne Mehmed Çelebi kimdir?
Dîvâne Mehmed Çelebi, (Semâî Mehmed Çelebi ya da Sultan Dîvânî) 15. yüzyılda (1448 veya 1471 - Nisan 1529) Osmanlı döneminde yaşamış Mevlevî şeyhi ve Divân şairidir. Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarikatına önemli hizmetlerde bulunur. Dîvâne Mehmed Çelebi, Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilir, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanır. Kendisine “Dîvâne” de denir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir.
Yaygın olarak kullanılan bir diğer lâkabı ise “Dîvânî”dir. “Dîvânî” lâkabı için Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın eseri “Dîvan-ı Kebir”i, rüyasında gördüğü, Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği rivayet edilir. Ancak İslam Ansiklopedisi (cilt: 9; sayfa: 437) ‘’Timur istilâsında Mevlânâ’nın türbesinden alınıp götürülen Dîvân-ı Kebîr’i İran’a gidip geri getirdiği için “Sultân-ı Dîvânî” unvanıyla anıldığı şeklindeki bu rivayeti, pek hoş görülmeyen “Dîvâne” lakâbını ‘’Divânî’’ şekline dönüştürmek için uydurulduğu kesindir’’ diyerek reddeder. Zaman içerisinde her iki lakâb da sıkça kullanılır ancak “Dîvânî” halk arasında daha fazla tercih edilir…
İslam Ansiklopedisi Mehmed Çelebi’nin Divân edebiyatının önemli şahsiyetleri arasında sayılabilecek bir şair olmasına rağmen şiirleri, etrafında bulunanlarca tespit edilmediği, tespit edilenlerin de meşrebi yüzünden derlenip Divân şeklinde düzenlenmediği için mecmualarda kaldığını yazar. Bu mecmualar da halen Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan bu mecmualarından Abdülbaki Gölpınarlı tarafından derlenen yirmi dört adet şiiriyle birlikte Mehmed Çelebi’nin elli iki beyitten meydana gelen manzum risâlesi Abdülbaki Gölpınarlı’nın bahsettiğim ‘’Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik’’ isimli kitabında yayınlanır.
Bu kaynaklara rağmen Dîvâne Mehmed Çelebi’yi bütün olarak anlatan tek kaynak Dr. Mustafa ÇIPAN’ın Konya Valiliğince yayınlanan eseridir. (Dîvâne Mehmed Çelebi, T.C. Konya Valiliği, 2002)
Dîvâne Mehmed Çelebi Afyonkarahisar Mevlevîhânesi'nde de şeyhlik yapar. Bu nedenle de Mehmed Çelebi sayesinde Afyonkarahisar, Konya'nın ardından Mevlevîliğin önemli merkezi durumuna gelir. Halen Afyon’da Merkez Mevlevî Camii içerisinde ‘’Sultan Dîvânî Mevlevihâne Müzesi’’ vardır. Ayrıca Halep, Burdur, Eğridir, Sandıklı, Mısır, Cezayir, Midilli ve muhtemelen Lazkiye mevlevîhâneleri de onun gayretiyle açılmıştır.
Anlattığım gibi Abdülbaki Gölpınarlı bahsettiğim kitabında bu gazelin işte bu divân şairi Dîvâne Mehmed Çelebi’ye ait olduğunu yazar…
Ancaaaaak!
Mertol Tulum ve M. Ali Tanyeri’nin beraber yazdıkları ‘’Nev’î - Divân - Tenkidli Basım’’ (İstanbul Ü. Edebiyat Fak. Yayınları, İstanbul 1977) isimli kitaplarında ve Mustafa Nejat Sefercioğlu ‘’Nev’î Divânı'nın Tahlili’’ (Akçağ Yayınları, 2001) isimli kitabında ‘’Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur / Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur’’ diye başlayan gazelin Malkara doğumlu, 16. yüzyılda yaşamış, asıl adı Yahyâ, babası Pîr Ali Efendi olan bir Halvetî şeyhi Nev’î’ye ait olduğunu yazarlar. Ki Divân içinde Nev’î’nin ismi de geçer.
Peki, bu Nev’î kimdir?
Nev’î, ilköğrenimini, babasının yanında tamamlayıp İstanbul’a gider. Medrese öğrenimi görür. “Ahaveyn” sıfatıyla ünlü Karamânî Ahmed ve Mehmed adlı iki önemli müderristen, şâir Bâkî, Hoca Saadeddîn Efendi gibi ünlülerle birlikte ders alır. Ders aldıkları gurupta, sonradan devrin en önemli san’at ve siyâset adamlarından olacak olan ondan fazla öğrenci vardır. Nev’î, hocası Mehmed Efendi’nin tayin olduğu Edirne’deki Bâyezîd Medresesi’ne, hocasıyla birlikte gider. 1563’te, beş yıl kaldıkları Edirne’den, birlikte dönerler. Şâir, 1566’da tahsilini bitirir ve müderrislik (hocalık, profesörlük) görevine başlar. Altı yıl İstanbul dışında çalıştıktan sonra 1572’de İstanbul’a getirilip oradaki medreselerde hocalık yapmaya başlar 1590’da Bağdad kadısı olur ve on beş gün sonra III. Murad’ın şehzâdesi Mustafa’nın hocalığı görevine getirilir. Diğer şehzâdeler olan Osman, Bâyezîd ve Abdullah ile de ilgilenir. Kazasker rütbesiyle tekâüde (emekliye) ayrılır.
Nev’î, çok güçlü bir şâirdir. Ama yakınında Bâkî gibi bir ustanın bulunuşu, onu daima gölgede bırakır. Gazelleri rindâne ve âşıkânedir. Gazel sahasındaki başarısı yanında, 1582 Haziranında başlayan ve 52 gün süren Şehzâde Mehmed’in sünnet düğünü için yazdığı kasîde (Sûriyye) si ile de ünlüdür. Velûd bir şâirdir. Eserlerinin otuzdan fazla olduğu söylenir.
Ben edebiyatçı değilim. Ben ki edebiyatın ‘’e’’sinden anlamayan âcizane bir okuyucuyum... Bu gazel hangi şaire aittir suali edebiyatçılara yönelik bir sualdir. Ancak rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı kusura bakmasın ama bu gazel Nev’î’nin gibi geliyor bana. Çünkü gazel içinde ismini de (Nev’î) telaffuz etmektedir.
Bu gazel kime ait olursa olsun, kim yazarsa yazsın, ilkyazımda da dediğim gibi benim demek istediğim o ki; ‘’Belâ dildendir, ol dildâr elinden dâdımız yoktur / Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur.’’
Ancak ‘’bu devr içinde bir şöhret verir Ferhâd’ımız –da- yoktur.’’
Osman AYDOĞAN
Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Dîvâne Mehmed Çelebi’ye ait olduğu rivayet edilen gazelin tamamı:
Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur
Niçün aşk ehlini yâd etmez ol la’l-i Mesîh-âsâ
Bilir hod âlem-i ervâha nisbet yâdımız yoktur
Harâbât ehline rûz-ı hesâbı anma ey zâhid
Bizim hergiz bu varlık defterinde adımız yoktur
Doğup kumru-sıfat biz anadan tavk-ı mahabbetle
Esîr-i kayd-ı derd ü mihnetiz âzâdımız yoktur
Mukarrer şâir-i şîrîn-zebânız Nev’îyâ ancak
Bu devr içinde bir şöhret verir Ferhâdımız yoktur.
Şimdi bu kadar güzel bir gazeli böyle bırakıp günümüz Türkçesiyle açıklamasını da yapmasam olmazdı! İsterseniz Dîvâne Mehmed Çelebi’nin gazelinden beyit beyit gidelim: (Prof. Dr. M.A. Yekta Saraç’ın açıklamasıyla)
Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur
Belâmın, sıkıntımın sebebi benim gönlümdür; yoksa o sevgiliden şikâyetimiz yoktur. Bizim şikâyetimiz gönüldendir, kimseden şikâyetimiz yoktur.
Niçün aşk ehlini yâd etmez ol la’l-i Mesîh-âsâ
Bilir hod âlem-i ervâha nisbet yâdımız yoktur
O İsa gibi dudakları olan sevgili, ölüler âlemindeki ruhlardan daha da ölü olduğumuzu bilir de âşıkları niye hatırlamaz? (Hz. İsa, edebiyatımızda sık sık ölülere hayat verme mucizesiyle geçer. Burada da sevgili Hz. İsa’ya benzetilmekte, ölü hükmündeki âşığa öpüşüyle can vermesi istenmektedir.)
Harâbât ehline rûz-ı hesâbı anma ey zâhid
Bizim hergiz bu varlık defterinde adımız yoktur
Meyhanede oturup kalkanlara (İlâhi aşk sahiplerine) kıyametteki hesap gününü açma ey zahid! Bizim asla bu varlık defterinde adımız geçmez (bundan dolayı bizim için hesap yoktur).
Doğup kumru-sıfat biz anadan tavk-ı mahabbetle
Esîr-i kayd-ı derd ü mihnetiz âzâdımız yoktur
Biz kumru kuşu gibi anamızdan aşk halkasıyla doğmuşuz. Bunun için dert ve üzüntü bağının tutsağı olmuşuz, artık hürriyetimize kavuşma umudu kalmamıştır.
Mukarrer şâir-i şîrîn-zebânız Nev’îyâ ancak
Bu devr içinde bir şöhret verir Ferhâdımız yoktur.
Ey Nev’î! Şüphesiz biz tatlı dilli bir şairiz. Faka bu devirde bizi üne kavuşturacak Ferhadımız yoktur. (İlk mısrada geçen ‘’şirin’’ kelimesi tatlı anlamına gelmekle birlikte ikinci mısradaki Ferhâd ismiyle birlikte Ferhâd’ın sevgilisi Şirin’i de çağrıştırmaktadır. Şair Şirin’i tanıtanın aslında Ferhâd olduğunu söylemektedir.)
Mertol Tulum ve M. Ali Tanyeri ile Mustafa Nejat Sefercioğlu tarafından Nev’î’ye ait olduğu rivayet edilen gazelin tamamı:
Birkaç kelime hariç hemen hemen aynıdır zaten:
Cefâ dildendür ol dildâr elinden dâdumuz yokdur
Gönüldendür şikâyet gayriden feryâdumuz yokdur
Niçün ‘aşk ehlini yâd itmez ol la’l-i Mesîh-âsâ
Bilür hod ‘âlem-i ervâha nisbet yâdumuz yokdur
Harâbât ehline rûz-ı hisâbı anma ey vâ’iz
Bizüm hergiz bu varlık defterinde adumuz yokdur
Togup kumrî-sıfat biz anadan tavk-ı mahabbetle
Esîr-i kayd-ı derd ü mihnetüz âzâdumuz yokdur
Mukarrer şâ’ir-i şîrîn-zebânuz Nev’îyâ ancak
Bu devr içinde bir şöhret virür Ferhâdumuz yokdur.