Bir seçimin ardından…
03 Nisan 2019
Türkiye 31 Mart 2019 Pazar günü yaptığı yerel seçimleri geride bıraktı. Gerek yazılı gerekse görsel basında bir siyasi partinin bu seçimdeki oy kaybının değişik nedenleri üzerine mebzul miktarda çok deriiiiiiiin analizler yapılmaktadır. Siz o derin analizlere kulak asmayın. Bu kaybın tek bir sebebi vardır. Bu sebebi bulmak için de her zaman olduğu gibi teeee yedi yüzyıl geriye gidip dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tarihçisinin kapısının çalmam ve onun en büyük eserinin sayfalarını çevirmem gerekiyor.
Kapısını çalacağım bu büyük tarihçi İbn-i Haldun, sayfalarını çevireceğim onun o muazzam eserinin adı da ‘’Mukaddime’’dir.
İbn-i Haldun (1332 – 1406), modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl Tunuslu çok yönlü İslam – Arap düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir. Kendine özgü ekonomik ve mali görüşleri olmakla beraber daha çok tarihçi, sosyolog, felsefeci ve siyasi bilimci olarak tanınmaktadır.
Arnold Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle derdi: "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi." Düşünür Cemil Meriç de İbn-i Haldun’u şöyle tanımlar: “Ortaçağın karanlık gecesinde muhteşem ve münzevi bir yıldız; ne öncüsü var ne devamcısı. Mukaddime, çağları aydınlatan bir fecir; girdapları, mağaraları, zirveleriyle…”
İbn-i Haldun’un bilimsel alanlardaki görüşleri, girişte benim ve bu sözünde Cemil Meriç’in bahsettiği ‘’Mukaddime’’ (Dergah Yayınları, 2013) isimli eserinde yer almaktadır. İbn-i Haldun bu eserinde, esas itibariyle tarihi temel alarak toplumların sosyal, siyasal ve ekonomik yapılarını inceleme konusu yapmıştır.
‘’Mukaddime’’ İbn-i Haldun'un en ünlü eseridir. İbn-i Haldun, ‘’Mukaddime’'yi büyük tarih kitabı ‘’Kitâbu’l-İber’'in birinci cildi olarak tasarlar. ‘’Kitâbu’l-İber’’ yedi ciltlik bir kitap olur. Ancak bu yedi ciltlik kitabın birinci cildi olarak planlanan "Kitab-ı Evvel", İbn-i Haldun, henüz hayatta iken ‘’Mukaddime’’ adıyla sanki ayrı bir esermiş gibi anılmaya başlanır ve İbn-i Haldun'un kendisi de bunu benimser.
İbn-i Haldun, ‘’Mukaddime’’sinde siyaset biliminin temel inceleme konularından biri olan “devlet”i canlı bir varlık gibi kabul eder. Ona göre devlet de insan gibi doğar, büyür, gelişir ve gerekli önlemler alınmazsa yıkılır ve yerine yeni bir devlet kurulur. İbn-i Haldun devlet üzerinde görüşlerini ‘’Mukaddime’’sinde şu şekilde açıklar:
“Devlet, insan tabiatının bir gereğidir. Çünkü ona göre insan tabiatı hem toplu yaşamaya hem de bir hâkimiyet altında bulunmaya muhtaçtır. Devlet ile toplum arasında sıkı bir ilişki vardır ve bu ilişki felsefedeki madde ile şeklin münasebeti gibidir. Bundan dolayıdır ki, birindeki çözülme diğerinin de çözülmesini etkiler. Devletin olmadığı yerde anarşi olur. Anarşinin olduğu yerde hayat olmaz.’’
İbn-i Haldun, ‘’Mukaddime’’sinde devletin unsurlarını şu şekilde belirler: Irk, vergi toplama, hudutları koruma, hâkimiyet ve kanun koymadır. İbn-i Haldun’un ırktan kastettiği nüfus ve kültürdür. İbn-i Haldun’a göre devlet bu unsur üzerine kurulur. Bu unsuru onda “asabiyet” temsil eder. İbn-i Haldun ‘’Mukaddime’’sinde devleti ‘’kültür’’ ve ‘’ekonomi’’ üzerine dayandırır. Bu görüşünü şu şekilde ifade eder: “Bir devlette iki esasın mevcudiyeti zaruridir. Birincisi ‘asabiyettir’ ki asker ve ordu bunun özünü teşkil eder. İkincisi ‘mal ve para’dır. Aksaklık ve bozulma da önce bu iki esasa arız olur.’’
Devleti bu şekilde tanımlayan İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde şöyle bir tez ortaya atar:
''Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. İslam coğrafyasında kurulan devletler ortalama 100 ila 120 yıl yaşarlar. Bir devlet kurulduğunda, şehirleşmiş medeni unsurlar yönetir, onun dışındaki bedeviler devlete karşıdır. Şehirleşenler zamanla mücadele etmeyi bırakır ve bedevilere yenilirler. Devlet yönetimine gelen bedeviler zamanla medenileşir, onların dışında yeni bedevi gruplar oluşur. Sonra yönetime yeniler gelir. Bu döngü her 20-25 yılda bir tekrarlanır. En çok 4 ya da 5 kez sürer, devamında devlet çöker.''
Benzer şekilde İngiliz felsefecisi Thomas Hobbes (1588 – 1679) de ünlü eseri Leviathan’da (Yapı Kredi Yayınları, 1993) devletin yıkılmasını, çöküşünü şöyle anlatır:
‘’Yönetim ilkeleri zaman içinde değişebilir, hükumetler değişebilir, bakanlar değişebilir, insanların karakterini değiştiren gelişmeler olabilir, insanların tutkuları, düşünceleri, yaşları, sağlıkları değişebilir, egemenleri ve bakanları hep değişebilir. Bir yönetim bu değişimlerle, kimi zaman gururlu ve güçlü, kimi zaman ise zayıf, bazen aydınların, bazen ise cahillerin elinde olabilir; bir yükselir, bir alçalır, yeniden yükselir, baş aşağı gider ve bütün bu düzensiz git-gellerden sonra atılım gücünü kaybeder, duraklar, sonunda da dağılır ve biter.’’
İbn-i Haldun, ‘’Mukaddime’’sinde dile getirdiği bu tezinde devletin çöküşü esnasında beş aşamanın bulunduğunu belirtir. İbn-i Haldun, bu aşamaları da şu şekilde sıralar: Zafer, istibdat, ferağ (istirahat, dinlenme), müsâlemet (huzur, barış) ve israf. Devletlerin geçirdiği bu beş aşama Batı’nın doğrusal tarih anlayışının aksine döngüsel olarak her 20 – 25 yılda bir devam eder.
İbn-i Haldun devletlerin geçirdiği bu aşamaların temel özelliklerini şu şekilde anlatır:
1. Zafer aşamasında, rakiplerin yenilerek hâkimiyetin ele geçirildiği fakat devlet teşkilatlanmasının henüz tamamlanmadığı devredir. Bu devrede aile ve din bağları güçlüdür.
2. İstibdat aşamasında hükümdarın yönetimde kontrolü tamamen kendi eline aldığı, iktidarı kimseyle paylaşmadığı, hükümdarın iktidarı tekeline almaya başladığı dönemdir. Burada artık kurum ve kurallarıyla bir devletin oluşmaya başladığı dönemdir.
3. İktidarın iyice pekişmiş olduğu ve ‘‘ferağ’’ adı verilen üçüncü devrede ise artık iktidarın nimetlerinden yararlanılmaya başlanılmaktadır. Bu dönem (ferağ), rahatlık ve sükûnet çağıdır. Bir yandan da yönetim tarafından gösterişin, şatafatın, lüks ve debdebenin öğrenildiği dönemdir. Bu aşamada hükümdar lüks ve debdebeyi kendi otoritesini ve kişisel gereksinimlerini karşılamak için kullanır. Hükümdar kendi otoritesini koruyacak paralı askerlere bu aşamada başvurur. Kısacası bu dönem dinlenme ve rahatlık dönemidir.
4. Müsâlemet (huzur, barış) devresinde kanaat ve barış hâkim olup önceki hükümdarların örnek alınmasıyla iktidarın sürdürülmesi ve devletin yaşatılmaya çalışılmasının güvenli bir yol olduğuna inanılır. Öncekilerin kurduğu düzene de kanaat edilir. Bu aşama, doyum, tatmin, kendini beğenme ve kibir ile geçmektedir. Lüks, rahat yaşama ve kibir artık bir alışkanlık ve yaşam biçimi olmuştur. Hükümdar ve yakınları bu durumun sonsuza değin süreceği inancındadırlar.
5. İsraf döneminde ise devlet bir sona doğru ilerlemeye başlar. Devletin çöküş aşaması bu dönemde başlamaktadır. Hükümdar ve çevresi, öncekilerin biriktirdiği serveti telef ederler. Görevler, ehil olmayanlara dağıtılır. Ordu bozulur. Zevk düşkünlüğü arttığı için gelirler giderleri karşılayamaz. Bu aşama aynı zamanda din ve dayanışmanın sayesinde başlangıçta sağlanan yaşamsal güçlerin, hısımlığın (asabiyet) tahrip edildiği dönemdir. Hükümdar, artan israf sonucu satın aldığı destekçilerinin desteğinin ve vazgeçmediği lüksünün devamı için vergileri artırmak zorundadır. Konfor ve lüksün tükettiği alışkanlıklar fiziki zaafların ve kötü huyların yayılmasına neden olmaktadır. Devlet kendi içinde çözülmeye başlamıştır. Az sonra da dışardan gelen genç ve sağlıklı bir grubun istilası ile devlet yağı bitmiş bir lambanın fitiline benzer şekilde söneeer gider...
İşte İbn-i Haldun bir devletin çöküşünü ''Mukaddime''sinde böyle anlatıyor...
İbn-i Haldun’un öne sürdüğü bu tez evrenseldir ve devletlerden şirketlere, kurumlardan, kuruluşlardan partilere ve gerçek kişilere uyarlanabilir. İbn-i Haldun'un 5. safhada ''dışarıdan gelen grup'' olarak bahsettiği grubu; dışarıdan değil de içeriden bir diğer siyasi parti, bir diğer kurum, bir diğer kuruluş veya bir diğer şirket veya bir diğer gerçek kişi olarak günümüze uyarlamamız gerektiğini düşünüyorum.
Gerek yazılı gerekse görsel basında mebzul miktarda bu seçim üzerine bir siyasi partinin oy kaybının değişik nedenleri üzerine çooook derin analizler yapılmaktadır. Siz girişte de söylediğim gibi o derin analizlere kulak asmayın. Çöküşün tek sebebini teeee yedi yüzyıl geriden Büyük Tarihçi İbn-i Haldun işte böyle açıklamaktadır. Çöküşün tek sebebi budur... Gerisi laf-ü güzaftır...
Bu noktada bir hususa açıklama getirmem gerekiyor. Bu anlattığım bu beş safha, İbn-i Haldun’un anlattığı döngüsel olarak tekrarlanan 20 - 25 yıllık süre için geçerlidir. İbn-i Haldun, 20 -25 yıldan sonra gelen müteakip yeni yönetimin de benzer süreçleri yaşadığını, bu döngünün dört ila beş kez tekrarlanmasından sonra da devletin çöktüğünü ifade eder.
Bu noktada isterseniz yazımda bahsettiğim Thomas Hobbes’in ‘’Leviathan’’nında dile getirdiği tezini bir daha okuyun. Sonra da İbn-i Haldun’un tezini bir daha düşünün. En sonunda da Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923, 1950, 1960, 1980, 2002 ve 2023 yıllarını tarihin diyalektik sarkacı ve İbn-i Haldun’un bu döngüsel süreci içerisinde değerlendirin. 2023 yılının ise Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olduğunu hatırlayın. Sonra da tehlike neredeymiş, beka sorunu neymiş bir üzerinde düşünün…
Bu yazı bir siyasi partinin oy kaybının analizinden çok öte bir yazıdır. Bu yazı Türk devlet yapısının, siyaset sosyolojisinin ve demokrasinin kronik hastalığından bahseder ve bu nedenle de önündeki bekleyen tehlikeden haber verir. Bana da sadece bu tehlikeyi ‘’arz etmek’’ düşer…
Zaten haber verirdi geleceği İbn-i Haldun bahsi geçen o muazzam eseri ‘’Mukaddime’’sinde: “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.”
Osman AYDOĞAN