Filistin Sorunu
11 Mayıs 2021
Filistin'den, Kudüs’ten ve Gazze'den her daim şiddet haberleri geliyor. Tabii bütün bu şiddet haberlerini Filistin sorunundan bağımsız olarak düşünmemek gerekiyor.
Öyleyse her zaman önümüze gelecek olan bu Filistin sorununun ne olduğunu bir güzel anlamamız gerekiyor. Filistin sorununu hakkıyla anlamaz isek eğer renkli TV ekranlarındaki bir kısım herbokologların hamaset ve cehalet kokan söylemlerine mecbur kalıyoruz.
Tarihi zemin
Tarihi derinliğe gitmeyen yazı, yazı değildir diye düşünüyorum. O zaman öncelikle kısaca Filistin sorununun tarihi zeminine bir bakmamız gerekiyor.
İsrail – Filistin çatışması zannedildiği gibi 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla başlamıyor. İsrail –Filistin çatışması tee MÖ 3000 yılına kadar gidiyor. Bu sayfalarda bu çatışmanın örneklerini Tevrat, İncil ve İslam Ansiklopedisinden kaynaklar ve örnekler vererek yazdım. Oscar Wilde’ın Filistin’in tarihine değindiği ‘’Salomé’’ (İmge Kitapevi, 2014) adlı oyununu anlattım. Babil’i, Buhtunnasır’ı (Nabukadnazer) anlattım. Eski Ahit'de ve İncil'de geçen Samson ve Delilah’ın hikâyesini anlattım.
Bugün üzerinde İsrail devletinin bulunduğu toprakların coğrafi ve tarihi adı olan Filistin, bu toprakların ilk sahiplerinden olan Filistlerden (Filistiler) ileri geliyor. Filistler, MÖ XII. yy.da deniz yoluyla Kuzey Afrika’dan buraya geliyor. İsrail adı altında birleşmiş olan İbrani boyları da Ürdün Irmağı’nın öte yakasından Filistin’e geliyor. Doğudan, Ürdün ötesinden de Samiler geliyor. İbraniler, Filistlere karşı savaşıyor. Savaşları İsrail boyları kazanıyor, Filistlerin bir bölümü ülkeyi terk ediyor.
Bu süre içinde Hz. Musa’ya Tevrat iniyor ve Musevilik oluşuyor. İsrailoğulları bu dini kabul ediyor. Filistler, İsrailoğulları ile aralarındaki husumet nedeniyle bu dini kabul etmiyor. Hz. İsa gelince de Filistlerin bir kısmı Hristiyan oluyor. Hz. Peygamber gelince de Filistlerin kalan kısmı Müslüman oluyor.
Bu ilginç ve uzun tarihi süreci anlatmak ayrı bir yazının konusu oluyor.
Ancak günümüzde 9 milyonu biraz aşkın bulunan İsrail’in nüfusunun bir bölümü, yaklaşık 1.9 milyonu yani İsrail nüfusunun %18’ini Filistinliler oluşturuyor. İsrail nüfusunun %16’sını Müslüman Filistinliler, %2'sini de Hristiyan Filistinliler oluşturuyor. Bu Filistinliler, 1948’de İsrail kurulduğunda ülke sınırları içinde kalan Filistinlilerden oluşuyor.
Bölgede, Ürdün ve diğer Arap ülkelerinin dışında Filistin'deki kendi kontrollerindeki bölgelerin dışında kalan Doğu Kudüs’te ve HAMAS yönetiminde Gazze’de yaşayan ve İsrail vatandaşı olmayan Filistinliler de bulunuyor. Üstelik Filistinlilerin tamamı Müslüman değildir, Hıristiyan Filistinliler de bulunuyor. Orta Doğu dışındaki en büyük Filistinli nüfusu yaklaşık yarım milyon kişi ile Şili'de yaşıyor.
Neyse MÖ XII. yy. orada bırakıp gelelim günümüze.
İsrail'in kuruluşu
BM Genel Kurulu’nun 1947 tarihli 181 sayılı bölünme kararında, Filistin’de İngiltere mandası sona erdiğinde bir ‘’Yahudi Devleti’’ kurulmasını öngörüyor. BMGK’nun bu kararının ardından, Yahudi komitacılar 14 Mayıs 1948 tarihinde bir oldu-bitti ile İsrail Devletini kuruyor. Bu arada Filistin Devletinin kurulması için tahsis edilen toprakların bir bölümünü de işgal ediliyor. O dönemde Kudüs’ün batı bölümü İsrail tarafından işgal ediliyor, doğu bölümü de Ürdün idaresinde kalıyor. Filistin devleti kurulamadığı için yerlerinden edilen yüzbinlerce Filistinli de başka ülkelere iltica ediyorlar.
Kudüs
BM Genel Kurulu’nun bahsettiğim 1947 tarihli 181 sayılı bölünme kararında, Filistin’de İngiltere mandası sona erdiğinde bir ‘’Yahudi Devleti’’ kurulması, bir de ‘’Filistin Devleti’’ kurulması ve bu arada üç tek tanrılı din bakımında da kutsal kent kabul edilen Kudüs’ün BM tarafından yönetilmesi öngörülüyor. Kudüs ve Beytüllahim ile bunlara komşu bölgelerin yer aldığı 3. Bölüm ise bir bütün olarak “Corpus Separatum” adı verilen BM idaresindeki kent yönetimi, uluslararası statüye sahip olması öngörülüyor. BM kararında Filistin Devleti’nin kurulacağı bölüm; Batı Celile, Akka, Batı Şeria ile Aşdod’un kuzeyinden güneyde Refah kentine kadar uzanan güney sahili ve Mısır sınırı boyunca çölün bir kısmını içine alan 11 bin kilometrekarelik bir alanı içeriyor. Tahudi devleti (İsrail) ise Hayfa’dan Tel Aviv’e kadar uzanan sahil şeridi, Doğu Celile, işgal altındaki Filistin topraklarının kuzeydoğu sınırı ve Necef Çölü’nün çoğunluğunu kapsayan 15 bin kilometrekarelik bir alanı içeriyor.
Özetle;İsrail’in kuruluşunda geçen iki Kudüs bulunuyor: Batı Kudüs ve Doğu Kudüs. Doğu Kudüs, gelecekteki Filistin devletinin başkenti olarak öngörülüyor. Ne Batı Kudüs’te, ne de ‘’eski şehir’’ olarak bilinen Doğu Kudüs’te İsrail’in hâkimiyeti hiçbir hukuki meşruiyete dayanmıyor. İsrail, hukuken ne Batı Kudüs üzerinde egemendir ne de Doğu Kudüs üzerinde. Devletler hukukuna göre İsrail, her ikisi üzerinde de işgalci konumunda bulunuyor.
İsrail’in devlet olarak hedefi
İsral’in devlet hedefi; Kudüs’ü başkent yapmak ve Tel Aviv’i oraya taşımak, Golan Tepelerini ilhak, Filistin’i işgalini geliştirerek sürmek ve Filistin’i haritadan silmek oluyor. Bu amaç doğrultusunda İsrail milim milim değil arşın arşın ilerliyor. Ve bu amaçları önündeki bütün engelleri de kendileri kaldırmıyor. Amaçları önündeki bütün engelleri de Müslümanlara kaldırtıyor.
BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Kurul kararları
BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul tarafından alınan çeşitli kararlarda, İsrail’in yaptıklarının hukuka aykırı olduğu, güç kullanılarak toprak kazanılamayacağı belirtiliyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 savaşından sonra kabul ettiği 242 sayılı kararda İsrail, işgal ettiği tüm topraklardan çekilmeye çağrılıyor. Bu kararın altında ABD’nin de imzası bulunuyor. Benzer şekilde 1973 savaşından sonra BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 338 sayılı kararda da İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesi ve 1967 öncesi sınırlara dönme çağrısı yapılıyor. Günümüzde AB, eskiden AT olarak adlandırılan Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketinin o dönemde yeni canlanan ortak dış politika perspektifinde de iki devletli çözüme atıf yapılıyor. AT’nin 1980 tarihli Venedik Deklarasyonunda bu husus üzerinde ağırlıklı olarak duruluyor. Kararda, İsrail- Filistin anlaşmazlığına ancak Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı temelince ve BM kararlarına uygun çözüm bulunabileceğine işaret ediliyor.
İsrail o günden, işgal ettikleri toprakları ilhak ede ede bugüne geliyor.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
İsrail ile mücadeleye başlayan ilk örgüt FKÖ oluyor. FKÖ’nün temelleri 13-16 Ocak 1964 tarihinde Kahire'de toplanan Arap Birliği zirvesinde atılıyor. FKÖ, 2 Haziran 1964 tarihinde Arap devletleri tarafından özellikle de Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır'ın desteği ile kuruluyor. Yani FKÖ, Filistinliler tarafından değil Araplar tarafından kuruluyor. Ardından, Arap devletlerinde FKÖ'nün ofisleri açılıyor. Aynı zamanda da Gazze ve Sina'da üslenecek bir Filistin Kurtuluş Ordusu kuruluyor. 1969'da örgütün başkanlığını Yaser Arafat'ın ele geçiriyor. Arafat, kendisine bağlı El Fetih örgütü ile İsrail'e karşı mücadele ediyor. El Fetih savaşçıları, 1968'de Ürdün'de İsrail birliklerine ağır kayıplar verdiriyor.
FKÖ, sosyalist söylemlerden de etkilenen seküler bir yapıya sahip oluyor. İçinde her dinden insanı barındırıyor. Örneğin Hristiyan bir Arap ve sosyalist olan George Habash, FKÖ’nün önde gelen liderlerinden birisi oluyor. FKÖ’nün bu yapısı ise çoğu Arap devletlerin işine gelmiyor. FKÖ, bugün de zayıflayarak devam eden varlığı ile siyasal bir parti gibi işlev görüyor.
1967 Savaşı
İsrail ve Arap komşuları arasında artan gerginlik, 5 Haziran 1967'de başlayan 6 Gün Savaşları'na yol açıyor. Orta Doğu’nun çehresi bu altı günde değişiyor. Bu 6 gün savaşında İsrail, Mısır'dan Gazze ve Sina Yarımadası'nı, Suriye'den de Golan Tepeleri'ni alıyor. İsrail, Ürdün güçlerini de Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ten çıkarıyor. Mısır'ın güçlü hava kuvvetleri, savaşın daha ilk günü saf dışı bırakılıyor. İsrail uçakları, daha başlangıçta Mısır hava kuvvetlerini havalanamadan yerle bir ediyor.
Bu savaşta İsrail’in toprak kazanımları İsrail'in kontrolündeki alanı iki katına çıkarıyor. Ancak BM Güvenlik Konseyi, 242 sayılı kararında savaşla toprak kazanımı reddediliyor, bu savaşta ele geçirdiği yerlerden İsrail'in çekilmesi istiyor.
BM'ye göre, bu savaşta 500 bin Filistinli daha mülteci haline geliyor. Bu Filistinliler; Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye'ye göç ediyor.
Özetle İsrail, 1967 savaşında Kudüs’ün eski şehir olarak da bilinen doğu bölümünü (Doğu Kudüs), Batı Şeria, Gazze ve Mısır’ın Sina Yarımadası ile Suriye’nin Golan Tepeleri’ni de işgal ediyor. İşgalin ardında İsrail işgal ettiği bu bölgeleri Yahudi yerleşimine açıyor. Uluslararası hukuka göre işgal altındaki topraklarda bulunan tüm Yahudi yerleşimleri yasa dışı kabul edilse de İsrail işgallerini sürdürmeye devam ediyor.
1973 Yom Kippur Savaşı
1967'deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, 1973'teki Yom Kippur Bayramı sırasında İsrail'e karşı baskın şeklinde bir taarruza girişiyor.
Başlangıçta Mısır ve Suriye, Sina ve Golan Tepeleri'nde ilerleme kaydediyorsa da üç hafta süren çarpışmalar sonunda İsrail, bazı yerlerde 1967'deki ateşkes hattının da ötesine geçiyor. Sovyetler Birliği’nin tehdidi sonucu İsrail ateşkes anlaşmasına yapıyor. Savaş sonunda İsrail, askeri, diplomatik ve ekonomik destek açılarından ABD'ye daha da bağımlı hale geliyor.
Kudüs başkent ilan ediliyor
1980 yılında İsrail’de Menachem Begin başbakan iken Kudüs kenti İsrail tarafından başkent ilan ediliyor. Ama hiçbir ülke, büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıyor… Ta ki…. Bu bölümü yazımın sonuna doğru anlatayım.
1982 İsrail’in Lübnan'ı işgali
İsrail, Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerini saldırılardan korumak amacıyla Lübnan güneyine saldırıyor. İsrail birlikleri Beyrut’a kadar ilerliyor. İsrail, FKÖ'yü Lübnan’dan çıkarıyor. Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Lübnan’daki Filistin mülteci kampları savunmasız kalıyor.
İsrail güçleri 15 Eylül'de Batı Beyrut’u işgal ediyor.16 Eylül'den 18 Eylül'e kadar, İsrail'le ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi katlediyor. Bu katliam neredeyse bir asrı bulan Ortadoğu mücadelesindeki en katlı katliamlardan birisi oluyor. Sabra ve Şatilla katliamlarının baş sorumlusu Ariel Şaron oluyor. 1983'te İsrail'de yapılan bir soruşturma, Şaron’un katliamı önlemek için harekete geçmediğine hüküm veriyor.
İsrail’in ve ABD’nin bu cüreti nereden geliyor?
‘’İsrail’in işgalleri’’ başlığı ile verdiğim bölümde İsrail’in amaçları önündeki bütün engelleri de Müslümanlara kaldırttığını yazmıştım.
İşte şimdi İsrail’in bunu nasıl başardığına sıra geliyor:
Filistinlilere yapılan Arap katliamları
Kimsecikler pek dile getirmiyor ama Arapların İsrail’den daha fazla yaptıkları Filistin katliamları bulunuyor. Ürdün ordusu 16 Eylül 1970 tarihinde Filistinlilere yönelik yaptığı operasyonlar esnasında 11 gün süren katliamda 3 bin 400 Filistinli savaşçıyı öldürüyor. Yine Ürdün ordusu, Mart 1971 tarihinde başlayıp Temmuz 1971 tarihine kadar süren çatışmalarda 15 binden fazla Filistinli savaşçıyı ve sivili katlediyor.
Hafız Esad’ın desteklediği Lübnan’daki Şii Emel örgütü militanları da 1985 yılında Beyrut’ta bir Filistin mülteci kampına saldırarak büyük bir Filistinli mülteci kıyımı gerçekleştiriyor. Şii Emel örgütü ile Filistinlilerin savaşı üç yıl sürüyor. Bu savaşta Şii Emel Örgütü tarafından 3000 Filistinli katlediliyor. Bu liste daha uzuyor ama ben burada kesmem gerekiyor.
Filistin’in kendi içinde tükenmesi
70’li yıllardan 90’lı yılların sonuna kadar tüm dünya antiemperyalist kamuoyunun büyük desteğine sahip laik karakterli Filistin hak arama mücadelesi, FKÖ’nün belkemiğini oluşturan El Fetih yerine Arap ülkelerinin desteği ile 2007 yılından sonra seküler FKÖ devre dışı bırakılarak İslamcı ve İhvan’cı HAMAS ile yapılmaya başlanıyor.
HAMAS
HAMAS, 14 aralık 1987 tarihinde "Hareket-ül Mukavemetül İslamiyye" (İslami Direniş Hareketi) adıyla Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz el Rantisi ve Muhammed Taha tarafından Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kuruluyor. “HAMAS” aynı zamanda Arapça‘da “hamiyet” (bir kimsenin yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası, erdemi ve bu değerlere bağlılık) anlamına geliyor.
HAMAS'ın; aşırı dinci dili, sert, şiddet yanlısı söylemi, sözde Siyonizme karşı çıkarken ırkçılığa varan söylem ve tutumları ve Filistin’in kurtulmasından önce İslamlaştırılmasına öncelik veren tutumu dünyanın Filistin’e olan desteğini çekmesine yol açıyor. Bu ise Filistin mücadelesinin dünyada yalnız kalmasına yol açıyor.
İsrail'in düşmanları, Filistin'in dostları yok ediliyor
Daha dün, evet dün İsrail’in baş düşmanı ve Filistin’in en büyük destekçisi Saddam’lı Irak idi. Hatırlarsınız değil mi Körfez Savaşında Saddam Hüseyin’in İsrail’e Scud füzeleri gönderdiğini. ABD Saddam’ı ve Irak’ı yok ederken yani ABD İsrail’in baş düşmanını ve dünyadaki Filistin’in en büyük destekçisini ortadan kaldırırken ABD’ye en büyük desteği Türkiye’de AKP iktidarından Suudilere Müslüman devletler sağlıyor.
Daha dün, evet dün İsrail’in ikinci baş düşmanı ve Filistin'in ikinci en yılmaz savunucusu Kaddafi’li Libya idi. ABD tarafından Kaddafi’li Libya yani İsrail’in ikinci baş düşmanı ve Filistin'in ikinci en yılmaz savunucusu ortadan kaldırılırken ABD’ye yine en büyük desteği Türkiye’de AKP iktidarından Suudilere Müslüman devletler sağlıyor.
Daha dün, evet dün İsrail’in yine en büyük üçüncü düşmanı Suriye idi. Suriye’ye karşı İsrail’in bile cesaret edemediği düşmanlığı yine Türkiye’de AKP iktidarından Suudilere Müslüman devletler yapıyor.
Kısaca 21’inci yüzyıldaki İslam dünyasına yapılan ve İsrail’in bölgedeki güvenliğini pekiştiren ABD öncülüğündeki modern Haçlı seferlerine en büyük desteği yine Türkiye’de AKP iktidarından Suudilere Müslüman devletler sağlıyor. (‘’Haçlı seferi’’ tabiri bana ait değil, bu tabiri bizzat Üçüncü Haçlı Seferi Kumandanı Richard the Lionheart, -pardon- Onuncu Haçlı Seferi Kumandanı George Bush söylüyor.)
Arap ülkeleri birer birer İsrail'i tanımaya başlıyor
Bir taraftan İsrail’in baş düşmanı, Filistin’in can yoldaşı ülkeler böylesine diğer İslam ülkeleriyle bertaraf edilirken, ABD güdümünde ve desteğinde İsrail’in Kudüs’te ve bölgesinde işgalinin tanınması için Arap ülkeleri sıraya giriyor.
Bu kapsamda;
Eylül 1978: Mısır, "Camp David'’ anlaşmasıyla İsrail'i tanıyarak, İsrail’i, işgal ettiği topraklardaki varlığını meşru sayan ilk Arap devleti oluyor.
Ekim 1994: Ürdün ile İsrail arasında yapılan ‘’Vadi Arabe’’ anlaşmasıyla iki ülke arasında diplomatik ilişki kuruluyor.
Suudi Arabistan ve Yüzyılın Anlaşması
Suudi Arabistan baştan beri ABD’nin Ortadoğu projelerinin merkezinde, İsrail’in yanında ve Filistin’in karşısında yer alıyor.
28 Ocak 2020: ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, düzenledikleri ortak basın toplantısında '’Yüzyılın Anlaşması'’ adlı tek taraflı planı açıklıyorlar. Bu açıklamada Trump, "Kudüs bölünmeden İsrail’in başkenti olacak" diyor.
Bu açıklamada bir yanlış nokta bulunuyor. Çünkü bu bir ‘’anlaşma’’ değil, ‘’tek taraflı bir irade beyanı’’ oluyor. Çünkü planın hazırlanması aşamasında Filistin tarafı ile irtibat /ilişki kurulmuyor. Plan, İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi tarafından ortak hazırlanıyor.
Sözde Barış Planı, bir yandan başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devletini öngörüyor, diğer yandan da “Birleşik Kudüs’ün İsrail’in ebedi başkenti” olacağını öne sürüyor. Planın temel amacı, İsrail’in bölgedeki fiili işgalini meşrulaştırmayı öngörüyor.
Sözde Barış Planında İsrail ile Filistin’in barış içerisinde bir arada yaşayacağı iki devlet modeli öneriliyor. Ancak planın hiçbir yerinde iki devletli çözüm için uluslararası toplumun asgari müşterek oluşturduğu 1967 sınırlarına dönmekten bahsedilmiyor. Barış Planında, Haziran savaşı olarak da bilinen 1967 savaşında İsrail’in işgal ettiği, Gazze Şeridi, Batı Yakası, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nın yanında Kudüs’ün doğu bölümünden hiç bahsedilmiyor.
Trump’un önerdiği iki devletli çözüm haritası incelendiğinde 1967 sınırlarından bahsedilmediği, Batı Şeria'da işgal edilmiş topraklardaki Yahudi yerleşim birimlerinin meşrulaştırıldığı ve İsrail topraklarının ayrılmaz parçası olarak nitelendirildiği görülüyor.
Trump'ın sözde Barış Planı, öncelikle İsrail’in Kudüs üzerindeki tahakkümünü güçlendiriyor ve devletler hukukuna göre meşru olmayan fiili durumu yasallaştırma amacını taşıyor.
Diğer Arap ülkeleri de İsrail ile barışıyor
Ağustos 2020: İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında ilişkilerini normalleştirdikleri duyurusu yapılıyor.
Eylül 2020: İsrail ve Bahreyn "ilişkilerini tamamen normalleştirmek konusunda anlaşmaya vardıkları" ilan ediliyor. İsrail, BAE ve Bahreyn arasında ‘'İbrahim (Abraham) Anlaşması'’nı imzalanıyor. Bu anlaşmadan sonra ABD Başkanı Trump "Mescid-i Aksa'nın saldırı altında olduğu nesilden nesile aktarılan bir yalan’’ olduğunu ifade ediyor. Bu anlaşmadan kısa süre sonra da İsrail ve Bahreyn istihbaratları "İran'a karşı iş birliği" başlatıyor.
Ekim 2020: Sudan, İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini kabul ettiğini açıklıyor. Lübnan, İsrail ile masaya oturmak üzere çerçeve anlaşmasına varıldığını duyuruyor.
Aralık 2020: İsrail ile Filistin'in ilişkileri normalleştirmek üzere anlaştığı duyuruluyor. Fas, İsrail ile ilişkilerini yeniden başlatacaklarını açıklayarak bu normalleşme kapsamında İsrail ile dört anlaşma imzalıyor.
Köpeksiz köyde değneksiz gezmek
Daha dün, evet dün ABD, tüm Ortadoğu’yu parçalayıp da sınırlarını değiştirirken, ABD tüm Ortadoğu’yu bir ateş topuna çevirirken ve İsrail’e bulunduğu bölgede dikensiz bir gül bahçesi sunulurken onun müttefiki ve eşbaşkanları Türkiye’de AKP iktidarından Suudilere Müslüman devletler oluyor.
ABD biliyordu ki;
* ABD, Kudüs’ü, İsrail'in başkenti olarak ilan ederken (06 Aralık 2017),
* ABD, Büyükelçiliğini Kudüs'e taşırken (14 Mayıs 2018),
* ABD, İsrail’in 1967 yılında işgal, 1981 yılında ilhak ettiği Golan tepeleri üzerindeki egemenliğini tanırken (25 Mart 2019),
* ABD, tek taraflı olarak açıkladığı '’Yüzyılın Anlaşması'’nda Kudüs’ü bölünmeden İsrail’in başkenti olarak ilan ederken (28 Ocak 2020) ve
* İsrail, Gazze’yi yerle bir ederken, Şeyh Cerrah Mahallesi’nin yerlileri olan Filistinlileri söküp atarken ve Mescid-i Aksa’yı yakıp yıkarken, artık bölgede bu kararlarına ve bu yaptıklarına ve bu eylemlerine karşı duracak hiçbir güç bulunmuyor.
ABD ve İsrail biliyor ki; bu kararlara ve bu yaptıklarına karşı çıkan sesler ise etkisi, müeyyidesi olmayan sadece iç politikaya dönük, anlamsız kuru gürültüden ibaret kalıyor.
Timsah Gözyaşları
Bu kararlar karşısında en çok şikâyet edenler, en çok tepki gösterenler, en çok feryâd edenler ise bu kararlara en çok çanak tutanlar oluyor!
İslam dünyası, tarih boyunca hiç bu kadar zelil duruma düşmüyor.
Eğer gerçekten Kudüs sevdalısı, Filistin destekçisi iseniz ve hâlâ BOP eşbaşkanı değilseniz eğer bırakın hamasi hamasi nutuklar atmayı, bu salgın ortamında caddelerde kuru kalabalıklar oluşturmayı, derhal barışın Suriye ile Mısır ile Irak ile ve bırakın Libya’ya, Somali'ye asker göndermeyi, ABD’nin bu Siyonist, bu emperyalist planına karşı birleşin bölge ülkeleri ile! Tüm enerjinizi, gücünüzü ve dikkatinizi Kudüs’e yöneltin.
Eğer bunu yapmayacaksanız döktüğünüz timsah gözyaşlarına bile yazık!
Ha bir de, Malatya Kürecik’teki Doğan görünümlü Şahin, pardon, NATO görünümlü ABD üssü ve buradaki radarlar, buradaki Patriotlar da İsrail’i İran füzelerinden korumak için bulunuyor. Hani gerçekten İsrail’e bir müeyyide uygulayacaksanız eğer hatırlatayım istiyorum.
Bu arada da şunu da hatırlatmak istiyorum: Geçmişi, tarihi, Filistinlilerin İngilizlerle bir olup Osmanlıyı sırtından bıçakladığını bir tarafa bırakalım. Günümüzde Filistin yönetimi, tüm uluslararası konularda Türkiye’nin yanında yer almadığı gibi Türkiye’nin karşısında yer alıyor. Filistin yönetimi, Kıbrıs'ta Rum yönetiminden yana taraf tutuyor, Karabağ sorununda Ermenistan'dan yana taraf tutuyor, sözde Ermeni Soykırımı için pul bastırıyor, PKK yanlısı söylemleri bulunuyor. Geçmişte de Lübnan’da, Bekâ Vadisinde PKK, FKÖ kamplarında eğitiliyor. Toplumsal hafızamızın ‘’sıfır’’ olduğunu hatırlatıp bu fasılları yüzeysel olarak geçmemiz gerekiyor!
Sonuç
Tarihi zeminden, MÖ XII. yy.'dan günümüze baktığımızda bölgedeki kavganın din temeli üzerine oturmadığı gözüküyor. Bölgedeki kavga ekonomik ve siyasi bir temel üzerine oturuyor. İsrail özellikle göçlerle artan nüfusuna hayat alanı yaratmaya ve çölleşen Ortadoğu’da su kaynağı olan Suriye’ye ait Golan Tepelerini de elinde tutmak istiyor.
Din, ırk ve etnik köken yüzünden yapılan savaşlar artık tarihin çöplüğünde kalıyor. Günümüzün savaşları ‘’ekonomik kaygılar’’ ve bu kaygıları giderecek ‘’güvenlik’’ yüzünden yapılıyor.
İsrail – Filistin çatışmasına ‘’din’’ gözlüğü ile bakmak en başta Filistin'e ihanet etmek anlamına geliyor. İsrail – Filistin kavgasına ‘’din’’ temelli olarak değil de ‘’hak, hukuk ve adalet’’ temelli olarak yaklaşılması gerekiyor. Bu şekilde yaklaşılmadığı sürece kaybeden tarafın Filistin ve Müslümanlar olacağı gözüküyor. Filistin sorununda ‘’din’’ konusunu öne çıkararak kullananlar bunu sadece ve sadece istismar ve politik çıkar için yapıyor. Yazım içinde de anlattığım gibi Filistin sorununda ‘’din’’ konusunu öne çıkaranlar en fazla İsrail’e ve Siyonizm’e hizmet ediyor. Zaten Siyasal İslam'ın yeryüzündeki en büyük efendisi ve Siyasal İslam'ın yeryüzündeki Kabe'si ABD oluyor.. Ve Siyasal İslam'ın karıştığı her bir sorun kördüğüm olup ABD'ye, İsrail'e ve Siyonizm'e hizmet ediyor. En azından HAMAS'ın ne işe yaradığı Filistin sorununda görülüyor.
Naçizane bu düşünceleri arz etmek de bana kalıyor.
Filistin sorununda adı geçen Gazze, Batı Şeria, Batı Kudüs, Doğu Kudüs, Ramallah, Mescid-i Aksa, Şam Kapısı ve Şeyh el-Cerrah Mahallesi gibi Filistin'e ait yerleşim yerlerini, bunların tarihi geçmişini ve siyasi önemini de bair başka yazımda anlatayım.
Osman AYDOĞAN