Generallerin Beş Çayı
20 Ocak 2020
Fransız yazar, şair, müzisyen, şarkıcı, gazeteci, senarist, oyuncu, eleştirmen, çevirmen ve maden mühendisi ve Vernon Sullivan takma adıyla yazılar yazan Boris Vian (1920-1959) 1951 yılında bir tiyatro oyunu yazıyor: ‘’Generallerin Beş Çayı’’ (Mitos Boyut Yayınları, 2009) Ancak oyun 1956 yılında yayınlanıyor…
Boris Vian, genç yaşta (39) hayata gözlerini yummasına rağmen uzun uzun yazdığım sıfatlarından da anlaşılacağı gibi çok yönlü bir sanatçı unvanına sahip oluyor…
Boris Vian, ‘’Generallerin Beş Çayı’’ adlı oyununda, Fransa’nın Cezayir ile savaşa girdiği dönemi bir komedi, bir hiciv olarak alaya alıyor. Oyun, eserde geçen Fransız Genelkurmay Başkanı Audubon’un şu sözü üzerine inşa ediliyor: ‘’Saçmalarım. Cümle âlemin derin derin düşündüğü şu günlerde, özgür ve bağımsız bir fikre nasıl sahip olunur sanıyorsunuz siz? Tabii ki saçmalayarak…’’
Fransa hükümeti aşırı üretimden kaynaklanan ekonomik bir kriz içinde bulunuyor. Fransa’nın paraya ve pazarlara ihtiyacı bulunuyor. Fransız hükümetinin bu duruma bulduğu çözüm ise savaş oluyor… Her savaşın temel sebebi gibi…
Kısaca özetlediğim oyunun bu bölümünü yazımın sonunda tamamını ‘’Birinci bölüm’’ olarak veriyorum. Kısa bir bölüm, günümüzü anlamamız için okumanızı arzu ediyorum…
Komik bir şekilde savaşa ikna edilen, hala anne egemenliğinden kurtulamamış Fransa Genelkurmay Başkanı evinde bir çay partisi düzenliyor. Bu çay partisine, önce her biri birbirinden basiretsiz kuvvet komutanları, sonra da Fransız, Amerikalı, Rus, Çinli generaller, bürokratlar, psikoposlar ve huysuz bir de anne katılıyor…
Savaşa karar verilitor ama düşman kim olacaktır, kiminle savaşılacaktır? Bu henüz belirsizliğini koruyor… Bu yüzden ABD, SSCB ve Çin askerî ataşelerine haber gönderilerek beş çayı için Fransız Genelkurmay Başkanı Audubon’un evine davet ediliyor. Ancak Fransa ile savaşmaya bu ülkeler yanaşmıyor. Çin askerî ataşesi Afrika’ya savaş açmayı teklif ediyor. Bu teklif kabul ediliyor. Diğer ülkeler de bu kararı destekledikleri gibi Fransa yanında savaşmak için asker göndermeye de karar veriyor. Böylece savaş başlıyor…
Bir düşman bulma arayışını oyunda geçtiği şekliyle yazımın sonunda ‘’İkinci bölüm’’ olarak veriyorum. Bu bölüm de kısa. Bu bölümü de okumanızı arzu ediyorum, yine günümüzde olan biteni anlamak için…
Oyun evdeki çay partisinden, savaşın ortasında cephede bir sığınağa geçerek orada devam ediyor.
Oyunda ilgimi çeken birkaç cümleyi aşağıda sunuyorum:
‘’Hangi davanın haklı olduğunu nereden anlıyoruz? Nasıl olacak, kazanan dava haklıdır!’’
‘’Tüketicilere yönelmek gerek ama insanları bolluğa alıştırmak da çok tehlikelidir. Hem tehlikeli, hem sağlıksızdır. Bolluk uyuşturucu bir şeydir.. Bir milletin sağlıklı olabilmesi için, yokluk çekmesi gerekir..’’
‘’İyi ya işte! Sesini çıkarmayan kabul etmiş sayılır!’’
‘’Denizde kum, bende kibir.. Bir keresinde sahiden çılgınca bir fikre kapılmıştım. Ne istiyordum biliyor musunuz, ismimi değiştirip, ‘Tanrı’ koymak.’’
‘’Ne var elimizde, savaş, ee kaç defa yaptık zaten değil mi, insanların ilgisini çekmez ki artık... Demek ki bir yolunu bulup, bunu sanki yeni bir şeymiş gibi önlerine koymamız gerek... Anlayacağınız bu iş propagandaya bakar..,,’’
‘’Dilinizin aklınızı yoldan çıkarmasına izin vermeyin lütfen.’’
‘’Millete her şey söylenmez.. Bir haber yayınlarsanız, sonra bakmışsınız millet ayaklanmış…’’
Bu oyunda geçen isimler, ülkeler ve zaman değişse de oyun, değişmeyen evrensel ilkeleri ortaya koyuyor. Çünkü oyunda; iktidarı pekiştirmek ve devamını sağlamak için militarizmin meşrulaştırılması adına vatan, millet, bekâ, din, iman, devlet, aile, ahlak vb. gibi değerlerin iktidar mücadelesinde araç olarak bir nasıl kullanıldığı hicvedilerek anlatılıyor.
Fransa Genelkurmay Başkanı Audubon’ın oyunun başında geçen bir sözü aslında her şeyi özetliyor: ‘’Saçmalarım. Cümle âlemin derin derin düşündüğü şu günlerde, özgür ve bağımsız bir fikre nasıl sahip olunur sanıyorsunuz siz? Tabii ki saçmalayarak.’’
Öyle değil mi?
Osman AYDOĞAN
Birinci bölüm:
Oyunu vermeden önce oyunda geçen kişileri açıklamam gerekiyor:
Leon Plantin: Başbakan.
General Audubon: Fransa Genelkurmay Başkanı
Fransa hükümeti aşırı üretimden kaynaklanan ekonomik bir kriz içindedir. Paraya ve pazarlara ihtiyacı vardır. Fransız hükümetinin bu duruma bulduğu çözüm ise savaştır. Oyunda savaşa şu şekilde karar verilir:
LEON: Le Monde'da ekonomi köşesini yazıyordum. O halde size durumu özetlemeye çalışayım; şu anda, aşırı üretimden kaynaklanan bir kriz yaşamaktayız. Normal şartlarda zirai üretim fazlalaşınca, bir yolunu bulup sanayi üretimini azaltırız. Böylece n'olur? Zirai ürünlerin fiyatları düşer, sanayi ürünlerinin fiyatları artar. Tam bu noktada biz ne yaparız? Hem ürünlerinin fiyatlarına zam yapmayan çiftçilere para desteği sağlarız, hem de bu ucuzluktan faydalanabilsinler diye sanayide çalışan işçilerin ücretlerine zam yaparız. Çiftçiler, onlara verdiğimiz maddi desteği, sanayi ürünleri satın almakta kullanırlar; sanayicilerin bu satışlardan elde ettikleri büyük kâr ise, sosyal kesintilerdi, üretim vergileriydi, bakanlığa bağlı denetim birimlerimiz tarafından kesilen cezalardı derken, hop diye bizim cebimize geri gelir. Böylece devre tamamlanmış olur ve herkesin yüzünde güller açar.
AUDUBON: (Hâlâ bir şey anlamamıştır, inatla) Olan hep askerlere oluyor ama.
LEON: Olur mu hiç Wilson, öbür memurlara ne oluyorsa, size de olan o. Kalbimi kırmayın lütfen. Ben şurada yıllardır uygulanan bütçe dengeleme yöntemlerini anlatıyorum size; hem daha bugüne kadar, verdiğimiz ödenekten şikâyetçi olan asker ne gördüm ne duydum.
AUDUBON: Öyle olsun. Fakat mevcut durumun nesi kötü, hâlâ anlamış değilim.
LEON: Yapmayın Audubon, durum bir felaket. Şu anda zirai üretim ve sanayi üretimi aynı anda artıyor! Eh hal böyleyken dengeyi sağlamanın mümkün olamayacağını da kafanız alır herhalde.
AUDUBON: Elebaşlarından bir kaçını kurşuna dizsek?
LEON: Olmaz Audubon, olmaz... Geçici tedbirler işimize yaramaz. Asıl yapılması gereken, bu üretimin akabilmesi için bir kanal açmak, ona yeni pazarlar yaratmak.
AUDUBON: Yeni pazarlar... Tüketiciler mi yani?
LEON: Doğru, doğru, tüketicilere yönelmek gerek ama onları bolluğa alıştırmak da çok tehlikelidir. Hem tehlikeli, hem sağlıksızdır. Bolluk uyuşturucu bir şeydir Audubon. Bir milletin sağlıklı olabilmesi için, yokluk çekmesi gerekir... Ama hadi iyi gidiyorsunuz, doğru yoldasınız. Biraz daha gayret. Şimdi söyleyin bakalım, ihtiyacımız olan ideal tüketici kim olabilir?
AUDUBON: (Kara kara düşünür, sonra birden aklına gelir) Ordu!
LEON: Ordu tabii ya! Ordu bizim için müthiş faydalıdır Audubon; neden biliyor musunuz, çünkü parayı harcayan ordudur ama ordunun parası tüketicinin cebinden çıkar. İşte bizim dengeyi kurmamızı sağlayacak yegâne şey de, bu müthiş dengesizliktir. Yani değil mi, çocuğa sorsanız bilir, önce bir dengesizlik olacak ki, sonra dengeyi kurasınız.
AUDUBON: (Hayran kalmıştır) Size bir şey diyeyim mi, yani malumunuz, biz savaşçılar öyle pek ayılıp bayılmayız siz bürokratlara... Ama şu son anlattıklarınız... Çok sıkıydı, çok.
LEON: Ah teveccühünüz.
AUDUBON: Yok yok, sahiden kutlarım, çok sıkı konuştunuz. Biraz daha rakı? - ;
LEON: Keşke sizin şu rakı da biraz sıkı olaymış... Neyse alıyım, pastisiniz yokmuş madem... (Kadehini uzatır.)
AUDUBON: (Aniden donakalır) Leon! Durun bakayım! Yoksa şey mi demek istiyorsunuz siz!..
LEON: Eee öyle. Savaş.
AUDUBON: Savaş. (Audubon elleri titreyerek bardağını bırakır ve koltuğa çöker)
LEON: Hadi ama... Yapmayın böyle... Toplayın kendinizi dostum... Wilson! Hah şöyle...
AUDUBON: Ay... Leon... Ay olamaz... Of... Çabuk... Badem şurubum... Şurada, şurada... (Leon arkasını dönüp rakı bardağını alır ve Audubon'a uzatır: Audubon bir dikişte bitirir ve dudaklarını şapırdatır) Ah! Bu iyi geldi.
LEON: Aman iyi dostum, hadi bakalım, sağlığınıza... (Öbür bardaktakini içer) Öğh! Lanet! İğrenç badem şurubunuz yine bana gelmiş! Siz de rakımı içmişsiniz.
AUDUBON: Ah! Ziyanı yok canım, ziyanı yok... Cimriliğin canı cehenneme... Of, bu arada az kalsın yüreğime indiriyordunuz yani, savaşmış falan, denir mi öyle şeyler? Bir daha yapmayın böyle şakalar, rica ederim...
LEON: Wilson, şaka yapmıyorum...
AUDUBON: Heh hey, rüyadayım, uçuyorum!...
LEON: (Soğuk bir tavırla) Sevgili dostum, hiç komik değilsiniz.
AUDUBON: Aman siz çok komiksiniz sanki!
LEON: Bakın, sanayiciler size güveniyor. Sorunlarla yüzleşmek zorundasınız, sorumluluktan kaçmak olmaz.
AUDUBON: Sorumluluktan falan hiç bahsetmeyin, bir kere bir general savaştan sorumlu olamaz. Kanıt isterseniz hemen söyleyeyim, savaş çıkaranlar daima siviller olmuştur.
LEON: Ne var bunda korkacak? Beş milyon iş adamı arkanızda olacak.
AUDUBON: Olsun, peki benim önümde kimler olacak haberiniz var mı sizin? Dünya kadar herif, ellerinde toplar, tüfekler, kılıçlar... Size eğlenceli falan mı geliyor bu?
LEON: Yahu sizin de işiniz bir zahmet savaşmak canım!
AUDUBON: Benim işim generallik ve inanın bu şartlarda ne tadı kalıyor, ne tuzu! Ah, ama barış zamanı öyle midir ya, nasıl güzeldir; paşa paşa alırsın terfiini, basın falan bulaşmaz, yeniyetmenin biri azıcık savaş gördü diye önüne geçmeye kalkmaz, olmaz böyle salakça şeyler!.. Ama savaş çıktı mı n'olur, mevcut sayınız bile yerinde durmaz, bir artar bir azalır, her şey birbirine girer, daha neler neler... Of! Angarya diye buna denir işte.
LEON: Ama bütün millet arkanızda olacak!
AUDUBON: Demin iş adamları arkamdaydı, şimdi bütün millet oldu. Son seçimlerde n'olmuştu bir kere, yüzde yetmiş beş çekimser çıkmamış mıydı?
LEON İyi ya işte! Sesini çıkarmayan, kabul etmiş sayılır!
AUDUBON Bence asıl n'olmuş biliyor musunuz? Siz kafayı yemişsiniz.
İkinci bölüm:
Bir düşman bulma arayışı da oyunda geçtiği şekliyle vermeden önce oyunda geçen kişileri açıklamam gerekiyor:
Leon Plantin: Başbakan.
General Audubon: Fransa Genelkurmay Başkanı.
General Jackson: ABD askerî ataşesi.
General Korkiloff: SSCB askerî ataşesi.
General Ching-Ping-Ting: Çin askerî ataşesi.
LEON: Peki... Oturun yerinize, ben anlatırım... İçinde bulunduğumuz durumu Özetlemem gerekirse, Fransız sanayicileri ve çiftçileri kendilerini çok ciddi bir darboğaz içinde bulmuş ve aşırı üretimden kaynaklanan bu felaketin üstesinden gelebilmek için savaşa girmeye mecbur kalmışlardır. Hal böyle olunca, ben de gerekli tedbirleri alması için General Wilson de la Petardiere'i görevlendirdim. Ama bu beyinsiz, aklınıza ne kadar ayrıntı gelirse hepsini bir güzel ayarlayıp, kiminle savaşacağımızı düşünmekten aciz çıktı. İşte sizi bu yüzden davet etmiş bulunuyorum... Ve şimdi bütün samimiyetimle soruyorum; bizimle savaşmak isteyen var mı?
CHING: Ah, biz almayalım. Çok uzak.
KORKİLOFF: Niet... Biz içeridekileri halledemedik daha!
JACKSON: Eh ikisi de olmaz diyor. Yapacak bir şey yok.
LEON: Dostlar bakın, uluslararası arenada Fransa'yı adamdan sayan falan kalmamış durumda. Böylesine şanlı bir tarihe sahip olup da bu duruma katlanmamız mümkün değil, yani sizin keyfinizi bekleyecek halimiz yok. Nasıl ki mutfakta, modada, şampanyada ya da parfümeride başı biz çekiyoruz, medeniyette de başı biz çekmeliyiz ve biz; ne diyorsak o olmalı. Şimdi tekrar soruyorum; kiminle yapıyoruz?
AUDUBON: Plantin, biraz daha bojole rica etsem. (Francine servis yapar)
KORKİLOFF: Ben diyeceğimi dedim, ilgilenmiyorum.
JACKSON: Biz hiç hazır değiliz.
CHING: Mümkün değil. Dünyanın yolu. Başkasını bulun.
LEON: Hadi, ama anlayın canım durumu...
KORKİLOFF: Şöyle ufak tefek ülkelere sataşsanıza, ne bileyim, Venezüella'ya mesela... Ya da Ateş Toprakları'na.
AUDUBON: Buldum! Monaco Prensliği! Çok fiyakalı olur!
CHING: İngiltere ne güne duruyor?
LEON: Ah sormayın, keşke olsa. Baş belası bir politik anlaşma yüzünden kaç senedir bir şey yapamıyoruz onlarla.
AUDUBON: Şu Jeanne d'Arc hikâyesini geri getirsek gündeme? Sonra, Fachoda krizi vardı mesela, o da olur.
LEON: Ne Fachodası be? Yok artık, Mers-el Kebir Savaşı var, onu hortlatalım istersen? Öf, bırak, iş çıkmaz onlardan.
KORKİLOFF: İtalya?
LEON: Onlar bizden sayılır, rakip lazım bize.
JACKSON: Bir kere bizden umudu kesin. Bizim çocuklar ölür de bir daha Fransa'ya adım atmazlar. 44'de gelenleri soyup soğana çevirdiniz resmen. Üstelik Fransızların alayı dinsiz...
LEON: Tüh be tüh... Bizim iş yattı desenize.
CHING: Hiç yatar mı sizin işler? Lütfen güldürmeyin beni çok saygıdeğer Plantin. Afrika ne güne duruyor?
LEON: Afrika mı?
CHING: Afrika tabii, açsanıza bir savaş Fas'a, Cezayir'e! Siz öyle şanlı bir milletsiniz ki kendi kendinize bile hallederseniz bu işi! Fethedilmeyi bekleyen dünya kadar toprak...
LEON: (Audubon'a bakarak) Eee adam haklı!
AUDUBON: Haklı!
LEON: Fikir muhteşem!
AUDUBON: Muhteşem!
CHING: İzin verirseniz tavsiye niteliğinde naçizane bir fikrimi daha eklemek isterim...
AUDUBON: Ah söyleyin Ching, söyleyin, n'olur söyleyin!
CHING: (Eğilerek) Ching-Ping-Ting, zahmet olmazsa.
LEON: Tamam söyleyin şunu Ching-Ping-Ting-Ling-Ding!
CHING: Gördüğüm kadarıyla Afrika işine aklımız yattı, eh madem öyle, mütevazı ülkem de katkıda bulunmaktan geri kalmak istemez... Bir tümen de biz göndeririz.
KORKİLOFF: Bir tümen de bizden!
JACKSON: Süper! Bakın aklıma ne geldi, biz de elimizde ne kadar zenci varsa, hepsini bir birliğe toplar göndeririz! Ha bu arada sakın Cezayir'de, Fas'da durayım demeyin! Değil mi canım bütün Afrika dururken! Böylece şu ırkçılık meselesini de kökünden halletmiş oluruz; biz size bizim zencileri yollarız, onlar sizin zencileri gebertir, sonra onların yerine geçip Afrika'da kalırlar, sonra biz yenilerini göndeririz, böyle birkaç tur yaptık mı mesele hallolmuştur.
LEON: Hımm... Ne diyebilirim, harikulade.
AUDUBON: Evet! Evet! (Şevke gelir, kendinden geçer) Savaş! Katliam! Dövüş! Piyadeler! Ping! Ping! AaahL bojole Plantin, bojole...
LEON: (Ayağa kalkar) Fransa Cumhuriyeti hükümeti adına, ulusal çıkarlarımızı ilgilendiren son derece mühim bir soruna getirdiğiniz çözümler için sizlere teşekkür etmekten onur duyuyorum. General Ching- Ping-Ting, zat-ı alinizi şeref madalyasıyla ödüllendirdiğimi keyifle arz ederim.
CHING: O şerefe beş defa nail oldum zaten... Ama fazlasının ziyanı yok, kabul ederim... Yine memnuniyetle tabii…