Kaçış (4): Thomas More ve Ütopya
21 Aralık 2020
‘’Kaçış’’ serisindeki yazılarıma Thomas More ve onun ‘’Ütopya’’ (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999) adlı eseri ile son vermek istiyorum. Ancak Thomas More’un ‘’Ütopya’’ eserini anlayabilmek için yazarın kendisi hakkında ve ‘’Ütopya’’ ve ‘’Distopya’’ kavramları hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor.
Önce yazarın kendisi.
Thomas More
Thomas More (1478 - 1535), hümanist bilgin unvanına sahip İngiliz yazar, devlet adamı ve hukukçudur. Lordlar Kamarası Başkanlığını yapar. Üst düzey görevlerde bulunur. 1516 yılında yazdığı ‘’Ütopya’’ adlı eserinde ideal hayalî bir ada ülkenin siyasi sistemini üzerinden tarif eder.
Thomas More'un Kral VIII. Henry'nin İngiliz Kilisesi'nin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması üzerine önce mallarına en konulur. Ardından göstermelik nedenlerle sorgulanır. Hemen ardından yalan davalar ve dedikodular başlar. Thomas More, 1534 yılı Mart ayında, İngiliz kralını kilisenin de başı yapan kanun olan ‘’Act of Supremacy'’yi kabul ettiğine dair yemin etmeye zorlanır. Bu yasaya direnmesi üzerine tutuklanarak Londra Kalesi'ne hapsedilir.
Aynı yıl yargılanmaya başlanan Thomas More, yargılanması esnasında ‘’Act of Supremacy’’'nin Tanrı'nın yasalarına aykırı olduğu ve parlamentonun kimseyi Kilise'nin başı olarak ilân edemeyeceğini söylemesi üzerine ölüm cezasına çarptırılır…
Kral VIII. Henry’nin düşüncesinden vazgeçtiğinde bağışlanacağı teklifi üzerine; “Her dürüst yurttaş her şeyden önce kendi ruhuna kendi vicdanına saygı göstermelidir” diyerek bağışlanma teklifini reddeder. Ardından da şunu söyler: ‘’Suç, düşünceyi başkalarına yaymakla olur. Oysa ben sustum sadece. Böyle sustum diye hiçbir yasa beni, adalete göre, haklı olarak cezalandıramaz." Ancak More bu konuşmadan beş gün sonra, 6 Temmuz 1535 tarihinde idam edilir.
Thomas More, idama giderken bile insanlığa ders vermeye devam eder:
İdam için idam sehpasına çıkarken tahtaların zayıf ve gevşek olduğunu görünce görevlilere şunu söyler: 'Rica ederim beni sağ salim çıkarın yukarıya yeter, aşağıya ben kendim inerim zaten''.
İdamını beklediği hücrede hapis kaldığı sürede beyaz sakalı çok uzamıştır. İdam için kafasını kütüğe koyduğunda sakalını yukarı kaldırır ve şu sözü söyler: "Sakalım vatana ihanet etmedi, kafamla kesilmeyi hak etmiyor."
İdam kütüğüne kafasını yerleştirirken gözlerinin bağlanmasına izin vermez. Son sözü şu olur: “Kellesinin uçması, insanın başına büyük bir felaket geldiği anlamına gelmez.“
Ölümünden 400 yıl sonra, 1935'te Papa XI. Pius tarafından aziz ilan edilir.
‘’Ütopya’’ ve ‘’Distopya’’ kavramları
‘’Ütopya’’ sözcüğü ilk olarak Thomas More'un ‘’Utopia’’ kitabında kullanılmıştı. Thomas More’un para ve bireysel mülkiyetin yer almadığı, mutlak eşitliğe bağlı bir düzen tasarladığı "Utopya’’ adlı eserine geçmeden önce kısaca ‘’ütopya’’ ve ‘’distopya’’ kavramlarını açıklamak istiyorum.
‘’Ütopya’’ sözcüğü, iki Yunanca kelimenin karışımından oluşmaktadır. ‘’Ütopya’’; ‘’ou’’ (değil, yok) ve ‘’topos’’ (yer) kelimelerinden oluşan ‘’hiçbir yer’’ anlamında kullanılmaktadır. Yunanca ‘’eutopia’’; güzel yer (‘’eu’’ öntakısı "iyi, güzel" anlamı katar), ‘’outopia’’ ise hiçbir yer anlamındadır. Ancak ‘’ütopya’’; hayal edilen, düşlenen ama mümkün olmayan mekân olarak kullanılmaktadır.
Bir de bu kavram ile ilişkili bir başka kavram daha vardır: ‘’Distopya’’. Yunanca bir ön-takı olan ‘’dys’’ (dis); "kötü", "hastalıklı" ya da "anormal" anlamını taşır. ‘’Ou’’ takısı ise "yok", "değil" anlamını taşır. Bahsettiğim gibi ‘’ütopya’’ (outopia) Yunanca‘da "olmayan yer" demek iken ‘’ütopya’’, "güzel yer" anlamına gelen ‘’eutopia’'ya bir gönderme yapar. Ancak ‘’ütopya’’ ile ‘’distopya’’; ‘’dysphoria’’ ile ‘’euphoria’'nın birbiriyle karşıt olduğu gibi karşıt değildir.
Dolayısıyla ‘’distopya’’, ‘’ütopya’’nın tam tersi değildir. Çünkü distopya, ütopyanın zıttı olamaz. Zira ütopya ‘’ou’’ve ‘’topos’’ sözcüklerinden oluşması hasebiyle, köken anlamı itibariyle ‘’olmayan ülke’.’ Dolayısıyla olmayan bir şeyin zıttı da olmaz.
Distopya, ütopik bir toplum anlayışının anti-tezi olarak gelecekte olabilecek olumsuz toplumları tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum; otoriter - totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında karakterize edilir. Kelime ilk defa İngiliz filozof, politik ekonomist ve devlet adamı John Stuart Mill tarafından kullanılır. Distopik toplumlar özellikle konusu gelecek zamanlarda geçen hikâyelerde yer alır. Bunlardan en ünlü olanları George Orwell'ın ‘’Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ‘’ve Aldous Huxley'in ‘’Cesur Yeni Dünya’’ adlı romanlarıdır.
Ütopya, gerçek hayatta olmayacak kadar güzel ve ideal olan toplum biçimini tanımlarken; distopya ise baskıcı toplumu ifade eder. Distopya, insanların özel hayatlarının ortadan kalktığı, sadece devlete ve düzene karşılıksız bir itaat durumu vardır. Ütopyada ise bu durumun tam tersi geçerlidir.
Baskı altında tutulan beyinlerin üretkenliklerine devam edebilmek için kurguladıkları, tasarladıkları, düşledikleri mekândı ütopya. Sıradan insanlar için ise her şeyin kendi istekleri doğrultusunda daha güzel olduğu bir yer idi ütopya. Kendinde dünyayı değiştirebilme gücü bulan cesur insanlar için ideal bir geleceğin öngörüsüydü ütopya. İnsanoğlunun yaşamına anlam yükleyen, heyecan katan ideallerin bileşkesiydi ütopya. Geleceğimizin daha güzel olması için hayal kuranların ve bunun için savaşanların Kutupyıldız’ıydı ütopya.
Ancak ütopya unutuldu gitti. Ütopya az kullanılır oldu artık, sanki küresel lügatten silindi gitti. Çünkü artık dünyamızda ütopya değil bir distopya var.
Artık ülkeleri bunakların, delilerin, vandalların yönettiği bir distopya var. Ağaçların, doğanın, hayvanların, çocukların, kadınların, insanların göz göre göre, alenen katledildiği, göz göre göre, alenen tecavüz edildiği, yönetimdeki vandalların bunlara çanak tuttuğu, suskun kaldığı bir distopya var. Her daim savaşların olduğu, insanların birbirlerini boğazladıkları, birbirlerini öldürdükleri bir distopya var.
Kapitalist dünyanın, değerleri ve metaları sömüre sömüre posasını çıkardığı, içine ede ede lağıma çevirdiği bir yerdir distopya.
İlk yazımda da bahsettiğim gibi ütopya işte bu distopyadan bir kaçıştır, distopyadan kaçarak iç kaleye bir sığınıştır. İnsanların kabullenemedikleri distopyadan kaçarak yaşama sarılmalarını sağlayan bir yerdir ütopya.
Yasaların var olduğu ama adaletin olmadığı bir yerken distopya, yasaların olmadığı ama adaletin var olduğu bir yerdir ütopya.
Ütopya
Thomas More’un 1516’da bir roman olarak yayımladığı ‘’Ütopia’’ (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999) (*) nerede olduğu bilinmeyen bir adadır. Adadaki adaletli, eşitlikçi bir düzen tasarımıdır anlatılan. Ütopya’da hiç kimsenin malı mülkü, parası yoktur, ama geçim derdi de yoktur. Kendisinin ve gelecek kuşakların kaygısını duymadan mutludur insanlar. Ütopya’da acılar ve haksızlıklar ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar eşit ve özgür yaşarlar. Kralın baskıları, soyluların lüks tutkusu, savaş naraları atan dinsel baskılar yapan yöneticiler yoktur.
Kitaptan alıntılar
Bu bölümde Thomas More’nin ‘’Üttopya’’sında yer alan ve geçerliliği hiçbir zaman değişmeyen sözlerine yer vermek istiyorum:
“Barış Avrupa krallarının umurunda değildir. Onlar kan dökerek ülkeleri ele geçirirler sadece. Kralların danışmanları ise daha yüksek mevki kapmaktan, keselerini altınla doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen beş para etmeyen dalkavuklardır.”
"Silahla kazanılan şeref, şerefsizliklerin en büyüğüdür."
"Farz edelim ki beni yakalamak için ormandaki tüm ağaçları kestin ve bu sefer şeytan senin peşine düştü. Tüm o ağaçları kestiğine yani bütün o yasaları yerle bir ettiğine göre neyin arkasına saklanabilirsin."
"Çağımızın en büyük sorunlarından biri, çok fazla tahsilli insan olmasına rağmen az sayıda aydın olmasıdır."
‘’…. Aaslında kral için tebaasının olabildiğince az malı olması evladır çünkü kendi güvenliği için bunun böyle olması gerekir, aksi halde halk servet ve özgürlükten arsızlaşır. Servetin ve özgürlüğün olduğu yerde insanlar katı ve adaletsiz buyruklara sabırla boyun eğmeyi zül sayar. Buna karşın yoksulluk ve kıtlık insanları köreltir, uysallaştırır ve isyana hazır cüretkâr ruhları eze eze öğütür."
"Kendini beğenmek öyle bir cehennem yılanıdır ki, insanın yüreğine sinsice süzülüp girer, onu zehirleyip gözünü kör eder, daha güzel bir hayata giden yoldan saptırır onu. Bu sürüngen, insanların öylesine içine işler ki, onu koparıp atmak kolay olmaz."
''Ütopialılar aklı başında insanların, yıldızlar ve güneş dururken, bir incinin ya da bir elmasın cılız parıltısına düşkünlüklerine şaşarlar. Bir koyunun sırtında taşıdığı yükün en incesinden yapılmış giysiler giyiyor diye bir insanın daha soylu, daha değerli olacağını sanması deliliktir onlar için. Kendiliğinden hiç de yararlı olmayan altına neden bu kadar değer verildiğini, insanın dilediği gibi kullandığı bir nesnenin nasıl insandan daha üstün sayılabileceğini anlamıyorlardı. Bir de şuna şaşırıyorlardı: nasıl oluyor da bir eşek kadar bile kafası işlemeyen vicdansız, ahlaksız, budala zenginin biri, sadece birkaç torba altını var diye, akıllı dürüst bir sürü insanı buyruğu altında köle gibi kullanabiliyordu?''
‘’Az bulunduğundan ötürü değerli sayılmaları insanoğlunun çılgınlığına verilmeli. Tabiat, o eşsiz ana, altın ve gümüşü yararsız, boş nesneler olarak çok derinlere gömmüş; oysa havayı, suyu, toprağı, iyi ve gerçekten yararlı olan her şeyi gözler önüne sermiştir.’’
"Ve açlıktan ölen, soğukta titreyen, hastane kapılarında can veren bir insanın yazgısı ne denli acıysa; doğanın güzelliğinden, düşünceden, şiirden, müzikten haz duyamayan bir insanın yazgısı da o denli acıdır."
"Tanrım, bu bildiğimiz en iyi din olduğu için, bu şekilde ibadet etmek bildiğimiz tek yol olduğu için sana bu şekilde yakarıyoruz. Yanılıyorsak bizi affet…"
“Toplum her insana eşit bir güvenlik sağlamalıdır... Kralın en kutsal görevi kendinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Zorba kralın tahtta oturmaya hakkı yoktur. Halkın acıları iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil zindan bekçiliği demektir.”
(Bu söz bana Behlül Dânâ’nın bir hikâyesini hatırlatır: Bir gün Hârûn Reşit, Behlül Dânâ’ya sorar: ”Hırsızlık etmenin cezası nedir?” Behlül cevap verir: ”Eğer hırsız, hırsızlık etmeyi kendine iş edinmişse eli kesilmelidir. Yok eğer aç kaldığı için yapıyorsa, Halife’nin eli kesilmelidir.”)
‘’Halkın yoksulluğu, kralın varlığını korur.’’
‘’Kralların sarayında felsefeye yer yoktur.’’
"Çünkü bir devletin gelişmesi de, yıkılması da o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir. Yargıçların adam kayırmaları ve para tutkusuna kapılmaları, bir devletin en sağlam ve en güvenilir yanı olan adaletini yıkıverir.’’
‘’Hükümdarlar kendilerini barışın faydalarından çok savaş meselelerine adamışlardır.’’
‘’Halkın yararından söz edenler, aslında kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmezler.’’
‘’Aşırı doğruluk aşırı haksızlık getirir. Kanunları yazanın aklı o kadar hatasız, o kadar kesin midir ki buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?’’
‘’Paranın insana işletmeyeceği suç yoktur.’’
"Hayal gücünü kaybeden toplum yarınsızdır."
‘’İyi bir kral nedir? Kurtların yaklaşmasına izin vermeyen bir çoban köpeği. Peki, kötü bir kral nedir? Kurdun ta kendisi.’’
‘’İnsan ne denli yükselirse, o denli kötü olur düşüşü.’’
‘’Tanrı bize yalnız başkasını değil kendimizi öldürmeyi bile yasak etmiş. Oysa biz yasaların gölgesine sığınarak birbirimizi boğazlayabiliyoruz!’’
‘’Hayatta hiçbir şey insan hayatı kadar değerli değildir.’’
‘’Kötülük yapmak isteyen, sadece karşısına bir engel çıktığı için bu kötülüğü yapmamışsa niçin suçlu sayılmasın?’’
‘’Kralın istediğini kitaba uydurmaktan kolayı mı var? Ya yasalarda yeri bulunur, ya da bir yasanın sözleri gereğince yorumlanır.’’
‘’Bütün zenginliğin bir avuç açgözlü insanın elinde bulunduğu ve çoğunluğun sefalet içinde yaşadığı bir toplumda kimse mutlu olamaz.’’
‘’Her şeyin parayla ölçüldüğü yerlerde, lükse ve ahlaksızlığa hizmet eden çok sayıda gereksiz zanaat ortaya çıkmıştır.’’
‘’Çiğnenip geçilir kralların çizdiği bütün sınırlar, krallar ölür, ütopyalar değil.’’
‘’Saygınlık, dilenciler üzerinde otoritesini uygulamakla değil, zengin ve mutlu insanları yönetebilmekle sağlanır.’’
Ve Thomas More’un Utopia’sı bir özlemiyle biter:
“Ütopya devletinin birçok özelliklerini bizim kentlerimizde görmeyi isterdim. Bir umuttan çok bir dilektir bu.” Kim özlemez ki değil mi?
Yazı serimin başındaki slogana tekrar geri dönüyorum: Kaçış bir kurtuluştur. Thomas More'den bugüne aradan beş yüzyıl geçti. Değişen ne? Krallar aynı krallar. İnsanlar aynı insanlar. Yaşadığımız distopya o günlere göre daha vahşi bir distopya. Sağlıklı kalabilmek için yaşadığımız bu vahşi distopyadan kendi ütopyalarımıza kaçış bir kurtuluştur.
"Hayal gücünü kaybeden toplum yarınsızdır" derdi Thomas More Ütopya’sında.
Osman Aydoğan
(*) ‘’Ütopia’’ (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1999) Bu kitabın içinde kendisi de ayrı bir kitap olan Mina Urgan’ın Thomas More’u ve ütopyasını incelediği bir bölüm var. Bu bölüm hem Thomas More’u hem de onun ütopyasını anlamayı kolaylaştırıyor.