Zevzek
09 Nisan 2021
Günümüzde sağlıklı beslenme revaçta bir konudur… Bu maksatla onlarca kitap yazılmakta, TV programları hazırlanmakta ve insanlar sağlıklı beslenme konusunda zaman harcamakta ve kafa yormaktadırlar…
Bu nedenle de yiyeceklerimiz ve midemiz için çok hassas ve seçici davranıyoruz. Yiyeceğimiz domatesi manavdan özene bezene seçiyoruz, yiyeceğimiz elmayı, armudu seçe seçe alıyoruz. Ancak aynı özeni zihnimizden geçirdiğimiz kelimelere, düşüncelere ve kullandığımız kelimelere göstermiyoruz. Kötü, kokmuş ve çürümüş bir meyveyi yediğimizde nasıl bir sonuçla karşılaşıyorsak, aynı sıfatlı bir kelimeyi veya düşünceyi zihnimizden geçirdiğimizde ve kullandığımızda da daha kötü ve korkunç bir sonuçla karşılaşıyoruz…
Kelimelerin, işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.
Aslında zihnimizden geçirdiğimiz ve kullandığımız bütün kelimeler birer ilaçtır. İngiliz şair, roman ve hikâye yazarı Rudyard Kipling de ‘’Kelimeler insanlık tarafından kullanılan en güçlü ilaçtır’’ derdi… Malum ilaçların zehirli olanları da vardır…
Şu sözler Mahatma Gandi’ye ait;
‘’Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür,
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.’’
Yani Gandi’ye göre söylediğimiz bir kelime sonunda kaderimize dönüşüyor…
Dil denince ilk akla gelen 1700’lü yılların sonları ve 1800’lü yılların başlarında yaşamış olan Alman düşünür Wilhelm von Humbolt’dur. Wilhelm von Humbolt"un 17 cilt tutan ''Gesammelte Schriften'' isimli kitabı dil ve kültür ilişkisi konusunda temel bir eserdir. Ülkemizde Wilhelm Von Humboldt'un dil ve kültür ilişkisini en iyi inceleyen ‘’Wilhelm Von Humboldt'da Dil-Kültür Bağlantısı’’ isimli kitabı ile Bedia Akarsu’dur. (Remzi Yayınevi, İstanbul, 1984)
Bedia Akarsu Humbolt’un düşüncelerini eserinde şu şekilde verir; ‘’Dili, insanın ruhu meydana getirmiştir. Dile gelen insan ruhudur. İnsanın konuşurken (ve de yazarken) kullandığı kelimeler ve konuşurken ses tonu ve vurgulamaları o insanın ruhuna ayna tutar. Dil konuşanın içini gösterir…’’
’’Kelimeler; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçasıdır.'’ diyor Humboldt eserinde… Martin Heidegger de Humbolt’u desteklercesine ‘’Dil varlığın evidir’’ derdi…
Humboldt’a göre adların ve kelimelerin bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.
Mitolojide geçen bir Yunan atasözüdür: ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır.’’ Ve devam ederdi bu Yunan atasözü; ‘’İnsanoğlu bilseydi kelimenin gücünü, kötü bir kelimeyi değil kullanmak, aklından bile geçirmezdi.’’
Bir Japon atasözü de şöyle derdi: ‘’Güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır.’’
Görüldüğü gibi kullandığımız kelimeler basit birer ses kümesi değillerdir. Kelimelerin, işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.
Siyaset sanatında kelimeler…
Dil bilimcileri ‘’Gerçeğin manipülasyonu için en temel araç kelimelerdir. Kelimelerin anlamına hükmedebiliyorsanız, bu kelimeleri kullanması gereken kişileri de kontrol edebilirsiniz’’ derler. Mitolojide kelimeler; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçasıdır. Mitolojik görüşe göre her nesnenin özü adlarda saklıdır. Adlara egemen olmasını, onları kullanmasını bilen kimse, nesneler üzerinde de bir egemenlik kazanır…
Belki farkında değilizdir ama bu anlamda kelimeler en fazla gerçeği manipüle etmek isteyen siyaset alanında kullanılmaktadır. Çünkü dil bilimcileri ‘’Gerçeğin manipülasyonu için en temel araç kelimelerdir. Kelimelerin anlamına hükmedebiliyorsanız, bu kelimeleri kullanması gereken kişileri de kontrol edebilirsiniz’’ derler…
İşte bu nedenle otoriter yönetimlerde kelimelerin içeriğine ve ne anlama geldiğine de güç sahipleri karar vermektedirler…
Siyaset sanatında gerçeğin manipülasyonu için kimi gayeler zaman zaman tersi sözcük ve kavramlar kullanılarak sunulmaktadır. Bu politika yeni değildir. İkinci Dünya Savaşında Almanlar toplama kamplarını ‘’Die Arbeit macht frei’’ (çalışmak özgür kılar) sözcükleri ile isimlendirmişlerdi…
Ancak günümüzde siyaset sanatında kelimeler öyle ustaca kullanılmaktadır ki Goebbels duysa kemikleri sızlar, mezarında ters döner ben bunları nasıl kaçırdım diye…
Mesela koskoca bir ülkeyi (Irak) işgal edip, milyonlarca insanı öldürüp, hırsızlıkla, tecavüzlerle, talanla ülkeyi tarumar edip dokuz milyon insanı yerinden yurdundan ediyorlar… Ama adına ‘’demokrasi getireceğiz’’ diyorlar…
Keza askerî bir harekât yapıyorlar adına ya ‘’barış’’ diyorlar ya da barışın simgesi olan ‘’zeytin’’in adını kullanıyorlar…
Her türlü antidemokratik tasarrufu, uygulamayı yapıyorlar, adına da ‘’ileri demokrasi’’ diyorlar, ‘’hukuk’’ diyorlar…
300 insan ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsında maden ocağında toprağın altına gömülüyor, adına ‘’fıtrat’’ diyorlar… Yine ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsından, plansızlıktan, rüşvetten, imar affından durduk yerden bina çöküyor, betonların altına 24 insan gömülüyor, adına yine ‘’fıtrat’’ diyorlar… Yine ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsından, plansızlıktan, rüşvetten, imar affından depremde binalar yıkılıyor, onlarca insan betonların altında kalıyor, adına yine ‘’fıtrat’’ diyorlar, ‘’şehit’’ diyorlar, ‘’kader’’diyorlar… Adana Aladağ'da kız öğrenci yurdunda yangın çıkıyor, 11 kız çocuğu diri diri alevlerde yanıyor, ''ihmal'' var, ''kanunsuzluk var'' diyorsunuz; ‘’fıtrat’’ diyorlar, ''kader'' diyorlar…
‘’Fıtrat’’, ‘’kader’’, ‘’şehit’’ dini terimler ya, akan sular duruyor, kimsenin aklına artık hesap sormak gelmiyor... Hâlbuki ‘’fıtrat’’ kelimesi Allah’ın canlılara doğuştan kazandırdığı bir özelliktir… ‘’Kedinin fıtratında tırmalamak vardır’’ gibi... ‘’İnsanın fıtratında nankörlük vardır’’ gibi... Ama bir karayolunun fıtratından bahsedilemez... Bir madenin fıtratından bahsedilemez... Bir binanın fıtratından bahsedilemez... Bir depremin fıtratından bahsedilemez... Ama sorgulayan kim?
Kendilerine yakın bir vakıf yurdunda kendilerine emanet edilmiş çocuklar vakıf personelinin ''tecavüz''üne uğruyorlar; en yetkili bakanı tarafından olaya bakılmayıp ''bir defalık'' diyorlar…
Bir ‘’külliye’’ diyorlar, bir kelime ile bin odalı bir israf sarayının üzerini örtüyorlar…
Keza bir ‘’istikşaf’’ kelimesi diyorlar, sonuçlarını beğenmedikleri bir seçimi yineliyorlar…
Aslı ‘’duyuru’ olan bir açıklamayı ‘’bildiri’’ diye servis edip ‘’darbe’’ iması yaratıyorlar…
Saymakla bitmez…
Oltaya takılan kelimeler…
‘’Olta’’; balık avlamakta kullanılan, istenilen uzunlukta bir misinanın ucuna takılı, özel olarak bu iş için yapılmış çengelli iğnenin adıdır. Oltaya bir yem koyarsınız, balık gelir bu yemi yiyeceğim derken çengele takılır, av olur…
Siyaset sanatında bu oltaya takılan çok kelime vardır. Bu kelimelere en iyi örnek ‘’Orta Asya’’ kavramıdır.
Bütün Tarih kitaplarında bugün ‘’Orta Asya’’ diye ifade ettiğimiz bölgenin adı 18’inci yüzyıla kadar ‘’Türkistan’’ idi. ‘’Orta Asya’’ ifadesi İngilizlere aittir. Doğrudur, Londra’dan bakarsanız orası Orta Asya’dır. İngilizlerin ifadesiyle bu bölgeye ‘’Türkistan’’ yerine oltaya takılan kelimeyi alarak ‘’Orta Asya’’ diyerek, Türk milletinin üç bin yıllık tarihini ve bu bölge ile olan bağını bir kelimeyle silip atıyoruz… Şimdilerde ne Doğu Türkistan’ı bilen kaldı ne de Batı Türkistan’ı… Bu sözcükleri telaffuz edenlere bile artık Koranavirüslüymüş gibi şüphe ile bakıyoruz… ‘’Sincan’’; Çince ‘’yeni fethedilmiş bölge’’ demek… Adamların lisanıyla konuşuyoruz…
Anlıyorsunuz değil mi ‘’kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır’’ atasözünün siyasette ne anlama geldiğini… Sadece bir kelime ile bir milletin bir bölgeden tarihi siliniyor. Bir kelime ile bir ülke işgal ediliyor…
Aynı şekilde unvanlarında kocaman kocaman profesör yazan bazı akademisyenler Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ülkelerine ‘’Trans Kafkasya Ülkeleri’’ diyorlar. ‘’Trans’’ öte demek, eğer Moskova’dan bakarsanız doğrudur bu ülkeler Kafkasya ötesi ülkelerdir, dolayısı ile ‘’Trans Kafkasya Ülkeleri’’dir. Ancak Anadolu’dan, Ankara’dan bakarsanız öyle midir? Bu ülkeler her yönüyle ‘’öte’’ denemeyecek kadar Anadolu’nun bir uzantısıdırlar…
Dikkatsiz ve özensiz siyasetçilerin dilinde ters tepen kelimeler…
Siyaset sahnesine soyunmuşsanız eğer çok iyi bir tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve sanat bilgisinin yanında çok iyi bir dil bilgisine ihtiyaç vardır.
Dikkatsiz ve özensiz siyasetçilerin dilinde kelimelerin nasıl ters teptiğini iki örnekle açıklamak istiyorum:
Yıl 1983… 06 Kasım 1983 Genel Seçimler... MDP’de Turgut Sunalp, HP’de Necdet Calp ve ANAP’da da Turgut Özal başbakan adayı idiler… Seçimlerden birkaç gün önce TRT’de açık oturum var… O zaman TRT dışında başka hiçbir kanal yokt. Yani tüm Türkiye merakla bu açık oturumu izlemektedir. MDP seçimi kazanacağından o kadar emin ki açık oturuma katılmıyor... Açık oturuma katılan HP’den Necdet Calp ve ANAP’dan da Turgut Özal… Sunucu konuşmacılara iktidara gelince ne yapacaklarını soruyor… Turgut Özal anlatıyor; barajlar, yollar, köprüler, fabrikalar yapacağını söylüyor… Sunucu tekrar soruyor; ‘’Hangi parayla?’’ Özal cevap veriyor: ‘’Birinci köprüyü satacağım, parasıyla da ikinci köprüyü yapacağım…’’ Köprü gündeme gelince Necdet Calp yumruğunu masaya vuruyor: ‘’Sattırmam!’’ Ancak Necdet Calp farkına varmadan bir ‘’sattırmam’’ kelimesiyle tüm dinleyicilerin bilinçaltına şu formatı atıyor: ‘’ANAP iktidara gelecek, köprüyü satmaya kalkacak ama ben muhalefette kalarak Danıştay’a, Yargıtay’a, AYM’ne giderek satışını yaptırmayacağım’’… Mutlaka diğer faktörler var ama seçim bir kelime ile kaybediliyor…
İkinci örneği fazla uzatmayacağım çünkü çok daha taze…
Günlerden 04 Mayıs 2018.. CHP lideri 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için Cumhurbaşkanı adayını açıklıyor: ‘’Muharrem İnce, gel bakalım buraya!" Yaklaşık iki ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi daha o gün o saatte o anda o beş kelime ile sona eriyor: ‘’Muharrem İnce, gel bakalım buraya!"
Hani Yunus Emre söylerdi ya, aynen öyle işte;
‘’Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.’’
Kültür manipülasyonu aracı olarak kelimeler…
Bazen de kelimeler aracılığı ile kültür manipülasyonu yapılmaktadır.
Örneğin; ‘’kadın’’ ve ‘’erkek’’ sözcükleri cinsiyeti belirtir. ‘’Bay’’ ve ‘’bayan’’ sözcükleri ise unvan sözcükleridir. Bu en basit kuralı bile unutarak sırf cinsiyeti çağrıştırıyor diye –çünkü siyaset artık ‘’cinsiyetten’’ utanmaktadır- ‘’kadın’’ yerine bir unvanı tanımlayan ‘’bayan’’ sözcüğü kullanılmaktadır. Bu nedenle de ‘’Kadınlar Voleybol Milli takımı’’ yerine yanlış ve kasıtlı olarak ‘’Bayanlar Voleybol Milli Takımı’’ deyimi kullanılmaktadır…
‘’Erkek’’ ve ‘’kadın’’ sözcükleri yerine ‘’bay’’ ve ‘’bayan’’ sözcüklerini kullananlar bu sözcükleri sehven ve masumane kullanmamaktadırlar. Bilinçli bir şekilde ‘’kadın’’ yerine ‘’bayan’’ sözcüğünü kullananların bilinçleri altında kadını sosyal hayattan dışlamak zihniyeti yatmaktadır. Önce zihinden, kelimelerden silersiniz kadını sonra da sokaklardan, caddelerden, sosyal hayattan…
Keza aynı şekilde siyasette kullanılan eril dil de aynı amaca hizmet etmektedir. Sanmayın ki bu sözler masum masum, düşünülmeden, safça söylenmiştir. Bu sözlerin altında toplumda arzu edilen kültür dönüşümü yatmaktadır. Konu uzamasın diye örnekleri (ki çok fazla) vermiyorum…
Sonuç
Girişte kullandığım cümlede ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır’’ diye bir Yunan atasözüne ve ‘’Güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır’’ diye bir Japon atasözüne yer vermiştim. Anlattığım gibi kullandığımız kelimeler basit birer ses kümesi değillerdir. Kelimelerin işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.
Le Monde Diplomatique dergisi yıllarca önce ‘'Kendi Kültürleriyle Hasta Olan Toplumlar’' adlı bir küçük kitapçık yayınlamıştı. Bu kitapçıkta yer alan Fransız gazeteci, yazar ve Le Monde Diplomatique dergisinin direktörü Claude Julien'in makalesinde Pétain’in başbakanlığı ve başkanlığı döneminde Fransa’da Pétain’in kaba olan kişiliğinin ve egemen olan ruh halinin bütün bir Fransa’yı etkilemiş olduğunu yazar... İşte siyasetçilerin de bu eril düşünce, söylem ve davranışları Claude Julien'in söylediği gibi dalga dalga artan bir şekilde bütün bir ülkeyi etkiliyor…
‘’Boğaz kırk boğumdur’’ derler... Bu söz; konuşmak için, boğazdan bir kelime çıkarmak için kırk kere düşünmek anlamındadır... Söz konusu eğer siyaset ise kırk değil seksen kez düşünülmelidir, hele hele konuşan siyasetçi bunu mikrofon ve kamera önlerinde yapıyorlarsa seksen değil yüz seksen kez düşünülmeli, öyle konuşulmalıdır.
İşte bu nedenle İsmet İnönü şöyle derdi: ‘’Bir devlet adamı, ne konuştuğunun değil, neyi konuşmayacağının hesabını yapmalıdır.‘’
Hoş, bu kadar söze gerek yoktu aslında, atalarımız bir sözünde sadece siyasetçilere değil, herkese az ve öz söylemişti: ‘’Sözünü bil, pişir; ağzını der, devşir.’’ (*)
Dil konuşanın içini gösterir, kem söz de sahibine aittir...
Arz ederim...
Osman AYDOĞAN
(*) Ağzına gelen her sözü söyleme. Bir sözün nereye varacağını iyi düşün, ondan sonra söyle…