• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam300
Toplam Ziyaret3335232

Vech-i yâre dûş olan âlemde seyran istemez


Vech-i yâre dûş olan âlemde seyran istemez

30 Aralık 2020


Dîvân edebiyatı yazı serime bugün de bilinmeyen bir Osmanlı tasavvuf düşünürü ve şairinden bahsederek devam edeyim.

Kuşadalı İbrahim Halvetî

Adı: İbrahim Halvetî. “Kuşadavî’’ ve ‘’Adaviyye“ mahlasları ile tanınır. Kısaca İbrahim Halvetî veya Kuşadalı İbrahim Efendi diye tanınır. İbrahim Halvetî Aydın vilâyetinin Kuşadası kasabasına bağlı Çınar köyünde 1774 yılında doğar ve 1847 yılında haç dönüşü vefat eder.  


İbrahim Halvetî okuma yazmayı annesinden öğrenir, düzenli öğrenim hayatına ise Denizli’de devam eder. Daha sonra İstanbul’a giderek Fatih’teki Feyziyye Medresesine kaydolarak medrese tahsilini orada tamamlar. Medrese tahsilinin son yıllarında tasavvufa yönelir.

İbrahim Halvetî’nin İstanbul’da yaşadığı sürece Çarşamba’daki evinin bulunduğu yer Serasker Ali Saib Paşa konağının bahçesinde kalır. Yerine sonradan da bir mescid inşa edilir.

İbrahim Halvetî devrinin en büyük tasavvuf âlimlerinden biri olmasına rağmen kitap şeklinde bir eser bırakmaz. Ondan yazı cinsinden bugüne kalan müritlerine yazdığı mektuplar ve birkaç nutk-i şerîfleridir. ''Nutk'', Osmanlıca bir sözcük olup, dervişlerce büyüklerin manzum sözleridir.

Vefatından sonra mensupları tarafından kopya edilerek derlenen ve büyük bir bölümü Milli Kütüphane ile Millet Kütüphanesi'nde bulunan mektuplarının sayısı, çeşitli kütüphanelerde ve özel şahısların elindeki diğer mektuplarla birlikte, 143 adede ulaşır.

Ahmed Cevdet Paşa meşhur eseri Tezâkir’de Kuşadalı İbrahim Efendi'y’i şöyle anlatır (Tezâkir, 4.Cild, sayfa 15):

‘’...Kuşadalı İbrahim Efendi ol asrın en büyük âdemlerinden zâhir ü bâtını ma'mûr bir zât idi. Büyük küçük pek çok kimseler kendisinden ahz-i dest-i inâbetle ona mürîd olmuşlar idi. Vüzerâdan ve ricâlden pekçok zevât konağına gelip huzûruna girmek üzere sofada nöbet beklerler idi. Sôfiyye mesleğine sâlik olmadığımız halde biz de komşuluk hasebiyle gidip görüşürdük ve en büyük hoca efendilerden halledemediğimiz şübühâtı ondan istikşâf ile hallederdik. Ulûm-i âlîyeden ve ale'l-husûs tefâsirden hangi mebhas açılsa fevka'l-âde tedkîk eyler ve hâtırlara gelmedik nüket ü mezâyâ söyler idi...’’

Yaşar Nuri Öztürk de Kuşadalı İbrahim Halvetî’yi şöyle anlatır ve Kuşadalı İbrahim Halvetî’nin tekkeler hakkındaki bir sözüne yer verir:


“… Kuşadalı, Osmanlı saltanat çevrelerince de irfan ve din çevrelerince de Ariflerin kutbu, kutsal gönüllü mürşit gibi unvanlarla anılmış ve 19. Yüzyıl tasavvuf hayatının tartışmasız önderi kabul edilmiş bir büyük insandır. Bu Kuşadalı İbrahim Halvetî, Atatürk’ten yüz küsur sene önce, tekkelerden söz ederken şu mealde konuşuyor: ‘Tekkelerde artık hayır kalmamıştır. Bunların kaldırılması lazımdır. Bunlardan artık insanlığa da, İslam’a da hiçbir hayır gelmez. Çünkü tekkeleri, meyhane ve kerhaneye dönüştürdüler.’ ‘’ (Yaşar Nuri Öztürk, ‘’Allah ile Aldatmak’’, Yeni Boyut Yayınları, 2008, s.158-159) Tekkeler hakkında bu düşüncede olan İbrahim Halvetî, tekkesi yanınca ceketini alıp çıkar ve öğrencilerinin isteklerine rağmen bir daha da tekke yaptırmaz.

Kuşadalı İbrahim Halvetî'yi en iyi Yaşar Nuri Öztürk, ‘’Kuşadalı İbrahim Halveti’’ (Yeni Boyut Yayınları, 1997) adlı kitabında anlatır. Yaşar Nuri Öztürk, kitabında Kuşadalı İbrahim Halveti hakkında şunları yazar:


‘’Devrinde ‘Âriflerin Kutbu’ diye anılan Kuşadalı İbrahim Halvetî Türk mutasavvıfları arasın-da ayrı bir yere sahiptir. Yaşadığı devrin sosyal ve siyasal hayatı üzerinde dini-tasavvufi düşünceleriyle derin etkiler yapmış bulunan Kuşadalı, özellikle II. Mahmud devrinin, yeniçerilik ve Bektaşiliği ortadan kaldırmayı amaçlayan icraatında hâkim olduğunu gördüğümüz dinî fikrin baş temsilcisidir. Devletin ilmî-siyasî kilit noktalarına yerleşen kişiler üzerindeki etkileriyle toplumun kaderinde rol almış bulunan Kuşadalı, bu bakımdan da üzerinde durulması gereken bir düşünürdür. O, içlerinde ünlü Cevdet Paşa’nın da bulunduğu bir kadroya etkileriyle ilmiye üzerinde nüfuz sahibi olurken aralarında ‘Reîsü’l-Vüzera’ unvanını almış Namık Paşa, Şam Valisi Hacı Ali Paşa vs. gibi önemli kişilerin bulunduğu devlet adamları üzerinde kurduğu hâkimiyetle de siyasi hayatta etkili olmuştur. 19. asrın en büyük devlet adamlarından biri olarak tescil edilmiş bulunan ve bütün bu asır boyunca İmparatorluğa eşsiz hizmetler sağlayan Namık Paşa’nın fikir babası ve mürşidi, Kuşadalı’dır.’’

Vech-i yâre dûş olan âlemde seyrân istemez

Kuşadalı İbrahim’den günümüze  “Vech-i yâre dûş olan âlemde seyrân istemez''  mısrâsı ile başlayan ve “Nutk-i Şerif'' olarak da bilinen meşhur bir şiiri ulaşmıştır. Bu şiirin genellikle aşağıdaki ilk iki beyti bilinir. Yazımın sonunda ''Nutk-i Şerîf’'in tamamını ve Mehmed Şemseddin Mısrî'nin yazdığı ''Tahmîs-i Nutk-i Şerîf'’i veriyorum. 

Kaleme alınan bu şiir kimi musikişinaslarca değişik usullerde bestelenir. Bu eserlerin bağlantılarını da yazımın sonunda veriyorum.

Yazmasam olmazdı. Bu musikiler eşliğinde, günlerdir zihnimde, beynimde dönüp duruyordu bu dizeler:

‘’Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân istemez 
Cânını cânâne teslîm eyleyen cân istemez.

Bu misâfirhânenin fânîliğin fehm eyleyen 
Hâne-i kalbinde Hakk'dan gayrı mihmân istemez.’’ 

(Yârin yüzüne bağlanan, dünyada başka şeyi seyretmez.
Cânını cânâna teslim eyleyen cân istemez.

Bu misafirhanenin geçiciliğini anlayan,
Kalp evinde Allah’tan başka misafir istemez.) 

Osman AYDOĞAN

''Vech-i yâre dûş olan âlemde seyrân istemez'' değişik besteleri

Sûz-i Dil Gazel: 

https://www.youtube.com/watch?v=Zdl7qfscHFc

Kaside olarak:
https://www.youtube.com/watch?v=ovMbx0QBob8

Halveti İlahisi:
https://www.youtube.com/watch?v=rM_W8vgUkGo

Müstear İlahi, Gönül Makamı: 
https://www.youtube.com/watch?v=JtX7yYdInpQ

Vech-i yâre dûş olan âlemde seyrân istemez

Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân istemez 

Cânını cânâne teslîm eyleyen cân istemez 

Bu misâfirhânenin fânîliğin fehm eyleyen 

Hâne-i kalbinde Hakk'dan gayrı mihmân istemez 

Cennet içre tamudan korkar mı Hakk'ın âşıkı

Hak budur erbâb-ı aşka hûr u gılmân istemez

Gerçi zâhir ilminin nef'i de vardır tâlibe 

Lîk esrâra erenler sûrî irfân istemez 

İrci'î âvâzı erdi mürg-i cânın sırrına

Bî-karâr oldu anınçün verd-i handân istemez 

Mâsivallahdan mücerred oldu İbrâhîm bugün 

Vârını dildâre verdi vasl u hicrân istemez

Tahmîs

İbrahim Efendi’nin bu Nutk-i Şerîf’ine, Mısrî Dergâhı'nın son şeyhi olan mutasavvıf şair ve yazar Mehmed Şemseddin Mısrî (Bursa, 1867- 1936) bir tahmîs yazmıştır. Bu Tahmis-i Nutk-i Şerîf’i de aşağıda sunuyorum.

Ancak ‘’Tahmîs-i Nutk-i Şerîf’’i sunmadan önce edebiyattaki ‘’Tahmîs’’ kavramını açıklamak istiyorum. Tahmîs, Arapça ‘’beş’’ anlamına gelen ‘’hamse’’ sözcüğünden türemiştir ve ‘’beşleme’’ anlamına gelir. Tahmîs; bir gazelin ya da bir kasidenin her beytinin önüne aynı vezin ve kafiyede üç mısra' eklenerek muhammes haline getirilmesidir. ‘’Muhammes’’ ise; Divan şiirinde beşliklerden oluşan bir nazım biçimidir. Muhanneste; her beşliğin dördüncü ve beşinci (veya sadece beşinci dizesi) diğer beşliklerin son dizesi ile uyaklıdır. Tahmîs'de, tahmîs edilen beyit ile eklenen mısralar arasında bir anlam kaynaşması olması zorunludur. Yoksa yapılan tahmîs başarılı sayılmaz.

Aşağıda verdiğim Tahmîs-i Nutk-i Şerîf’de koyu dizeler Nutk-i Şerîf’in orijinal halidir.

Tahmîs-i Nutk-i Şerîf

Derd-i aşktan zevk bulanlar derde dermen istemez

‘Min ledün’den ders alanlar Hakk’a burhân istemez
Devrini ikmâl edenler başka devrân istemez
Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân istemez 
Cânını cânâne teslîm eyleyen cân istemez 

Mâsivâyı terk edip bûy-ı bekâ şemm eyleyen

Ârif-i kâmil olup kendini âdem eyleyen
Mâl u mülkten fâide olmadığını cezm eyleyen
Bu misâfirhânenin fânîliğin fehm eyleyen 
Hâne-i kalbinde Hakk'dan gayrı mihmân istemez 

‘Min ledün’den verilir ilm-i meânî râgıba

Sırr-ı tevhiîde erenler bakmıyor bir canibe
Hâzıra kılmaz nazar îmân edenler gâibe
Gerçi zâhir ilminin nef'i de vardır tâlibe 
Lîk esrâra erenler sûrî irfân istemez 

Tâlib-i dîdâr olurlar Tanrı’nın sâdıkları

Eylemez pervâ cahîmden nâr-ı aşk yanıkları
Ehl-i tevhîd bildi Hak’dır onların sâikleri
Cennet ummaz tamudan korkmaz Hakk'ın âşıkları
Hak budur erbâb-ı aşka hûr-ı gılmân istemez

Ehl-i irfân bildi fânidir bu dünyâ-yı dûn

Etmedi meyl ü mahabbet mâsîvâya zî-fünûn
Şemsî-i Mısrî Hûdâ’dır Bâkî-i mevcûd çün
Mâsivallahdan mücerred oldu İbrâhîm bugün 
Vârını didâre teslîm vasl u hicrân istemez.

Mehmed Şemseddin Mısrî

23 Zilhicce 1344 / 4 Temmuz 1926

Hattat Mehmed Fehîm Efendi’nin hat eseriyle Nutk-i Şerif

Hatta Nutk-i Şerîf'in sadece ilk iki beyti yer almıştır.