Lukretius
09 Mart 2019
Dinin siyasete alet edilmesi
Günümüzde dinin siyasete alet edilmesini sık sık görüyor ve yaşıyoruz. Tabii ki dinin siyasete alet edilmesi yeni olmuyor. Dinin siyasete alet edilmesi neredeyse din kadar eskiye dayanıyor. Örnekleri çokça bulunuyor.
Yakın tarihe bakacak olursak; Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanı ve AKP Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Kasım, bir seçim öncesi dini siyasete alet etmenin en uç örneğini veriyor. AKP Milletvekili Kasım; ‘'Erdoğan'ı desteklemenin imanın şartı'’ olduğunu söyleyerek, '’yarın mahşerde Allah'ın karşısına çıktığınız zaman, Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı size inşallah hiçbir hesap sormayacak'’ diye nutuk çekiyor. (Gazeteler, 04 Mart 2019) AKP Milletvekili Kasım, burada da kalmıyor. Bu sözleriyle dini siyasete alet ettiği yönündeki eleştirilere de cevap vererek şöyle konuşuyor: "Neden kullanmayayım ki arkadaşlar? Sen de kullan. Din benim tekelimde değil ki..." (Gazeteler, 08 Mart 2019)
Romalı bir şair ve filozof: Lukretius
Siyasetçinin bu sözü bana teee iki bin yıl önce, MÖ 95 - MÖ 55 yılları arasında yaşamış asıl adı Titus Lucretius Carus olan Romalı Şair ve Filozof Lucretius (Lukretius)u ve onun bir sözünü anımsatıyor:
‘’Bütün dinler; cahile aynı ölçüde ulvi, siyasetçiye aynı ölçüde kullanışlı, düşünüre aynı ölçüde gülünç gelir.’’
Burada da kalmaz devam eder Lukretius: ‘’Fazla din insanları kötülüklere ikna edebilir.’’ (Tantum religio potuit stuadere malorum) Lukretius bu sözü ile de teee iki bin yıl önceden insanları dini fanatizme karşı uyarıyor.
Madem ki söz Lukretius’a geldi. Devam edeyim o zaman.
Lukretius
Lukretius’un yaşamı konusunda fazla bir bilgi bulunmuyor. Umberto Eco, ‘’Antik Roma’’ (Çeviren Leyla Tonguç Basmacı, Alfa Yayınları) adlı eserinde Lukretius’un MS 94 yılında doğduğu, bir aşk iksiri içtikten sonra aklını kaybettiği, aklının başında olduğu anlarda, sonradan Cicero tarafından yayınlanan çeşitli kitaplar yazmasına müteakip 44 yaşındayken MS 134 yılında intihar ettiğini yazıyor. (s.367) Ancak bu bilgilerin de doğru olduğuna şüphe ile yaklaşılıyor. Şüphenin birincisi; MS 4. yüzyılda yaşamış olan Aelius Donatus adlı bir dil bilgisi uzmanı ‘’Vita Vergilii’’ (Vergilius'un Yaşamı) (Universitaire Bibliotheken Leiden, 2015) adlı eserinde Lukretius'un MÖ 98'de doğup MÖ 55'te öldüğünü belirtiyor. Şüphenin ikincisi de Lukretius’un intihar ettiği konusunun kesin olmadığı, bunun Lukretius’un din karşıtı olması nedeniyle Kilise tarafından uydurulduğu değerlendiriliyor.
Ayrıca Lukretius’tan Cicero da bahsediyor. Cicero, M.Ö. 54'te kardeşine yazdığı mektuplarda Lukretius'tan bahsediyor. Cicero, mektuplarında Lukretius’un şiir yeteneğini överek Lukretius için "deha parıltısı" ve "ince ustalık" gibi ifadeleri kullanıyor. Daha sonra Cicero bu mektupları ve başkalarına yazdığı diğer mektupları kitaplaştırıyor. (Cicero, ‘’Kardeşim Quintus'a Mektuplar’’, Hel Yayıncılık, 2016)
De Rerum Natura
Lukretius’un altı kitaptan oluşan, Latince yazdığı ‘’De Rerum Natura’’ (Latince olan bu sözcük; ‘’Doğa Üzerine’’, ‘’Şeylerin Doğası’’ veya ‘’Evrenin Özü Hakkında’’ olarak Türkçeye çevrilebiliyor) adında bir eseri bulunuyor. Lukretius bu eserinde, Helenistik felsefenin en önemli düşünürlerinden birisi olan Epikür’in (Epikuros) öğretisini açıklamaya çalışarak “yapıtaşlarından oluşan biçimlerin sürekli başkalaştığı, değiştiği” fikrini savunuyor. Roma’nın Stoacılıkla tanışmasına yardımcı oluyor. Lukretius, kozmosta ilahi nüfuz ve ilahi eylem fikrinin hâkim olduğu determinist Stoacı dünya görüşüne karşı çıkıyor. Eserde Epikuros'un fiziği, psikolojisi ve kültürel teorisi derine inmeden bahsediliyor.
Lukretius bu eserinde, dünyamızın tanrılar tarafından değil atomlar tarafından yaratıldığını, dünyanın yapısından, büyümesinden ve çürümesinden ve insanların ölüm korkusu olmadan ve sahte tanrı korkusu olmadan nasıl mutlu bir yaşam sürdürebileceklerinden şiirsel bir şekilde anlatıyor.
Lukretius bu eserinde, herhangi bir tanrının müdahalesi olmaksızın, toplumun ve kültürün ortaya çıkışının izini tamamen doğal nedenlere dayandırmaya çalışıyor. Buna göre insanlar başlangıçta hayvan benzeri bir durumda yaşıyorlardı; dilden, bilgiden ve sosyal uyumdan yoksundular ve bu durum daha sonra deneyimlerle gelişiyor. Sosyal gelişme insanların mantığı tarafından yönlendiriliyor. Devlet ‘’sözleşme teorisine’’ dayanarak yaratılıyor.
Lukretius’un bu eseri aslında Epikuros'un doğa felsefesini yansıtıyor. Lukretius, insanlara huzur ve dinginlik veren, insanların dünyadaki konumları, doğa ve varlık hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanan, dolayısıyla aydınlanma yoluyla aşılması gereken ölüm ve tanrı korkularını ortadan kaldıran bir felsefeyi aktarıyor. Lukretius, Antik Yunan'ın materyalist atom teorisinden etkilenen dini eleştiriyor: İnsanların yaşamlarının din altında şiddetle çiğnendiğinden, dinin, korkunç eylemlerin anası olduğundan, tanrıların insanların hayatlarına müdahale etmeye ne yetenekli ne de istekli olduğundan ve dünyanın, tanrılar tarafından yaratılmayacak kadar kusurlu olduğundan bahsediyor.
Birinci kitabın ilk 100 satırı, Venüs İlahisi olarak geçiyor ve en iyi Latince eserlerden birisi olarak değerlendiriliyor.
Lukretius’un eksik kalan yazılarını ölümünden bir süre sonra Cicero tamamlayıp, derleyip düzenliyor. Michel de Montaigne denemelerinde ve Seneca eserlerinde bu ünlü şairin sözlerine yer veriyor.
Kilise tarafından Aydınlanma Çağı’na kadar bahsettiğim gibi Lukretius’un delirmiş olduğu kabul ediliyor. Çevirmenlerin azizi olarak kabul edilen İncil’i Latinceye çeviren Aziz Jeremo, Lukretius'un şiirinin etkisinde kaldığını fark edince paniğe kapılıp tövbe ediyor.
Yeni tarihçilerden, Rönesans ve Shakespeare uzmanı, Harvard profesörü ve edebiyatçı Stephen Jay Greenblatts, Lukretius’u anlattığı ‘’Sapma’’ (Can Yayınları, 2013) adlı kitabında eserin ortaya çıkışını Rönesans’ın ve modern dünyanın başlangıcı olarak kabul ediyor.
Almanca’da De Rerum Natura
Lukretius’un bu kitabı 1417 yılında Almanya’da İtalyan bir bilim adamı ve erken Rönesans hümanisti olan Poggio Bracciolini (Tam adı: Gian Francesco Poggio Bracciolini) tarafından bir manastırda bulunuyor. Bu nedenle de Lukretius’un bu kitabı en çok ilgiyi Alman dünyasında görüyor.
Alman Latince çevirmeni (Übersetzer) Klaus Binder, ‘’Über die Natur der Dinge / De rerum natura’’ (Lambert Schneider in Herder, 2016) adlı eserinde Lukretius’un ‘’De rerum natura’’ adlı eserini Almanca düzyazıya çeviriyor. Bu kitapta, Latince orijinal metin ile düzyazı metin ilk kez yan yana yer alıyor.
Yine Alman Yazar Hugo Purmann, 1849 yılında ‘’Neue Beitrage Zur Kritik Des Lucretius’’ (Lukretius Eleştirisine Yeni Katkılar) (Kessinger Publishing, 2010) adlı eserini yayınlıyor. Hugo Purmann’ın bu kitabı Lukretius'un "De rerum natura" adlı eserinin eleştirel bir analizini içeriyor ve yeni anlayışlar ve yorumlar sunuyor. Purmann, özellikle eserde sunulan felsefi ve bilimsel fikirleri inceleyerek bunların antik Yunan ve Roma felsefesi bağlamında nasıl anlaşılması gerektiğini açıklıyor.
İngilizce’de De Rerum Natura
Lukretius’un ‘’De Rerum Natura’’ eserinin Latince olması ve anlaşılmasının zorluğu nedeniyle İngilizce dilinde daha çok bu eserden ya seçkiler sunuluyor ya da bölüm bölüm yayımlanıyor. Örneğin Bonnie A. Catto, "Lucretius: Selections from De Rerum Natura" (Bolchazy-Carducci Publishers, 1998) ve John Godwins, "Selections from the De Rerum Natura" (Bloomsbury Publishing, 2011) Lukretius’un eserinden seçkiler sunarken P.M. Browns "De Rerum Natura I" (Bristol Classical Press, 1991) ve C.D N. Costas "De Rerum Natura: V" (Oxford University Press, 2015) da eserden bölümleri (kitapları) yayımlıyor.
Türkçe’de De Rerum Natura
Lukretius’un bu kitabı Tomris Uyar'ın Turgut Uyar'la birlikte çevirisiyle ‘’De Rerum Natura, Evrenin Yapısı’’ (Norgunk Yayıncılık, 2011) adıyla Türkçe yayınlanıyor. Bu kitap ilk olarak ‘’Hürriyet Yayınları’’ (1974), daha sonra ‘’Arya Yayıncılık’’ (2011) ve son olarak da ‘’Varlığın Yapısı, De Rerum Natura’’ (İsmet Zeki Eyüboğlu’nun çevirisiyle Bilimya, 2017) adıyla yayımlanıyor.
Tomris Uyar'ın Turgut Uyar'la birlikte çevirisi ‘’De Rerum Natura Evrenin Yapısı’’
Tomris Uyar'ın Turgut Uyar'la birlikte çevirisi ‘’De Rerum Natura Evrenin Yapısı’’ kitabı Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazanıyor. Bunun üzerine Tomris Uyar Uyar kendi güncesi olan ‘’Gündökümü: Bir Uyumsuzun Notları’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2003) adlı iki ciltlik kitabında 28 Eylül 1975 tarihinde şunları yazıyor:
"… Ankara'da dostlardan anladığım kadarıyla, hepsi ödülü Lükrettin'in alışına en az bizim alışımız kadar sevinmiş. Çünkü seveni çok adamcağızın. Hayat dolu, zeki, anlayışlı bir arkadaş Lukretius, yaman bir şair üstelik; çeviri süresi içinde bildik bir dünyanın ötelerini sezdirdi bana. Onu çağdaşım diye düşünüyorum; bizim evde uzun süre kaldığı, gündelik yaşamımıza katıldığı için de Lükrettin adını taktım kendisine; kızacağını hiç sanmam. Bu hızlı günler boyunca, yanımdan hiç ayrılmadı. Boyuna onun şerefine bardaklar kalktı. Ben de sevincimi gölgeleyen şeyleri unutup keyiflenmeye çalıştım.’’
Kitabın tanıtım sayfasında şunlar yazıyor:
‘’Ünlü Latin şairi Lucretius (İ.Ö. 95-55) altı kitaptan ve 7400 dizeden oluşan Evrenin yapısı (De Rerum Natura) adlı yapıtında evrenin fiziksel niteliklerini ele alırken, maddeci Yunan filozofu Epikuros'un (İ.Ö. 341-271) insanları ölüm korkusundan kurtarmayı amaçlayan öğretisini açıklar. Lucretius da Epikuros gibi, her şeyden önce ahlakla, yani insanın doğru yaşamasıyla ilgili bir amacı ortaya koymak istiyordu. Bu amaç, insanoğlunun batıl inançlardan ve ölüm korkusundan sıyrılarak gönül rahatlığına kavuşması ve mutlu olmasıdır. İnsanın bu türden önyargılardan kurtulması için de düşüncesine ve aklına güvenmesinin, maddeci felsefeyi kabul etmesinin gerekli olduğunu düşünüyordu. Çağının bütün bilgilerini akıl ve gözlem süzgecinden geçirerek bir ansiklopedi ortaya koymak isteyen Lucretius, bunu şiirin ve hayalgücünün etkileyici havasıyla da pekiştirmek istemiş ve bugüne kadar benzerini görmediğimiz bir sanat eseri ortaya koymuştur. Evrenin Yapısı bugünkü bilimin çeşitli doğrularını bir öngörü halinde açıkladığı gibi, bilimle şiirin, doğru ile güzelin nasıl kaynaştırılabileceğini, hayranlık verecek biçimde açıklayan bir başyapıttır.’’
Lukretius kitabında Evren’in sınırsız ve küre biçiminde olduğunu savunuyor. Lukretius’un Evreninde, her biri canlılar gibi doğan, büyüyen ve ölen Dünya’lar bulunuyor. Lukretius, kitabında "Beden ve ruh, birlikte doğar ve birlikte ölürler, yani beden öldüğünde, ruh da ölecektir. O halde, öldükten sonra dirilme inancı yanlıştır" diyor. Ve Lukretius devam ediyor: "Canlılar, zamanla, değişim ve evrimleşmeye uğrayarak, basitten karmaşıklığa doğru giderler."
Lukretius ‘’hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağı ve hiçbir şeyin ortadan kaldırılamayacağı’’ fikrini savunuyor. Varlığı madde ve boşluk olmak üzere iki parçaya ayırarak, bunlardan maddenin atomlardan meydana geldiğini öne sürerek şeylerin sonsuz sayıda küçük parçacıklardan oluştuğunu iddia ediyor. Lukretius, daha sonra cismi de, bileşik ve basit diye, ikiye ayırıyor. Bunlardan bileşik cisimler nesnelere, şeylere karşılık geliyor; buna karşın, basit cisimler ise atomlar oluyor. Lukretius, maddenin temel yapı taşı olan atomların sınırlı türlere sahip olduğunu, fakat sınırsız sayıda olduklarını iddia ediyor. Lukretius'a göre insan da, bir beden ve ruhtan oluşuyor ama aynı maddeden ya da atomlardan meydana geliyor. Fakat Lukretius, ruhu oluşturan atomların bedendeki atomlardan daha ince bir yapıya sahip olduğunu ifade ediyor.
Aşağıdaki bölümü olduğu gibi Tomris Uyar'ın Turgut Uyar'la birlikte çevirisi olan Lukretius’un kitabından alıyorum:
“Her şey görünmez parçacıklardan oluşur. Maddenin temel parçacıkları –‘şeylerin tohumları’– ebedidir. Temel parçacıklar sayıca sonsuz ama şekil ve boyut bakımından sonludur. Evrenin bir yaratıcısı veya tasarlayıcısı yoktur. Her şey, bir sapmanın sonucunda meydana gelir. Özgür iradenin kaynağı sapmadır. Doğa durmadan deney yapar. Ruh ölümlüdür. Ölümden sonra hayat yoktur. Tüm örgütlü dinler hurafelerle dolu yanılgılardır. Dinler şaşmaz biçimde zalimdir. Melekler, şeytanlar, hayaletler yoktur. İnsan hayatının en yüksek amacı, hazzı artırmak ve acıyı azaltmaktır. Hazzın önündeki en büyük engel acı değil, yanılgılardır.”
‘’Nasılsa değişmiyor yaşamımızın çerçevesi
Ve yeni bir tat sunmuyor doğa
Yaşamakta direnenlere.
Ne değerli oluyor
Elde edemediklerimiz
Bir kere de elde ettik mi, başka şeye yöneliyor tutku.
Dinmez, onulmaz bir susuzlukla bağlıyız yaşama
Ama gelecek ne getirirmiş, orasını bilmiyoruz.’’
''Her şey birbiriyle sınırlandırılmış, görüyoruz:
Hava tepelerle ve tepeler havayla.
Toprak sınır çiziyor denize, deniz karalara,
Oysa evreni sınırlayacak bir şey yok dışında.
Sınırsız uçurumun boşluğu bundandır
Öyle ki şimşekler bile geçemez onu.''
"Varlıklar hiçlikten doğamaz, Memmius! (*)
ve hiçliğe dönmeyeceklerdir doğduktan sonra.
belki kuşkulanıyorsun dediklerimden
çünkü gözle görülmez sözünü ettiğim atomlar
sana bir kanıt daha: görülmedikleri halde
varlıklarını kabulleneceğin gövdeler üstüne."
(*) Memmius; Romalı hatip, şair, Lukretius’un arkadaşı.
Bu düşünceleri geliştiren Lukretius, daha yazması gereken çok şey varken, 50 yaşındayken vefat ediyor.
Lukretius’un kitabında, yazım içinde verdiğim sözleri dışında başka sözleri de bulunuyor:
Lukretius’un sözleri
‘’Evren değişmez yasalara mahkumdur. Doğaüstü korkulara yer yoktur. İnsan atomlardan meydana gelmiş bir bileşimdir ve içinden çıktığı boşluğa geri dönecektir.’’
‘’İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini ve hayat meşalesini birbirine devreder koşucular gibi.’’
‘’Aklı ve gerçekleri kullanan bir insan mükemmele erişecektir. Doğa, insanın akıl gücüne bir sınırlama getirmemiştir.’’
‘’Çocukların kör karanlıktan korktuğu gibi biz de aydınlıktan korkarız.’’
‘’Bazı şeyler değiştiğinde ve uygun sınırlarını aştığında, bu o değişimin ölümü olur.’’
‘’Hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz? Daha yaşayıp da ne yapacaksınız?’’
‘’Ben Tanrı'ya inanırım, çünkü eğer yoksa ona inanmakla hiçbir şey kaybetmem, ama eğer varsa inanmamakla çok şey kaybederim.’’
‘’Her şey değişir ve hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Doğa her şeyi değiştirir ve her şeyin şeklini değiştirmeye zorlar.’’
‘’Doğanlar, hem yaşamayı hem de ölümü kabullenirler ve arkalarında çocuklar bırakırlar. Böylece ölüm, yeniden doğar.’’
‘’Ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz.’’
‘’Mademki ölümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin.’’
‘’Neden ölümden korkayım ki? Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok.’’
(Bu sözün benzerini Ömer Hayyam da söylüyor:
"Ben olmayınca bu güller bu selviler yok,
Kızıl dudaklar mis kokulu şaraplar yok,
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok,
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok." )
"Ömrün bitince her şey seninle yok olur."
"Doğanın çekirdeği kişilerin yüreğinde değil midir?"
"Zekâ bocalar, dil sürçer, zihin tökezler."
‘’Gittiğimiz yerlere zincirlerimizi de götürürüz kendimizle birlikte. Hiçbir zaman tam bir özgürlük değil kavuştuğumuz. Durup bakarız bırakıp gittiklerimize; hep onlarla dolu kalır düşlerimiz.’’
‘’Niçin hayat sofrasından, karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun? Niçin günlerine yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?"
‘’Birer hasta adamız hepimiz, hastalığımızın kaynağından habersiz, bazılarımız öfkesini bilmiyor, bazılarımız suçunu, bazılarımız hatasını, bazılarımız nefretini, acınacak haldeyiz, hastalığımızın kaynağını bilmiyoruz.’’
Fazla din
Girişte verdiğim gibi ne demişti Lukretius: ‘’Fazla din insanları kötülüklere ikna edebilir.’’ Son yirmi yılın istatistiklerine bir bakın! Son yirmi yılda ülkede cinayetler, hırsızlıklar, yolsuzluklar, tecavüzler, fuhuş, kumar neden artıyor zannediyorsunuz ki? Lukretius, zaten nedenini teee iki bin yıl önceden söylüyor.
Muhtemel ki dini istismar edenler, Lukretius’un ‘’Fazla din insanları kötülüklere ikna edebilir’’ sözüne Lukretius tanrıya inanmıyor diye inanmayacaklar. O halde onlara anlayacakları dilden anlatayım: İbnü’l Arabî ‘’Fütûhât-ı Mekkiye’’ (Esma Yayınları, 2001) adlı eserinde Sebte kentinde rastladığı hocası İbn’üs Sâig’ten aktarıyor: ‘’Dünyayı def ve flüt ile yiyip bitirmek, benim indimde din ile yiyip bitirmekten daha iyidir. Elinden geldiği kadar dince lânet etmekten kaçın.’’ Bu sözü günümüzde anlayabilecek kaç din adamı ve kaç siyaset erbabı vardır acaba? Değil mi?
Sanki gündemde başka konu yokmuş gibi bu konuyu böylesine uzun uzun anlatmak da bana kalıyor.
Osman AYDOĞAN