• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam807
Toplam Ziyaret3154315

Bozkırın tezenesi


Bozkırın tezenesi

25 Eylül 2018

O, Sarı Saltuk’un, Baba İshak’ın devamı olan ‘’abdallık’’ geleneğinin günümüzdeki son büyük temsilcisiydi, bozkırdaki mücevherdi o. Sazın ve sözün büyük ustasıydı o.

Bağlamanın göğsüne değil, Anadolu insanının bağrına bağrına vururdu o. Sözleri ve müziğiyle insanı dünyanın en derin yalınlığına çekerdi o.

Bitmeyen bir gurbetti, bir sılaydı, uçsuz bucaksız bozkırdı o. Ruhun derinliğine yol bulan ırmaktı o. Kelimeler asla kifayetsiz kalmazdı onun dilinde. Anlatılması bir imkânsız duyguları, söylenmesi bir mümkünsüz düşünceleri su gibi anlatan efsaneydi o. Türkçe’nin tarih içinde yolculuğunun özetiydi o. Derdini anlatabilecek kadar Türkçe bilen tek kişiydi o. Bu coğrafyanın bağrı en yanık, gözünden yaş, gönlünden aşk eksik olmayan bir garip adamıydı o.

Bütün o yoksulluğunu kendi üslubunca bir iki satırla anlatıverdi bir TV belgeselinde: ''Öyle sap saman nirdeeee, tavuk cücük nirdeeee.. Ekmaanan (ekmek ile) geçinirdik. Dedi bana birisi ki, bubanın (babanın) sazınla gel. Bubamın sazınla dilenmeğe gittik, köy köy…’’ Eşek sırtında Yozgat- Yerköy’e uzanan bu yolda bir kere olsun eşeğin sırtından babasını indirmediğini de şu sözleriyle diyiverdi öyle hamiyetperver edâ ile hiç de gururlanmayarak: ‘’Babam yürürken ben nasıl bineyim ki eşeğe?’’

Ki memleketim Kayseri Yeşilhisar'da eskiler hala anlatırlar onun kasabamıza geldiğini, köy köy dolaşarak saz çalıp türkü söylediğini.

Kendi demesiyle 13 -14 yaşına kadar hem Kerem olmuştur hem Abdal. Doğuştan âşıktır. ‘’Alaacaan başını, gideceeen benim gibi, bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm gibi.’’

Bir türkü meclisinde yine istek üzerinde ‘’Zahidem'’’i söyler. Türküyü bu kadar içten söylemesi üzerine eşraftan biri, bu aşk hikâyesine atfen, "aslı var mıdır?" diye bir sual sorar. Usta şöyle cevap verir: "Aslı olmasaydı Kerem bunca yanar mıydı?"

Selda'yı Selda yapan "mahpushaneye güneş doğmuyor" türküsünün kaynağıydı o.

Selda Bağcan'a hitaben: ‘’Siz insansınız, biz insanoğlu’’ diyen kişiydi o.

Bir TV canlı canlı yayınında "hepimiz gardaşız aslında, ayıran kendini ayırır" diyen kişiydi o.

Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu dönemde devlet sanatçılığı teklifini "devlet sanatçılığı ayrımcılık yaratır. Ben halkın sanatçısı olarak kalmayı tercih ederim" diyerek geri çeviren, ''kimse kimsenin önünde eğilmesin’’ diyerek el öptürmeyen, alçakgönüllü, karşısındaki insanları yücelten, mütevazı bir cevher, değeri biçilemeyen türden bir sanatçıdır, bir insanlık ustasıdır o. ''Efendim”siz başlayan tek bir cümle kurmazdı o.

Uzun süre kaldığı Almanya’dan Türkiye’ye döndüğü vakit çok lüks bir otelde misafir edildiğinde oteldeki en sıradan sandalyeyi bulup odasına koyar. O bile şatafatlı geldiği için ucuna oturur sandalyenin. Koltuğa davet edildiğinde orada rahat edemediğini söyler. Bu dünyaya da ucundan kıyısından ilişmişti zaten o. Osmanlının yüzlerce yıllık deneyimiyle imbikten süzercesine özetlediği “şeref-ül mekân, bi’l-mekîn” (mekânın şerefi / büyüklüğü içinde oturanındandır) düsturunu hoyratça “şeref-ül mekîn, bi’l-mekân” (kişinin şerefi oturduğu mekânın şatafatındandır)’a çevirenlere ders verircesine dünya malı bir adım ötesindeyken gidip tahta bir sandalyenin kenarına ilişmişti o.

“Namerde muhtaç olmayacak ve ömrünü tamamlayacak şekilde bir ekmek parası lazım. Bunun fazlası, fazladır. İnsan, tam ömre göre ölçmeli onu. Bugün son ekmeğini yiyip ölmeli, artan bir şey kalmamalı. Eğer ben öldüğümde bir çuval unum kalmışsa, ben suç işledim demektir” diyen Anadolu’nun Abdal geleneğinin son temsilcisidir o.

Âşık Mahzuni Şerif kendisine şiir yazmıştır. Mahzuni Şerif vefat ettikten sonra halefi tek o kalmıştı. Abdal geleneğinin son temsilcisiydi o.

Dünya çapında bir sanatçıyken bile TRT’nin siyah beyaz ekranlarında hala ‘'Kırşehirli mahalli Sanatçı’sı” payesindeydi o.

Ömrünün son on, onbeş yılı hariç hep geçim sıkıntısı içinde yaşadı. Telif hakları ödenmedi, eserleri talan edildi. Sadece ''Kalan Müzik'' sahip çıktı haklarına.

Eserlerinde adını bile geçirmeyen, eserlerinde sadece ‘’Garip’’ mahlasını kullanan garip Anadolu’nun garip bir ozanıdır o.

Bozkırın tezenesiydi (*) o.

Yaşarken de bugün de kıymeti, değeri, asaleti hiç bilinmeyen bir ozanımızdı o.

O ozan Neşet Ertaş’tı.

Hiçbir eserinde adını geçirmemiştir. Hani olur ya; "Neşet der ki" der insan değil mi? Ama o dememiştir işte. Halkına söylemiş her sözünü, onlara bırakmış kelamlarını. "Hiçbir türkümün içinde Neşet veya Ertaş adını duydunuz mu? Çünkü onlar halka ait, ben de halkın sanatçısıyım" der usta. Olağanüstü denilebilecek yeteneği, geleneğe hâkimiyetiyle bütün yollardan türkü söyleyerek geçen Ertaş, babasının ‘’bize garip derler’’ şiarını bir amentü belleyerek sadece bu mahlası kullanmıştır: ‘’Garip’’

O da 1938’de Çiçekdağı’nda geldiği her şeyin sahte olduğu bu ''yalan dünya''nın ne kadar yalan olduğunu ispatlarcasına 25 Eylül 2012 yılında "şu yalan dünya"dan terk-i diyar etmiştir. Bu çirkef dünyaya yakışmayacak derecede insandı o.

Beyaz camlara bir bakın, hiç bu ozanımızı anan, hatırlayan var mı?

Zaten bu iyi insanlar o güzel atlara binip gidince de Yaşar Kemal'in söylediği gibi demirin tunçuna, insanın .... kaldık. Öyle bir şeye kaldık ki bir vefasızlık, bir saygısızlık, bir nezaketsizlik, bir hoyratlık, bir niteliksizlik, bir hodbinlik, bir gösteriş, bir hırs, bir afra, bir tafra, bir itibar hevesi, bir aza tamah etmeyiş… İzahı bir mümkünsüzdür bu değersizleşmenin.

Hani Cicero derdi ya; ‘’ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir’ diye. Ben de bu büyük ozanı vefat yıl dönümde anmak istiyorum. Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun. 

Osman AYDOĞAN

Azeri sanatçı Elnare Abdullayeva’dan Neşet Ertaş’ın ‘’Gönül Dağı’’ türküsü: (Bu sanatçı Neşet Ertaş'ın diğer türkülerini de çok güzel yorumluyor.)
https://www.youtube.com/watch?v=vBngkUZy9x0&list=RD6z86H7lVAlQ&index=2

Neşet Ertaş, ‘’Cahildim dünyanın rengine kandım’’:
https://www.youtube.com/watch?v=J5eLFREBpIA

Neşet Ertaş’ı tanımak için aşağıdaki belgeseller de izlenebilir diye değerlendiriyorum... 

Can Dündar, Garip: Neşet Ertaş Belgeseli, Kalan Müzik

TRT İç Yapım, Bozkırın Tezenesi, TRT
Cine5 İç Yapım, Portreler Neşet Ertaş belgeseli, Cine5

(*) Tezene, bağlama çalarken yöreden yöreye değişen, tellere vurulma şekline verilen addır. Her parçanın da yöresine göre bir tezenesi olur, yani parçalar hem nota olarak ayrılır hem de tezeneleri olarak... İşte bu nedenle Yaşar Kemal, Neşet Ertaş'ı "Bozkırın Tezenesi" olarak adlandırır.

 


Yorumlar - Yorum Yaz