Batı, İran ve Türkiye
Osman AYDOĞAN, 01 Aralık 2013
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’nın (P5+1) Cenevre’de 24 Kasım 2013 günü İran’la imzaladıkları nükleer anlaşma, İran ile Batı arasındaki 34 yıl önce başlayan gerginlikten bu yana kaydedilen en olumlu gelişmedir.
Bu anlaşmayla İran; kendisine karşı uygulanan bazı yaptırımların gevşetilmesi karşılığında, nükleer silah geliştirmesini somut biçimde engelleyecek denetlenebilir adımları önümüzdeki altı ay içinde atmayı kabul etmektedir. Bu süre zarfında da P5+1 ile İran arasında kapsamlı ve kalıcı bir nihai anlaşmaya varılması hedeflenmektedir. Bu anlaşmayla da zımnen de olsa Batı (ABD) İran’ın nükleer bir güç olma özelliğini kabul etmiş olmaktadırlar. Bu yönüyle bu anlaşma İran için diplomatik bir zafer niteliğindedir.
İran uzun yıllar ABD'nin şer eksenlerinden birisiydi. Daha bu yılın bahar aylarında Alman basını yaz sonu veya sonbahar başlangıcında ABD'nin İsrail'le veya İsrail'siz, eğer anlaşma olmazsa, nükleer programı nedeniyle İran'ı vuracağını yazıyordu. Böylesi bir harekâtta İran’ın muhtemel bir füze saldırısına karşı Kürecik ve İncirlik'e Patriotlar da bu maksatla getirilmişti.
Bu anlaşma (yumuşama) Obama yönetiminin Neocon'ların aksine diplomasiyi güç kullanımının önüne koyan dış siyasetinin yanında, İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif'in ustalıklı manevralarından kaynaklanmaktadır. Bu anlaşma ile İran sıkıştığı köşeden çıkma fırsatı yakalamıştır.
Görüşmeleri uzun yıllar süren bu anlaşma aslında ABD ile İran anlaşmasıdır ve bu anlaşmada BM Güvenlik Konseyinin ABD dışındaki diğer üyeleri ve Almanya arabuluculuk yapmışlardır. Başlangıçta Türkiye bu görüşmelerin tarafı sayılırken zaman içinde bu görüşmelerden dışlanmıştır. Türkiye ABD'nin sözde stratejik ortağıdır, İran'ın da kadim komşusudur. Ama Türkiye bu anlaşmada devre dışıdır, adı bile geçmemektedir.
Bu anlaşmanın bölgede Suriye'den, Irak'a ve Mısır'a, İsrail'den Suudi Arabistan'a ve Körfez ülkelerine yan etkileri olacağı açıktır. Bu anlaşma ile İran ''Yumuşak Şii Güç'' olarak Ortadoğu'da sahne almaya başlayacak ve öncelikle Irak ve Suriye'de söz sahibi olacaktır. Bu anlaşma ile İran dışlandığı dünya siyasetinden, dış politik yalnızlığından kurtulmuş, dünya siyasetine (ve de ekonomisine) entegrasyonunun kapısı aralanmış olacaktır. Bu anlaşma ile aynı zamanda ABD, Rusya ve İran arasında yeni bir denge oluşmuş ve bu dengede Türkiye dışlanmıştır.
İran dünya ile ilişkisini bu şekilde düzeltirken bu esnada Türkiye ise hem Batı ile ilişkilerini sorunlu bir döneme sokmuş hem de komşuları ve bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini neredeyse dondurmuştur. Bu dönemde Türkiye Atatürk’ün sağlıklı dış politikasını (Yurtta sulh, cihanda sulh) terk ederek Ortadoğu’nun arı kovanına elini sokarak taraf olmuştur.
Uluslararası ilişkilerde yer alan her kes bilir ki İran diplomasisi Türk diplomasisinden bir gömlek üstedir. Valiler gibi büyükelçilerin de Devletin değil de AKP’nin büyükelçisi olmaya başladıkları son on yıldır bu kanı daha da bir pekişmiştir.
Türkiye dışarıda; bölgenin en önemli ülkeleri olan Irak, Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkilerini tarihin en kötü durumuna getirmiş, El Kaide ve Müslüman Kardeşler destekçisi görünümü vermiş, gittikçe Batı'dan uzaklaşan, içeride ise artan bir şekilde Orta Çağ heveslisi bir yaşam tarzı empoze eden bir polis devleti görüntüsü vermiş ve gittikçe yalnızlığa itilmiştir. Bu duruma bizzat iktidar tarafından ‘’nitelikli yalnızlık’’ ismi verilmiştir.
AKP Hükumeti bir taraftan Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de ABD’nin ve İsrail’in işbirliğini ve taşeronluğunu yaptılar, diğer taraftan da El Kaide’yi ve El Nusra’yı, Müslüman Kardeşleri desteklediler. İçeride ‘’İleri Demokrasi’’ diye en antidemokratik uygulamaları getirdiler. ABD’nin kendilerine biçtikleri rolü tam olarak uygulayamadılar. Sandılar ki; 2004 yılı MGK kararlarında olduğu gibi bir taraftan ‘’Fethullah’ı Bitirme Planı’’na imza atarken diğer taraftan da Fethullah’la işbirliği yaptıkları gibi, içeride Türk halkını aldattıkları gibi benze şekilde dışarıda da ABD’yi ve Batı’yı aldatacaklar. Ne İsa’ya yarandılar ne de Musa’ya, ne Batı’ya yarandılar ne de İslam âlemine.
Türkiye bir zamanlar bölge ülkelerince örnek gösteriliyordu. Şimdi ise istenmeyen adam büyükelçilerin şahsında Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Türkiye'yi bölgesinde örnek yapan gücü; AVM'leri, TOKİ'leri, köprü ve havaalanları ve gittikçe Arap’a benzetilen sosyal yapısı değil (ki bunlar zaten Arap Körfez ülkelerinde de var), Türkiye'nin güçlü laik, demokratik, özgürlükçü yapısı ve laik dış politikasıydı. İçeride bu yapı tahrip edilince örnek olacak bir durumu da kalmamıştır.
Ancak bu anlaşma ile bölgesinde rahatlayan İran nedeniyle bölgedeki yeni gerilim ekseni Sünni Suudi Arabistan ve Şii İran (Irak ve Suriye ile beraber) arasında oluşacağı değerlendirilmektedir. Türkiye’nin bu yeni durumda taraflarca kabul edilen bir aktör olma imkânını sağlayacak olan yukarıda bahsedildiği gibi Türkiye'nin güçlü laik, demokratik, özgürlükçü yapısı ve dış politikasıydı. Maalesef bu yapı da ülkedeki mevcut iktidar tarafından tahrip edilerek zayıflatılmış ve dış politikası da mezhepsel bir düzleme indirgenmiştir. Yeni bu durum Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada yalnızlığı mahkûm etmiştir. Zaten bu yalnızlığı gören Başbakan da son Rusya gezisinde Putin'e çaresiz diyordu ki; ''Bizi Şanghay Beşlisi'ne alın!''
Dünya; küreselleşmenin getirdiği Batı tipi bir yaşam tarzına yönelirken, içeride; Orta Çağ heveslisi bir yaşam tarzı empoze eden, gittikçe artan şekilde bir polis devleti görüntüsü veren, dışarıda ise; Batı’dan uzaklaşan, Kıbrıs Rum kesimine kucak açan (Annan planı), Azerbaycan’ı dışlarken Ermenistan'a yaklaşan, PKK ile barışan, Barzani'yi kucaklayan, El Kaide ve El Nusra destekçisi bir ülke görünümü veren, ancak en önemli bölge ülkeleri olan Suriye, Irak, Mısır ve İsrail'e düşmanlık besleyen bir Türkiye, tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözünü hatırlatmaktadır:
''Onlar; zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''
Sanırım ''Stratejik Derinlik'' dedikleri şey böyle bir şey olsa gerek!
Allah sonumuzu hayır eylesin!
Osman AYDOĞAN