1915 Tartışılırken Gözden Kaçırılanlar
24 Nisan 2021
Akşamüzeri bütün ajanslara ABD Başkanı Joe Biden’in, 1915 olaylarının yıldönümüyle ilgili açıklamasında ''soykırım'' sözcüğünü kullandığı haberi düşüyor… Haberde, Biden’in açıklamasında "Her yıl bugün, Osmanlı döneminde yaşanan Ermeni soykırımında ölenleri anıyoruz" diye konuştuğu belirtiliyor…
1915 olaylarının ''soykırım'' olarak tanımlanması hem Biden'ın, hem de Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in seçim vaatlerinden biriydi. Biden aynı zamanda, Delaware Senatörü olduğu dönemden bu yana sözde soykırımın resmen tanınması yönünde çağrı yapmış bir isimdi. Ayrıca ABD Kongresi'nin her iki kanadı da 2019 yılında 1915 olaylarını ''soykırım'' olarak tanımlayan kararları kabul etmiş, son olarak her iki partiden 100’ün üzerinde üye Biden’a bir mektup göndererek 24 Nisan’daki açıklamasında sözde soykırımı resmen tanıma çağrısı yapmıştı. Yani köy görünüyordu.
Görünen köy kılavuz istemezken, Biden’in sözde soykırımı tanıyacağı hemen hemen belli iken AKP Hükumetinin neden bunu önlemediği veya önleyemediği ayrı bir yazı konusu oluyor... Bu sorumsuzluğu ve vurdumduymazlığı burada bırakıp özellikle genç arkadaşlarıma bu sözde soykırım konusu nedir, ne değildir kısaca bir bilgi aktaracağım… Ancak bu bilgiyi de 1915 Ermeni tehciri konusunda ülkemizdeki nadir uzmanlardan birisi olan siyaset bilimci, siyaset bilimi ve kamu yönetimi profesörü olan Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in bir konferans notlarına dayanarak aktaracağım.
2006 yılında Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi ve Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı olan Prof. Dr. Hikmet Özdemir, 24 Nisan 2006 tarihinde "1915 Tartışılırken Gözden Kaçırılanlar" konulu bir konferans veriyor. TTK’nun İnternet sitesinde yer alan bu konferansın notlarını özet olarak aşağıda sunuyorum:
Soykırım sanal bir dindir
Prof. Özdemir, konferansında; Ermenilerin sanal bir bellek ve buna bağlı olarak ’’sanal bir soykırım dini’' yarattıklarını savunuyor. Prof. Özdemir, Türklerden ve dünyadan bu dine biat etmelerini istediklerini söylüyor.
Prof. Özdemir, konferansına sorunun özünü tüm çıplaklığı ile ortaya koyarak başlıyor:
"Bu sanal dini sorgulamak yasak. Fransa'da yasak, Sabancı ve Bilgi üniversitelerinde yasak, Bu durumu sorgulamak istediğiniz zaman 'inkârcı' kabul ediliyorsunuz. Bizler bilim adamıyız. Bizim işimiz sorgulamaktır. Ben bir Türk üniversitesinden maaş alıyorum. Avrupa Birliği (AB) fonlarından, Soros Vakfından, ya da Ermeni diasporasından değil. Sorgulama hakkımı kullanmam için gelir kaynaklarımın nereden olduğu çok önemli. Geçim kaynağınız başka yerlerden ise onların istediği gibi düşünüyorsunuz. Dışarıdan beslenen bazı vakıflar ve bazı aydınlar, Ermeni tezlerinin bilimsel olduğunu savunuyorlar. Türk üniversitelerinden maaş alan bir aydın bu yaklaşımı sorgulamaya başladı mı hemen kendisine 'resmi tarihçi' deniyor. Her ulusun bir tarih tezi vardır. Bunu ortaya atmak, yazmak hiçbir şekilde onur kırıcı değildir. Aksine onur vericidir. Türk tarihi ne benim ne de başka birinin ortaya attığı bir şeydir. Türk tarihi, Afyon Kocatepe'de, Anafartalar'da şehit kanlarıyla yazılmıştır. Bizim o tezi değiştirme yetkimiz yoktur."
Türk Cumhuriyeti sorgulanıyor
Prof. Özdemir, konferansında, Ermenilerin, 1915 yılındaki olayları da tartışmaktaki asıl amacının Türkiye Cumhuriyeti'nin neden bu topraklarda kurulduğunu sorgulamak olduğunu ileri sürüyor. Prof. Özdemir, Lozan'da anlaşmaya varılan konularda yeni tartışmaların ortaya atılmasını ise anlamadığını söylüyor. Prof. Özdemir, "Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası alanda kabul edildiği Lozan Anlaşmasını imzalayan devletlerin bugünkü parlamentoları, günümüzde farklı şeylerin peşindedir. Salt bu konuda değil, diğer alanlar da faaliyet gösteriyorlar" iddiasında bulunuyor.
Ermeniler gerçeklerden kaçıyor
Prof. Dr. Özdemir, Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı'na katıldığı yıllardaki özgün koşullarını, o dönemlerde ülkenin etnik yapısını, uluslararası konjonktürü ve Ermenilerin böylesi olağanüstü şartlarda geliştirdiği olayları, ardından gelişen zorunlu göç (tehcir) ve gerçekleşen ölümlerin nedenleri üzerinde önemli saptamalarda bulunuyor.
Prof. Özdemir, konuşmasına, tarafların olayları irdelerken kullandıkları yöntemleri ve delileri anlatarak başlıyor. Özdemir, bu konuda şunları söylüyor: "Ortadaki sorun şudur. Ermeniler 1915 olaylarına 'soykırım' diyorlar; Türk tarafı ise 'hayır değil' diyor ve ekliyor; 'bu durum savaş altında bir kriz yönetimdir.' Ermeniler hiçbir bilimsel gerçekliğe dayanmadan ileri sürdükleri bu 'soykırım' yalanını asla tartışmak istemiyor. Türk tarafı ise her türlü tartışmaya açık olduğunu söylüyor. Yine Türk tarafı diyor ki; 'iki taraf arasında bir komisyon kurulsun ve herkes elindeki belgeleri ortaya koysun. Başbakanımız daha da ileri giderek 'böyle bir komisyonun araştırmaları sonucunda çıkacak olan bilgiye herkes katlansın' diyor. Ermeniler bunların hiçbirine yaklaşmıyor. Israrla 'biz konuşmayız, siz soykırımı kabul edin' diyorlar…"
Bu durumun söz konusu sorunu çözmede önemli bir engel yarattığını anlatan Özdemir, Türkiye'de sözde soykırıma destek veren '’Ermeni Muhipleri Cemiyeti’' konumunda aydın kesimlerin olduğunu söylüyor.
Türk-Ermeni İhtilafı
Dört yıl önce (2002) Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanlığına getirildiğini hatırlatan Özdemir, bu süre içinde başta İngiliz arşivleri olmak üzere, Cenevre'de Birleşmiş Milletler (BM) arşivinde önemli bilgi ve bulgulara ulaştığını anlatıyor. Özdemir, "Bu görev için Ankara'ya gittiğimde her şeye sıfırdan başlayan bir doktora öğrencisi gibiydim. Bu konuda yazılmış, ortaya atılmış hemen her türlü belge, bulgu, kitap ne varsa araştırdım. Sonuçta, Türk-Ermeni ihtilafı olduğunu gördüm. Daha da önemli bir sonuca ulaştım. Bu ihtilafı 1915 olaylarına hapsedersek, hiçbir noktaya varamayacağımızı anladım. O nedenle bu ihtilafın üstesinden gelmek için üç ayrı evrenin varlığını ortaya koymak gerektiğini düşündüm. İlki Birinci Dünya Savaşı ve seferberlik ilanı, ikincisi; savaş koşulları, üçüncüsü ise Mondros Mütarekesi. Bu üç evrede yaşanan süreci doğru irdelemek sorunu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu" diyor.
Mustafa Kemal ve Ermeniler
Prof. Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kadroların ve önderi Mustafa Kemal'in Ulusal Kurtuluş Savaşı verirken, gayrimüslimlere bir çağrıda bulunmadığını ifade ediyor. Özdemir, "Mustafa Kemal Amasya Genelgesinde Ulusal Kurtuluş Savaşı verecek olan kesimlere çağrıda bulunurken, Ermenileri ve Rumları buna dâhil etmemiştir. Sadece ve sadece Anadolu coğrafyasında yaşayan Müslüman unsurlara çağrıda bulunmuştur. Erzurum ve Sivas kongrelerine katılan hiçbir gayrimüslim yoktur. Çünkü o dönemlerde Türkiye'deki gayrimüslimlerin çok azı dışında büyük bir çoğunluğu işgalci güçlerle iş birliği içindedir" şeklinde konuşuyor.
Soykırım yoksa Ermeniler nerede?
Bazı çevrelerin '’soykırım yoksa o dönem birçok şehirde yaşayan Ermeniler şimdi nerede?’' şeklindeki sorularının ise basit bir yanıtı olduğunu savunan Özdemir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Şöyle sorular geliyor mesela; 'o dönemler İstanbul'da 120 bin Ermeni yaşıyordu, şimdi neden 50 bin Ermeni var, diğerlerine ne oldu?' Tüm bunların yanıtları Lozan'da verilmiştir. Verilmemiş olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı. Bu tür soruları hasta düşünceli insanlar soruyor. O insanlar şu soruyu sormuyorlar ama: Selanik'te, Üsküp'te, Erivan'da şu kadar Türk vardı bunlar nereye gitti diye. Örneğin 1910 yılında Erivan'da yaşayan nüfusun yüzde 67'si Türk'tü ve birçok camileri vardı. Bunlar nereye gitti?''
Savaş koşullarında kriz yönetimi
‘'Tehciri'’ savaş koşullarında kriz yönetimi olarak adlandıran Özdemir, döneme damgasını vuran Ermeni çetelerinin eylemleri hakkında da bilgi veriyor. Özdemir, "Ermeniler savaş başladığında nasıl bir iç tehdit oluşturuyordu? Bunun yanıtı verilmeden tehcir konusu anlaşılamaz. Örneğin, Meclisi Mebusan'da Erzurum mebusu olarak görev yapan Karakin Pastırmacıyan, Ermeni gençleri Kafkasya'da eğiterek gönüllü birlikler oluşturuyordu. Bu çeteler sivil halka saldırıyordu. Köylerde katliam yapıyorlardı" diyor. Hükümetin tehcir kararı aldıktan sonra, göç eden Ermeni kafilelere yönelik yapılan saldırılara da değinen Özdemir, bizzat Talat, Cemal ve Enver paşaların bu eylemleri en ağır şekilde cezalandırdığını belirtiyor. Bu eylemlere karışmış Türk askerî ve idari yönetiminde 67 kişinin idamla cezalandırıldığını söyleyen Özdemir, söz konusu yıllarda sadece Ermenilerin değil, Rumların ve Suriye'deki Arapların da zorunlu göçe tabi tutulduğunu anlatıyor.
Ermeniler hiçbir ilde çoğunluk değildi
Prof. Özdemir, o dönemler Ermenilerin en yoğun yaşadığı Muş da bile nüfusun yüzde 37'sini oluşturduğunu, diğer 6 ilde ise bu oranın çok daha düşük olduğuna dikkat çekiyor. Özdemir, "İngiliz arşivlerinden derlediğim önemli bilgiler var bu konuda. Ermeniler o zamanlar 'vilayeti sitte' denilen 6 ilde yaşıyordu. En fazla bulundukları yer Muş'ta nüfusun yüzde 37'sini oluşturuyorlardı. Bu oran diğer illerde yüzde 15 ile 20 arasındaydı. Zorunlu göç Suriye'ye gerçekleşiyor. Göç kararı alınmadan önce Ermeniler Muş, Bitlis, Tokat, Suşehri ve Samsun'da çatışmaya giriyorlar. Şubat 1915'e kadar Kars ve Ardahan'da 30 bin Türkü katlediyorlar. Ardından Maraş'ın Zeytun bölgesinde çatışmalar çıkıyor. Tehcir kararından önce de sonra da devam ediyor bu katliamlar. Ardından Van'da büyük bir katliam yapıyorlar. Bu katliam Ermeni kaynaklarında Dilman Muharebesi olarak geçiyor. Bu savaşta 25 Ermeni ölürken, 45'i yaralanıyor, Türklerden ise 700 şehit var. Ayrıca bu rakam Ermeni kaynaklarında 5 bin Türk olarak geçiyor. Ben bu rakamı abartılı bulduğum için en alt rakamı almayı uygun gördüm. Dilman'dan sonra Van şehri yakılıyor. O dönemler Van'da Ermeniler bir askerî yönetim kuruyorlar ve başlarında da Aram Manukyan adında biri var. Tüm bunlara rağmen hükümeti, hala tehcir kararı almış değildir" şeklinde konuşuyor.
Tehcir siyasi bir karar değildir
Tehcirin siyasi bir karar olmadığını savunan Prof. Özdemir, olayın savaş koşullarının ürünü olduğunu söylüyor. Özdemir, "Tehcir hiçbir şekilde siyasi bir karar değildir, savaş koşullarının ürünüdür. Kaldı ki 1913’teki seçimlerde Ermeni Taşnak Partisi ile İttihat ve Terakki Partisi ittifak yapmıştır. Dışişleri Bakanı, Sayıştay Başkanı ve Nüfus idaresinin başındaki kişiler Ermenilerdir. Tehcir önceden planlanmış bir şey değildir" diyor. Ermenilerle tehcirden önce irili ufaklı 35 çatışmanın içerisine girildiğini ifade eden Özdemir, etnik yapı gereği güvenliği tehdit eder duruma geldiklerinin saptanması sonrası böyle bir kararın alındığını vurguluyor.
İki taraf da salgında çok kurban verdi
Prof. Özdemir, söz konusu yıllar içinde ülkede büyük salgınlar yaşadığını kaydederek, 1. Dünya Savaşı yıllarında resmi verilere göre 440 bin askerin salgın hastalıktan hayatını kaybettiğini söylüyor. Özdemir, "Sadece 3. Ordu'dan 120 asker salgın hastalık yüzünden hayatını kaybetti. Türk hekimleri bu hastalıkları tedavi edebilmek için kendilerini de denek olarak kullandı. Bu sırada sivil vatandaşlar da salgın hastalıklardan hayatını kaybetti. Bunların arasında Ermeniler de vardı. Ermeni akademisyenler, Türk askerî hekimlerini, Ermenileri aşılarda denek olarak kullandığı yönünde eleştirilerde bulunuyor. Bu aşıları Türk hekimleri kendi üzerlerinde denemişlerdir. İki subay da bu denemeler sırasında hayatını kaybetmiştir" diyor.
Çalışmalara hız vermeliyiz
Türkiye'yi yönetenlerin çok dikkatli olması gerektiğini belirten Özdemir, Ermenilerin bir takım yeni stratejiler geliştirdiğini dikkat çekerek şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'yi yönetenler hemen her şeyi planlamak zorundadır. Ermenilerin bu konudaki yeni stratejileriyle ilgili Kevok Bardakçıyan adındaki bir kişinin 'Anadolu'da yaşayan Ermeniler Türk ders kitaplarına örf ve adetleriyle girmelidir' diyerek kendilerine uyan Türk bilim adamlarıyla çalışmak istediklerini belirtiyor. Bu amaçlarından ilkini İstanbul'da gerçekleştirdiler, şimdi ülkenin diğer alanlarına yaymak istiyorlar. Özür dilemeyi kabul etmiyorlar. Türk bilim adamlarına yönelik dertleri var." Bilim adamlarının fazla konuşmaması gerektiğini de belirten, Özdemir, "Bunun yerine daha fazla araştırma yapmalıyız" diyerek sözlerini tamamlıyor...
O zamanki Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı olan Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in 2006 yılında verdiği konferansın özeti olarak bu kadar… Ancak bu sorun bu kadar değil. Bu konuya devam edeceğim…
Osman AYDOĞAN