Bir Yemen türküsü ve bir hatanın düzeltilmesi!
27 Mayıs 2021
Dün yazdığım ‘’Mihrali Bey’’ yazısında Yemen türkülerinden bahsetmiştim. Yazımda ‘'Havada bulut yok’’ diye başlayan Yemen türküsünün Muş yöresine ait olduğunu yazınca bir okuyucu itiraz etti. Kendisi bu yemen türküsünün Muş yöresine ait olmadığını iddia ediyor…
Bazı kaynaklarda, Yemen türküsü hakkında herhangi bir sağlıklı araştırma ve inceleme yapılmadan türküde geçen “burası Muş’tur” kısmı “burası Huş’tur” diye değiştirilerek “Yemen türküsü” adıyla Yemen’e mal ediliyor. Bu doğru değildir. Sanırım yazıma itiraz eden okuyucu da bu bilgiye göre itiraz ediyor...
Bu yanılma sadece bu türküyle sınırlı kalmıyor... Bu yanılma türkülerde çok yapılıyor. Mesela ''Adana'nın yolları taştan'' türküsü Adana'nın değil de Çankırı yöresinin, ''Şen olasın Ürgüp'' türküsünün de Ürgüp'ün değil de Antalya yöresinin olduğu gibi...
O zaman bana da gerçeği, doğru bilgiyi aktarmak kalıyor...
Gerçeğin kendisi
''Havada bulut yok bu ne dumandır'' sözleri ile başlayan Yemen türküsünü Atatürk de seviyor. Atatürk türkünün her söylenişinde gözyaşlarını tutamayarak şöyle söylüyor: ‘’Anadolu çocuklarının ne işleri vardı Yemen çöllerinde? Oraya gönderildiklerinde belki yeni evliydiler. Geride genç eşlerini, kundakta yavrularını bırakmışlardı. İçlerinden birinin şansı yaver gider de geri dönebilseler kendisi ve eşi yaşlanmış, çocuğu kız ise gelinlik çağa gelmiş, erkekse koskoca delikanlı olmuş bulurdu. Bütün bunlar niçindi? Yazık günah değil miydi evlatlarımıza?”
TRT arşivleri incelendiğinde, bu türkü hakkında arşivde: Kaynak kişi: Duriye Keskin (mahalli sanatçı), derleyen: Muzaffer Sarısözen, notaya alan: Muzaffer Sarısözen ve TRT repertuar no: 341 bilgileri yer alıyor…
Muş ve çevresinde ilki 1944 yılında Türk halk müziğinin babası ve TRT yurttan sesler programının yapımcısı rahmetli üstat Muzaffer Sarısözen başkanlığında Bedii Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişken’ den kurulu ekipçe, ikincisi ise 1961 yılında Mustafa Geceyatmaz, Fikret Otyam ve teknisyen Mücahit Küçükbaran’dan oluşan ekiplerce resmi derleme çalışmaları yapılıyor...
Yapılan bu derlemeler sonucu bu türkü Muş ilimize ait olarak TRT repertuarına giriyor. Ayrıca; Ankara Üniversitesi (TÖMER) dil dergisinde, aslen Muş’lu olan Mülkiye Müfettişi Sayın Nuri Yaman’ın araştırmalarına istinaden bu türkünün öyküsü ve bilinmeyen kısımları türkünün yöresi de Muş ili olarak yayınlanıyor... (Nuri Yaman, memleketim olan Yeşilhisar'da da 1972-1976 yılları arasında kaymakam olarak görev yapıyor.)
Ancak 1990’lı yılların ortasında TRT, bir söylenti üzerine hiçbir bilimsel inceleme yapmadan işgüzarlık yaparak bu türküyü tahrif ediyor: Türküde geçen ‘’Muş’’ ili yerine Yemen’de bir Türk kalesi olan ‘’Huş’’ ile değiştirerek bu türküyü bir Yemen türküsü haline getiriyor…
Bunun üzerine İstanbul Teknik Üniversitesi Müzikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Songül Karaosmanoğlu Ata, bir gazeteye demeç vererek türkünün sözlerinin aslında “Burası Muş’tur" olduğunu, Yemen'e ait Huş şehri olduğu söylentilerin doğru olmadığını ifade ediyor. Ata, gazeteye yaptığı açıklamasında ‘’İlk olarak 1944'te, Duriye Keskin adlı mahalli bir sanatçıdan derlenen türküdeki ‘Burası Muş'tur’ sözlerinin 90'ların ortasında kaynağı belirsiz söylentiler sonucu ‘Burası Huş'tur’ şeklinde değiştirildiğini, TRT'nin bile söylentilerden etkilenerek türküde tahrifat yaptığını’’ söylüyor. Ata, açıklamasının devamında ‘’TRT'nin değiştirdiği Huş’un; Yemen'in başkenti Sana ile Taiz kentleri arasında bulunan bir Türk Kalesi'nin ismi’’ olduğunu hatırlatan Ata, "Türkünün sözlerini dikkatli bir şekilde okursak, Anadolu toprakları üzerinde bir yerlerde söylendiğini anlayabiliriz" diye söylüyor. (Milliyet. 10 Temmuz 2006)
Türkünün hikâyesi
Acılı, elemli ve yaslı bir türkünün öyküsüdür Yemen türküsü. Tarihi tam olarak bilinmez. Aslında bilinir de herkes kendine göre değişik bir tarih söylüyor.
Yemen türküsünün bilinmeyen yönlerini aslen Muş’lu olan Mülkiye Müfettişi Nuri Yaman anlatıyor: Muş ilinden Yemen’e çok sayıda genç “ölürsek şehit kalırsak, gazi oluruz” diyerek askere gidiyor. Yemen’in öldürücü sıcağı, düşmanı ezici çoğunluğu ve Arapların ihaneti nedenleri ile gidenlerin hemen hepsi orada şehit düşüyor, hiçbirisi geri dönmüyor… Türkümüz geride kalan asker yakınları ve yavuklularınca söyleniyor...
İşte bu türkü gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanlardan Muş’ta kalan sevgilisinin sesi, özlemi, elemi ve de acısı haline geliyor. Hüseyni makamında olup 5/8 lik bir türküdür.
Türkümüzün sözlerine bakıldığında yöre insanımızın geleneklerini, yaşam biçimini ve acılarını yansıttığı görülüyor. Yemen’e giden redif alayından hemen, hemen hiç kimse geri dönmüyor. Bu kara haberin Muş’a ulaşmasıyla (halk arasında şivan denen) ağıtlar yakılıyor, feryatlar yükseliyor.
Muş geleneklerinde komşularca cenazesi olan evlere başsağlığına gelenlere ve cenaze evinin halkına yemek gönderilir. O zamanlar teknik gelişmediğinden, yemekler fırınlarda değil kazanlarda, odundan ateş yakılarak pişirilirdi. Cenaze evi birden çok olduğundan, şehrin birçok yerinde cenaze evlerine yemek göndermek amacıyla büyük ocaklar kurulur, odunlar ocağa sürülür... İşte bu ocaklardan çıkan yoğun duman gökyüzüne doğru yükseliyor. Nişanlısı redif alayı ile birlikte Yemen’e giden ve bu kara haberi henüz duymamış olan genç kızımız pırıl pırıl bir ağustos günü bu ağlamaları ve bu dumanı görünce şöyle söyleniyor:
''Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu Yemen elleri ne de yamandır''
Gerçekten de mehlede ölü yoktur cenazeler Yemen’dedir. Bulutsuz ağustos gününde ki duman ise cenaze evleri için yemek yapmak üzere yakılan ocakların dumanıdır.
''Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir''
Çemen; Yemen’de yetişen bir bitkidir. Askerlerimiz Yemen’e gitmiş ve bir daha geri dönmemiştir. Muş ili Türkiye’nin üçüncü büyük ovasına sahiptir. Birçok kişi Muş ovası ile türküdeki yokuş ve yol ikilemine düşüyor. Oysaki Muş ili yerleşim itibariyle savunması daha kolay en eski yerleşim yeri olan bugünkü Kale Mahallesi ve Minare Mahallelerinin olduğu bölüme konuşlanmış ova ise tamamen bu mahallerin altında aşağıda tarıma bırakılmıştır.
Bugün halen Kale Mahallesi eski yerleşim kalıntılarını taşımakta ve yüksek bir yerde ovaya hâkim bir alandadır. Eski Muş’un yolu halen yokuştur. “Giden gelmiyor acep ne iştir” sözü Muş’a giden dönmüyor diye anlaşılmaktadır. Oysa türkünün sözleri dikkatli incelendiğinde Muş’tan Yemen’e gidenler şehit olup dönmediklerinden “giden gelmiyor acep ne iştir “ sözü onlar için söyleniyor…
Eski yerleşim yeri itibariyle Muş ilinde askerî kışla Kale Mahallesinin eteklerinde bugünkü İl Jandarma Komutanlığı dinlenme tesislerinin bulunduğu yerde bulunuyor. Ne yazık ki bu kışla yıkılıp yerine şimdiki jandarma tesisleri yapılıyor. Nişanlısının ölüm haberiyle yüreği yanan genç kızımız, Kale Mahallesinden yokuşun altındaki kışlaya bakarak şöyle ağıt yakıyor:
''Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var''
Mülkiye Müfettişi Sayın Nuri Yaman’ın araştırmaları ile derlemesi yapılan türkünün diğer mısralarında ismi geçen yerlere gelince;
Mongok: yeni adı Soğucak’tır. Merkeze 2 km Mesafede soğuk suyu ile meşhur bir köydür. Karasu: 68 km Uzunluğunda komşu Bitlis ili Güroymak ilçesinden doğan ve Muş’a güneyden girerek bilahare Kurt İstasyonunda Murat nehri ile birleşen bir nehirdir.
''Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar''
Mısralarından da anlaşılacağı gibi bu türkü Muş’tan Yemen’e giden askerlerimiz için söyleniyor… Bu türkü Yemen'de söylenmiyor...
Yemen'e giden neden geri gelmiyor?
Osmanlı İmparatorluğu her yerde Anadolu evladını harcıyor ancak en çok da Yemen’de harcıyor. Yemen; Arap olduğu, Osmanlıya göre ‘’Necip Kavim’’ olduğu için ne Orduya tek bir asker veriyor ne de hazineye tek kuruş vergi veriyor. Ayrıca Osmanlı, Yemen'in yabancılara karşı korunması için Anadolu ve Rumeli'den askerler getiriyor. Mekke ve Medine gibi Müslümanlar için kutsal sayılan yerleri Osmanlının elde tutma isteği Osmanlı Devletine çok pahalıya mal oluyor.
Osmanlı zayıflatınca Araplar, Yemen halkı ile beraber İngilizler ile anlaşıyor ve Osmanlı'ya karşı savaş açıyor. Araplar ve Yemen halkı isyan çıkararak Osmanlı'ya karşı İngilizler ile birlikte savaşıyor.
Sadece 1904 ve 1911 Yemen İsyanlarında 100 bin ile 150 bin arası Anadolu evladı şehit oluyor. Daha önceki isyanlarda ki (1849, 1872 ve 1891) verdiğimiz şehitler ile birlikte neredeyse 700 bin Türk evladı Yemen ellerinde şehit veriliyor. Başka bir ifade ile 700.00 Türk evladı Yemen'de Araplar tarafından öldürülüyor.
Osmanlı Yemen İsyanlarından da ders almıyor, Mekke ve Medine kutsal şehirler, elde tutacağız inadı Osmanlıya çok daha pahalıya maloluyor.
Ömer Fahreddin Türkkan. Kendisini bu şekilde değil de I. Dünya Harbi sırasında çıkan Şerif Hüseyin İsyanı'nda zor şartlar altında Medine'de yönettiği iki yıl yedi ay süren Medine müdafaası ile ''Fahrettein Paşa'' olarak tanınıyor. Bu nedenle Fahrettin Paşa; "Medine Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla da anılıyor. Gerçekten de Fahrettin Paşa zor şartlarda, ikmal yolları Arap aşiretler tarafından kesildiği için askerlerine çekirge yedirerek Medine’yi savunuyor.
Ancak Fahrettin Paşa ‘’doğru iş’’ yapmıyor. Şöyle ki: Başkomutan Vekili Enver Paşa, Diyarbakır’dan gelen Mustafa Kemal Paşa ve Cemal Paşa’nın katılımıyla 28 Şubat 1917 tarihinde, Şam’da iki gün süren bir toplantı yapıyor. Bu toplantı sonunda ‘’Medine’nin boşaltılması ve Hicaz’daki kuvvetlerin Filistin’de kullanılmak üzere geri çekilmesi kararı’’ alınıyor. Başkomutan Vekili Enver Paşa, Suriye’den döndükten sonra 02 Mart 1917 tarihinde bu kararını kesinleştirerek emre döküyor. (Hikmet Özdemir, ‘’Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk’’, Doğan Kitap, 2019, s. 136) Fakat Fahrettin Paşa bu emri dinlemiyor, kutsal şehir diye Medine’yi savunmaya devam ediyor. Osmanlı da konunun üzerine gitmiyor ne de olsa Mekke ve Medine kutsal şehir! Bu savunma esnasında binlerce Anadolu evladı çekirge de yiyerek Arap çölünde kırılıyor, şehit oluyor. Sonunda hem Mekke - Medine düşüyor hem de savunmasız kaldığı için Filistin düşüyor, Şam düşüyor, o zamanlar Antep kadar Türk olan Halep düşüyor. Ardından Osmanlı İmparatorluğu düşüyor.
Osmanlının Necip Kavim diye Arap hayranlığı başına olmadık işler açıyor, koskoca Osmanlıyı batırıyor. Ancak kendilerine tarihten bi haber ‘’Yeni Osmanlı’’ denen bir türün benzer Arap hayranlığı da koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin başına koca bir bela olarak sarılıyor…
Arz ederim…
Osman AYDOĞAN
Djivan (Civan) Gasparyan (D. 1928) Ermenistan’ın ilk ve tek "halk sanatçısı" unvanını taşıyan bir Duduk ustasıdır. (Düdük değil, ‘’duduk’’. Duduk; ney enstrümanın kayısı ağacından yapılmışı olanıdır) "Gaspar" Muş’un eski adlarından birisidir. Yani Civan Gasparyan’ın aslı Muş’ludur. Gasparyan’ın Erkan Oğur ile beraber 2001 yılında çıkardıkları ‘’Fuad’’ adlı albümde ‘’Yemen’’ isimli bir eser yer alır. Bu eserde bizim bildiğimiz ‘’Yemen Türküsü’’ Erkan Oğur ve Gasparyan tarafından olağanüstü yorumlanır.
Erkan Oğur, Djivan Gasparyan: ‘’Yemen’’
https://www.youtube.com/watch?v=J3oUIx1VtMw
Yemen Türküsü
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne şivandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurayla bir al fesi var
Kışlanın önünde üç ağaç incir
Kolumda kelepçe boynumda zincir
Zincirin yerleri ne yaman sancır
Kışlanın önünde sıra söğütler
Zabitler oturmuş asker ögütler
Yemen'e gidecek bu koçyigitler
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Kışlanın ardını duman bağladı
Analar babalar kara bağladı
Yemen'e gidene herkes ağladı
Kışlanın ardında yüzüyor kazlar
Ayağım ağrıyor yüregim sızlar
Yemen'e gidene ağlıyor kızlar
Kışlanın ardında bir kırık testi
Askerin üstüne sam yeli esti
Gelinlik tazeler umudu kesti
Burası Muş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir