1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı
01 Mayıs 2019
Türkçeyi çok iyi kullanan yazar ve şair Murathan Mungan’ın çok güzel bir şiiri bulunuyor; ‘’Eskidendi, çok eskiden.’’ Murathan Mungan’ın söylediği gibi hatırlar mısınız, eskiden çoook eskiden ‘’1 Mayıs İşçi Bayramı’’ görkemli törenlerle kutlanıyor. Şimdi ‘’nerede o bayramlar’’ der gibi ‘’şimdi nerede o törenler’’ diye hayıflanıyorsunuz değil mi?
Neden hayıflandığınızı anlatmadan önce kısaca 1 Mayıs İşçi Bayramının kısa bir tarihçesine bakmamız gerekiyor.
1 Mayıs İşçi Bayramı tarihçesi
Tarihte ilk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi'nden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenliyor. 1 Mayıs 1886'da da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bırakıyor. Değişik kentlerde binlerce siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüyor.
14 Temmuz - 21 Temmuz 1889 tarihlerinde toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada "Birlik, mücadele ve dayanışma günü " olarak kutlanmasına karar veriliyor.
Zamanla 8 saatlik işgünü birçok ülkede resmen kabul ediliyor. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazanıyor.
Türkiye’de 1 Mayıs İşçi Bayramı
1 Mayıs İşçi Bayramı Türkiye'de ilk kez 1923'te resmî olarak kutlanıyor. 1923 yılındaki bu kutlama için kadın şairimiz Yaşar Nezihe, Türkçe’deki ilk ‘’1 Mayıs İşçi Bayramı’’ şiirini ‘’1 Mayıs’’ başlığı ile Mayıs 1923’de kaleme alıyor. Bu şiiri yazımın sonunda veriyorum. (Şair Yaşar Nezihe’nin bu sayfada yazdığım Şükûfe Nihal gibi, İhsan Raif Hanım gibi hazin bir hikâyesi bulunuyor.)
İşçi Bayramı, 2008 Nisan'ında "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanması kabul ediliyor. 2009 Nisan’ında da TBMM'de kabul edilen yasa ile 1 Mayıs resmî tatil ilan ediliyor.
Şimdi gelelim baştaki hayıflanmamıza! Sadece bizde değil, tüm dünyada da 1 Mayıs İşçi Bayramları gittikçe sönük bir şekilde kutlanıyor.
Peki neden?
1989 dönüşümü
1989 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılması çok şeyi bitiriyor. Çift kutuplu dünya ile beraber çok şey de yitip gidiyor. Tek kutuplu dünyaya geçiliyor. Tek kutuplu dünya ile birlikte siyasetin ideolojik içeriği de sıfırlanıyor. Kapitalizm rakipsiz kalıyor. Küreselleşme icat ediliyor.
İnsanlar özgürleşiyor derken, tıpkı Roma döneminde olduğu gibi duvarlar yükseliyor. (Die festung Europa). Yine Roma döneminde olduğu gibi Avrupa dışındaki herkes barbarlar (Barbaren) olarak nitelendiriliyor.
1989 dönüşümü sonrası dünya
Bu tarihten sonra Avrupa solu, Avrupa siyaseti, Avrupa edebiyatı bocalıyor. Schröder’ler, Blair’ler, adları sol da olsa iktidarları boyunca hep neo liberal politikalar uyguluyor. Almanya’dan bir daha Heinrich Böll, Günter Grass, Thomas Mann, Fransa’dan bir daha Albert Camus, Jean Paul Sartre, Samuel Beckett, İngiltere’den bir daha Thomas More, Oscar Wilde, James Joyce, Thomas Stearns Eliot ve Virginia Woolf çıkmıyor, çıkamıyor.
Avrupa’ya yönelik göç dalgası, birbiri ardına gelen terörist saldırılar, milliyetçilik, ırkçılık akımları ve Brexit, Avrupa Birliği’nin iktidarsızlığını artırıyor.
İnternet teknolojisi ise bütün bu oluşumların üzerine tuz biber ekerek siyasette ‘’reality’’ ortamına prim veren iklimi yaratıyor. Özellikle siyasette küstahlığın, vasatlığın, kabalığın ve teşhirciliğin geçer akçe olduğu yeni bir iklim doğuyor. Bu şekilde bir ‘’meşhuriyet’’ çağı başlıyor.
İşte TV’lerde, boyalı basında gördüğünüz vıcık vıcık seviye, kişiliksizlik ve küstahlık bu iklimin ürünü oluyor! Bu sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyle yaşanıyor. Avrupa’dan ABD’ye, Rusya’dan Arap dünyasına kadar bu böyle oluyor.
Bütün bunların da sonucu olarak; “Batı” kapitalizminin krizi ve ABD dış politikasında da Soğuk Savaş’ın bitiminden beri görülen yalpalama ABD’de Trump’u yükseltiyor. Diğer ülkelerde de Rusya’da Putin, Macaristan’da Urban gibi Trump’ın birebir kopyaları ortaya çıkıyor.
Küreselleşme sonucu
Son olarak küreselleşmenin dayatmasına da insanlık; etnik-dini bir yeniden ‘’kavimleşme’’yle, ‘’ümmetleşme’’yle, ‘’ırkçılık’’ ve ‘’popülizm’’le yanıt veriyor. ‘’Sanayi kapitalizmi’’nin yerini ‘’finans kapitalizmi’’ alıyor. Sanayi kapitalizminin yapısı çöküyor. İşçi sınıfı bilinci kalmıyor. Sendikacılık tükeniyor. İktidara yamanmış ‘’sarı sendika’’ türü ortaya çıkıyor. Bunlar geleneksel siyasetin hep içeriğini dolduran kavramlardı. Gerek Avrupa’da ve gerekse de Türkiye’de bu değişimi anlayamayan, algılayamayan ve bu değişime göre politika belirleyemeyen ve çözüm getiremeyen sol ve sosyal demokrat içerikli partiler bocalıyor, kendi içinde bölünüyor ve ideoloji olmayınca çıkar nedeniyle kendi içlerinde kendileriyle kavga ediyor.
Ve Türkiye
Bu süreç Türkiye’de çok daha trajik yaşanıyor. 1980 sonrası Türkiye sağ ideolojiye teslim edilirken sol kendi içerisinde bölünüyor. Örneğin 1994 yerel seçimlerinde Ankara’da ve İstanbul’da sol tandanslı SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı adaylar çıkarıyor, merkez sağ da ANAP ve DYP diye bölününce her iki şehirde de dini referans alan partinin adayları kazanıyor. Ancak sol bundan ders almıyor. 1999 seçimlerinde de aynı hatayı tekrarlanıyor. Bundan daha da trajik olarak bu tabloya sebep olan sol siyasetçiler günümüze kadar hala itibar görmeye devam ediyor.
Böylece Türkiye'de Sol; CHP, SHP ve DSP adı altında üst üste aynı seçimlere girerek ülkeyi ''demokrasiyi hedefe ulaşınca inilecek bir tramvay olarak gören'' bir zihniyete iktidarı altın tepside sunuyor. Hatta Türk Solu'nun bir kısmı ''Hukuk''u böylesine bir zihniyetin emrine verecek bir anayasa değişikliğine ''yetmez ama evet'' diyebilecek kadar kullanılışlı olup idraksiz kalıyor. Türk Solu'nun bir kısmı da askerî darbeleri ''iyi darbe'' ve ''kötü darbe'' diye tasnif edebilecek kadar demokrasi bilincinden, ''Enverist'' karakterdeki darbeleri de ''Kemalist'' karakterde zannedecek kadar siyaset bilincinden ve ulusal davalarda da emperyalistlerin düşünceleriyle örtüşecek kadar da ulus ve tarih bilincinden yoksun kalıyor. Türk Solu’nun bir kısmı da liboş, bir kısmı da dönek, bir kısmı da ilkesiz hale geliyor. Ve Türk Solu her daim pratiği teoriye kurban ederek darbe üstüne darbe yiyor, yenilgi üstüne yenilgi yaşıyor ve halen de bocalamaya devam ediyor.
Neyse bu faslı kapatmamız gerekiyor. Yoksa bu liste sıralamakla bitmiyor.
Tüm bunların sonucu olarak da sol partiler sürekli oy kaybediyor. Bu şekilde de işçi sınıfının en büyük siyasi ve ideolojik desteği yok oluyor.
Günümüzde siyaset
Günümüzde bu şekilde ideolojisiz kalan işçi sendikaları da iktidarlara yamanıyor. Sarı sendika haline geliyor. İşçi ücretleri yerlerde sürünüyor. Kâr hırsı uğruna iş güvenliği ihmal ediliyor. Yüzlerce işçinin toprak altına gömüldüğü iş kazalarının hesapları sorulmuyor, bir ‘’fıtrat’’ sözcüğü ile üstü örtülüyor. İktidarın adamları yerlerde işçi tekmeliyor, ''açız'' diyen işçi kadına iktidar mensupları tarafından ''geber'' diye cevap veriliyor. İşçi sahipsiz, aç ve açıkta bırakılıyor. Bu konuları gündeme getirecek güçlü sol partiler, sivil toplum kuruluşları ve aydınlar da kalmıyor, onların yerine iktidardan beslenen dinci vakıflar, dinci STÖ’leri ve Körfez Harekâtının ‘’Embedded journalism’’i gibi ‘’saray gazeteciliği’’, ‘’saray aydını’’ ve ‘’embedded aydınlar” türüyor.
Sanayi kapitalizminin yapısı çöküp sanayi kapitalizminin yerini finans kapitalizmi alınca da ''para'' tek ilah haline geliyor. Emeğin, emekçinin değeri yok ediliyor. Böylece ortada işçi sınıfı bilinci kalmadığı gibi sonuçta işçi haklarını takip edecek güçlü sol partiler, güçlü sendikalar, güçlü STÖ ve güçlü siyasetçiler de kalmıyor. Kalmayanlar sedece bunlar da değil, insanlarda ''insanlık'' da kalmıyor. İnsanlar sadece pazarda değil hastanelerde, eğitim kurumlarında ve hayatın her alanında ''müşteri'' haline getiriliyor. Doğa katlediliyor. Kâr uğruna hava, su, çevre, insan kirletiliyor.
1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı kutlaması
Hal böyle olunca da ortada ne kutlanacak bayram kalıyor ne de bu bayramı kutlayacak heyecan kalıyor.
Her 1 Mayıs günü böyük böyük adamlar ''Emek en yüce değerdir...'' diye 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramını kutluyor. Bu sözle, bu sloganla işçi aldatılırken aynı zamanda emek sömürüsünün de üstü örtülerek bir taşla iki kuş vuruluyor.
Ben her ‘’1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’’nda Cem Karaca’nın 1968 yılında çıkardığı o meşhur ‘’Tamirci Çırağı’’ şarkısını hatırlarım. Bu şarkının bağlantısını da yazımın sonunda veriyorum:
‘’Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar
Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar..’’
Ama ben yine de tüm çalışanların, tüm emekçilerin bayramını canı gönülden kutlamak istiyorum:
‘’1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’’ kutlu olsun!
Osman AYDOĞAN
Cem Karaca; ‘’Tamirci Çırağı’’
https://www.youtube.com/watch?v=388-ZnlMoO4
Yaşar Nezihe Hanim’ın ‘’1 Mayıs’’ şiiri
Ey işçi…
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi…
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
ta’zim ile hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.
Yaşar Nezihe