• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam745
Toplam Ziyaret3154253

Atların laneti


Atların laneti


13 Haziran 2021

Yazımın başlığına bakarak sakın ola ki bir at hikâyesi anlatacağımı beklemeyin… Evet, yazımda atlardan da bahsedeceğim ama atlara gelmeden önce her zaman olduğu gibi önce ‘’Tarih’’… Bende ‘’Tarih’’siz at, pardon ''Tarih''siz yazı olmaz!...



19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles Baudelaire’nin (1821-1867) bir sözü vardı. Derdi ki Baudelaire; “Ekmek yemeden üç gün hayatta kalabilirsiniz. Şiirden mahrum kalarak bir gün bile yaşayabilmeniz imkânsız ve bunun aksini her kim iddia ederse hata içindedir.’’ Ben bu cümlede geçen ‘’Şiir’’ sözünü ‘’Tarih’’ olarak anlamışam!… Tarihten mahrum kalarak bir gün bile yaşayamam... Hal böyle olunca da Tarih deyince ben de hep iki bin, üç bin yıl geriye doğru giderim… Bu sefer de öyle yapacağım, iki bin iki yüz yıl öncesine giderek Roma Cumhuriyeti ile Kartaca arasında yapılan Pön savaşlarını anlatacağım...

Pön Savaşları



Pön Savaşları; MÖ 264-146 yılları arasında, Akdeniz deniz ticaretini ele geçirmek ve elde tutmak için; Kartaca ile Roma Cumhuriyeti arasında üç safha olarak yapılan döneminin bilinen en geniş çaplı savaşlarıdır. Pön Savaşları (Punic Wars)’nda geçen Pön sözcüğü, Latince'deki Punicus (ya da Poenicus) sözcüğünden türetilen bir sözcük olup "Kartacalı" anlamına gelir ve Kartacalıların Fenike kökenini belirtir… Bu nedenle bu savaşlar ‘’Kartaca Savaşları’’ olarak da bilinir…

Pön Savaşları'nın başladığı tarihlerde Kartaca, Batı Akdeniz'de, yaygın deniz imparatorluğu ile egemen bir güçtür... Roma Cumhuriyeti ise İtalya Yarımadası'nda hızla genişleyen ve yayılan bir güç olmakla birlikte Kartaca'nın deniz gücüne sahip değildir. Evrensel strateji prensibidir: Aynı mekânda hayat sahası arayan güçler çatışırlar. Burada da öyle olur. Kartaca ve Roma Cumhuriyeti savaşır. Ancak Pön Savaşlarının sonunda Kartaca ortadan kalkar, Batı Akdeniz egemenliğini Roma’ya geçer…  Böylece Kartaca üzerinden Pön Savaşları'yla sağlanan Roma zaferi, Roma’ya MS. 5. yüzyıla kadar elde tutacağı bir hâkimiyet sağlar…  

Pön Savaşları öncesi tarafların durumu

Pön savaşları öncesinde Kartaca donanması, antik çağda Batı Akdeniz'de en büyük deniz gücüdür. Buna karşın Kartaca'nın sürekli, güçlü, düzenli bir kara gücü yoktur. Kara gücü, gerektiğinde silah altına alınan paralı askerlerden oluşur. Ancak subayların çoğu varlıklı Kartacalılardır. Donanmada ise çoğunlukla, denizcilikteki ustalıklarıyla ünlenmiş orta ya da alt sınıftan Kartacalılar istihdam edilir…


Roma Cumhuriyeti ise Kartaca'nın aksine sürekli ve düzenli bir kara ordusuna sahiptir. Subaylar, varlıklı Romalılardır, fakat askerler daha alt sınıftan Romalılardan oluşur. Deniz gücü ise Birinci Pön Savaşı'na kadar düzenli bir güç değildir. Bununla birlikte savaşlar sırasında yeni filolar oluşturarak ve müttefiklerinin filolarını komutası altında birleştirerek güçlü bir deniz gücü oluştururlar.

Pön Savaşları, aralarında barış dönemlerinin olduğu üç safhada gerçekleşir...

I. Pön Savaşı

Roma Cumhuriyeti’nin Kartaca’nın kontrolündeki Akdeniz ticaretine karşı giriştiği bir hâkimiyet mücadelesidir. Basitçe I. Pön Savaşı Roma’nın Kartaca’nın elinde bulunan Sicilya adasını ele geçirme savaşlarıdır.

MÖ 260 yılında Sicilya’ya yönelen bir Roma donanması, Sicilya adasını Kartaca egemenliğinden alamasa da Korsika adasını alır…

MÖ 256 yılında bir Roma donanması bu kez Afrika kıyılarına bir çıkartma yapar. Başlangıçta Roma üstün gelse de ertesi yıl Kartaca kuvvetleri Afrika kıtasındaki Roma kuvvetlerine ağır süvarinin ve savaş fillerinin desteğinde saldırarak Roma ordusunun kıtayı terk etmesini sağlar…



Akdeniz egemenliğinin kilit noktası olan Sicilya için mücadele, ertesi yıllarda yeniden alevlenir. MÖ 241 yılına değin taraflar birbirlerine karşı belirgin bir üstünlük sağlayamazlar. 241 yılında 200 parçalık bir Roma donanması, Sicilya’daki Kartaca egemenliğine son verir. Bu şekilde I. Pön Savaşı sona erer.

II. Pön Savaşı

II. Pön savaşı en uzun ve hareketli geçen Pön savaşıdır.



Roma, I. Pön Savaşının getirdiği bu sınırlı başarıyla yetinmek niyetinde değildir, MÖ 238 yılında Sardinya adasını istila eder.


Kartaca komutanı ve devlet adamı Hamilcar Barca, yaşanan savaş deneyimlerinden yola çıkarak deniz savaşlarında Roma’ya karşı bir üstünlük sağlayamadığını, fakat kara savaşlarında çok daha fazla şansları olduğunu görür. Bu düşünce doğrultusunda Hannibal MÖ 219 yılında İber yarımadasına çıkar. Ertesi yıl da yirmi bin piyade, altı bin ağır süvari ve savaş fillerinden oluşan ordusuyla Pirene dağlarını aşıp güney Fransa’dan geçip, Alp dağlarını da aşarak Po Ovasına iner.



Hannibal’ın Po ovasına indiğini öğrenen Roma, kuvvetlerini Po ovasına sevk eder. Hannibal, bu birliklerle istemediği yerde karşılaşmamak için güney İtalya yönünde ilerler. Hannibal’ın maksadı; düşmanının oluşturduğu bir pozisyona karşı savaşa girmek yerine onu, pozisyonunu bozarak, kendi düzenlediği bir pozisyonda savaşa girmek zorunda bırakmaktır... Nitekim, MÖ 217 yılının baharında, Hannibal, kendisini izleyen Roma ordusunu, Tresimen gölü çevresinde tuzağa düşürerek imha eder…

Kazandığı bu zafere rağmen Hannibal, Roma üzerine yürümez. Pek çok tarihçi Hannibal’in bu tutumunu, kuşatma silahlarının olmamasına bağlar.

Tresimen yenilgisinin ardından Roma, bugün askeri stratejide ‘’’Fabian Strateji’’’ olarak bilinen ve tarihte pek çok muharebede de izlenilen bir strateji izler. Romalı komutan ve devlet adamı Fabius’un izlediği bu strateji, kabaca ‘’yıpratma savaşı’’ ya da ‘’oyalama savaşı’’ olarak da bilinir.

Fabius, bir meydan savaşından kaçınarak sürekli olarak çeşitli vur-kaç taktikleriyle, erzak tedariki için hareket halindeki ikmal birliklerine, yayılmış kuvvetlerine saldırarak Hannibal’i yıpratmaya çalışır. Hannibal ordusundaki süvari birliklerini etkisiz hale getirebilmek için dağlık bölgelerde harekâtı tercih eder. Hannibal kuvvetlerine sürekli saldırılar düzenler. Ne var ki yıpratma savaşı, uzun sürede sonuç alınabilecek bir stratejidir ve bu yüzden de iki yanı keskin bir kılıçtır. Fabius’un bu tutumu, Roma’da kısa bir süre sonra sorgulanmaya, eleştirilmeye başlanır. Trasimen yenilgisinin ardından Diktatör seçilen Fabius, görev süresinin sonlarına doğru Roma süvari komutanı Rufus’la aralarındaki fikir ayrılığı giderek derinleşir. Hannibal’in Campania’yı yakıp yıkmasına seyirci kalınması da Fabius’un itibarını iyice zedeler. Diktatörlük süresi bittiğinde ise Roma artık onun stratejisini izlemekten vazgeçer…



Roma, büyük bir ordu ile meydan muharebesi için Hannibal’in peşine düşer. Bunu haber alan Hannibal iyice İtalya’nın güneyine doğru, İtalya’nın o zamanki ikinci büyük kent olan Capua’ya yönelir.  Capua yakınlarındaki Cannae’de –bugünkü Monte di Canne- MÖ 216 yılında Roma ordusunu bekler. Hannibal, burada da Roma ordusunu bozguna uğratır.



Cannea muharebesinde, her iki taraf da alışılmış biçimde piyadelerini merkezde, süvarilerini ise iki yanda tertiplemiş olarak savaş meydanında karşı karşıya gelirler.  Hannibal, piyadelerini merkezin önüne yerleştirir. Dolayısıyla cephe hattı, merkezde ileri çıkık bir durum alır. Roma piyadeleri bu hatta saldırınca bu öndeki piyadeler gerilerler. Kartaca ordusunun merkezini yardıklarına inanan Roma ordusu da onları izler. Böylece içbükey bir hal alan merkezde Roma askerleri yığılırlar.

Merkezde bunlar olurken Hannibal’in sol kanatdaki ağır süvarisi önce Roma ordusunun gerisine sonra da merkezde kalan Roma askerlerine saldırır.  Sonuçta neredeyse Roma ordusunun tamamı imha edilir. O güne kadarki en kalabalık Roma ordusunun 76 bin mevcudundan ancak 6 bini bu katliamdan kurtulur.

Bu yenilgiden sonra Roma, Fabius’u tekrar konsül seçer. Fabius, MÖ 209 yılında, Hannibal’in üç yıldır elinde tuttuğu Tarentum’u bugünkü Taranto- geri alır.

Hannibal’in kardeşi Hasdrubal, MÖ 207 yılında Hannibal’i takviye edecek bir ordu ile kuzey İtalya’ya girer. Ancak Metaurus ırmağı kıyılarında karşılaştığı Roma ordusu karşısında yenilgiye uğrar ve bu savaş sırasında tüm askerleriyle birlikte hayatını kaybeder.



İtalya topraklarında bunlar olurken, Hannibal’i İtalya topraklarından çekilmek zorunda bırakmak yönünde bir strateji düşünen Scipio, MÖ 204 yılında Afrika kıyılarına bir çıkartma yapar. O sırada Afrika’da Kartaca’nın sadece süvari birlikleri vardır. Scipio, ustaca geri çekilme manevralarıyla bu birlikleri tuzağa düşürüp imha eder.

Romalı Scipio’nun bu ve diğer muharebelerdeki başarısı üzerine Hannibal, ordusuyla birlikte Afrika’ya döner ve Scipio’nun üzerine yürür. Hannibal’in üzerine yürümesi karşısında Scipio, Naraggara’ya –Zama- çekilir ve Hannibal kuvvetleriyle muharebeye girmek açısından uygun bulduğu bu bölgede Hannibal kuvvetlerini karşılar. MÖ 203 yılında yapılan Zama Muharebesi'nde Scipio, Hannibal komutasındaki Kartaca ordusunu yener. Zama yenilgisi üzerine Kartaca’nın barış istemekten başka seçeneği kalmaz. Kartaca, savaş tazminatı öder, donanmasını Roma’ya teslim eder ve Akdeniz ve İber yarımadalarındaki denetimini geri çekmek zorunda kalır…



III. Pön Savaşı

Karataca’nın bu yenilgisinden sonra Roma’’nın müttefiki Numidya kralı Massinissa devletini Kartaca devleti aleyhine genişletmeye karar verir ve Kartaca’ya ait birçok limanı işgal eder. Kartaca, Numidia ile savaşa başlar. Bu sefer de müttefikine yardım bahanesiyle Roma, Kartaca’ya savaş ilan eder. Sonuçta Roma Kartaca’yı yine mağlup eder. Ancak bu savaş sonunda da Kartaca varlığını devam ettiremez. Sonuçta Kartaca yıkılır gider…

Hannibal’ın sonu

Hannibal, Zama yenilgisinden sonra Kartaca’dan ayrılır. Başka devletler için de generallik yapar. Son olarak da Bitinya devleti kralı Pirusa adına çalışır. Bitinya krallığının başkenti bugünkü İzmit’tir. Hannibal, kral Pirusa’ya bugünkü Bursa ovasına bir şehir kurmasını söyler. Bitinya kralı Pirusa da bu tavsiyeye uyarak bugünkü Bursa şehrini kurar ve bu şehre kendi adını verir. Bursa adı da buradan (Pirusa) gelir.



Ancak Bitinya krallığı Roma’nın etkisi altındadır. Hannibal, Bitinyalıların kendisini Romalılara teslim edeceğini öğrenince de intihar eder. Mezarı İzmit Gebze’de TÜBİTAK’ın arazisi içindedir.



Hala siz atları merak ediyorsunuzdur!...

Atlara gelebilmek için çooook uzun bir giriş oldu ama (çünkü ''Tarih'' bende hep uzuuuun anlatılır) neyse, şimdi gelelim atlara!...

Atlara yem borusu

İşte anlattığım bu Pön savaşları esnasında Hannibal, gemileri, gemideki ordusu ve gemideki ordusunun atlarıyla birlikte Akdeniz’de Roma’ya karşı seferdedir. Rivayet edilir ki Hannibal ordusu gemilerle Akdeniz’de giderken denizdeki fırtınalar nedeniyle gemi yolculuğu planlanandan uzun sürer.  Atların yemi biter. Hayvanlar açlıktan huysuzlanır ve huzursuzlanırlar. Hannibal’ın atlarının her biri birer ton ağırlığındadır. Gemideki onlarca at hep birden huzursuzlanınca geminin dengesi de bozulur. Gemi seyri seferi tehlikeye girer.

Tabii ki gemide askerî bir düzen vardır. Atlara yemleri, yem vaktini belirleyen yem boruları ile verilmektedir. Hannibal, yem varmış gibi yem borusunun yem zamanlarında çalınmasını emreder. Atlar yem borusu ile yem beklentisine girerek sakinleşir. Ancak bir süre sonra atlar gene huzursuzlanır, gene yem borusu çalar…  Ancak her defasında yem borularının arasındaki zaman kısalır ve daha sık yem borusu çalınır…  Ve ordu kıyıya gidene kadar gemilerde sürekli ve sıklıkla yem boruları çalınır…



Benzer yöntemi binbeşyüz yıl sonra Osmanlı Donanması da kullanır. Akdeniz’deki seferlerde değişik nedenlerle seferler uzayıp da yemler bitince atlar Hannibal’ın yöntemiyle yem borularıyla sakinleştirilir.  7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı Devleti ile Haçlı donanmaları arasında yapılan İnebahtı Deniz Muharebesine Osmanlı donanması değişik etkenlerle deniz seferinin uzaması ve denizde uzun süre kalmaları nedeniyle yem kalmayınca gemilerdeki atların bu yöntemle susturulduğu rivayet edilir…

Aslında bu yöntem sadece atlara uygulanmaz…

Aç çocuğu sakinleştirmek için kaynatılan taş

İslam tarihinde de Halife Ömer’e atfedilen bir hikâye vardır. Çocukları aç bir kadın, yiyecek hiçbir şey olmadığından çocuklarını avutmak için bir tencere içinde taş kaynatır… Bu şekilde kadın, aç çocuklarını aş beklentisiyle sakinleştirir…

Benzer yöntemi hükumetler de vatandaşına karşı kullanır…

Hazine tamtakırdır. 128 milyar Dolar ve tonlarca altın MB’ndan satılır… İç ve dış siyaset tıkanır… Enflasyon, Dolar uçuşa geçer, ekonomi tükenir… Dünyanın en iyi 3. havaalanı çöpe atılır, yerine borçlanarak 22 milyar Euro'ya yenisi yapılır, 750 milyon Dolara Ankara'da çöpe gidecek dinazor parkı yapılır,  Emevi geleneği, kisrâ özentili saraylar yapılır, makam uçaklarından, lüks makam arabalarından devlet şişer... ''Pahalı yap, istediğince sömür, devret'' modeli ülkenin kanını emer... Durduk yerde bir mezhep aşkına Suriye'ye, Libya'ya bulaşılır, Mısır'la küsülür, İsrail ile ABD ile AB ile bozuşulur, sorunsuz hiç bir komşu ülke bıraklmaz, ülke değersiz bir yanlızlık çukuruna yuvarlanır. Ülkede; eğitim, tarım, hayvancılık ve sanayi bitirilir... Ve sonunda kuyunun suyu biter... Vatandaşlar da Hannibal’ın aç kalan atları gibi, Hz. Ömer’in hikâyesindeki aç çocuklar gibi huzursuzlanmaya ve huysuzlanmaya başlar…

İşte bu noktada yem borusu devreye girer.

Tabii ki Hannibal’dan bugüne teknoloji de değişmiştir. Huzursuzlanan ve de huysuzlanan tebaaya yem borusu olarak ilkinde kullanışlı saf ve salak liberallere ve ‘’yetmez ama evet’’çi solculara ‘’AB üyeliği’’, ‘’vesayetten kurtulma’’, ‘’özgürlükler’’ vaat edilir… Bir süre sonra vatandaşlara ‘’milli otomobil’’, ‘’milli uçak’’, ‘’milli tank’’ sunulur. Ardından bilmem ne masalları anlatılır. Bunların etkisi geçince ‘’Karadeniz’de gaz’’ bulunur. Bir süre idare ettikten sonra zaten ibadete açık olan ‘’Ayasofya'' cemaat ve tarikatlar için bir daha ibadete açılır. Sonra ‘’Ay’a gidilir’’, ‘’uzay madenciliği’’ başlar. Bir süre ‘’amirallerin duyurusu’’, ‘’darbe bildirisi’’ olarak sunulur. Ardından yine cemaat ve tarikatlar için TBMM'nin onayladığı ''İstanbul Sözleşmesi'' feshedilir.. Sonra tekrar başa dönülür. ‘’Karadeniz’de bir kez daha gaz bulunur’’… Bununla da yetinilmez; yandaş medya tarafından bulunan bu gaz için ‘’Yunanistan’ın çıldırdığı’’, ‘’Reuters’in bütün dünyaya ilk haber olarak servis ettiği’’ (Milliyet, 04 Haziran 2021) yazılır… Bununla da yetinilmez. Güvenlik konusunda bir sayfa bile makale okumamış olduğunu beyan eden İçişleri Bakanı bu kez de ekonomi (!) alanında konuşur: “Görecekseniz Temmuz ayından itibaren ülkemin ekonomisi öyle bir atağa kalkacak, öyle bir sıçrayacak ve büyüyecek ki etrafımızdaki Almanya'sı, Fransa'sı, İngiltere'si, İtalya'sı ve hele o her şeye burnunu sokan ABD'si de çatlayacak, patlayacak." (Gazeteler, 05 Haziran 2021) Cumhurbaşkanı da açıklama yapar: ‘’Amerikalılar bizim ülkemizde gezince görüyorlar, ‘biz geri kalmışız’ diyorlar.’’ (Gazeteler, 01 Haziran 2021)

Ferenc Herczeg’un ‘’Bizans’’ oyunundan bir sahne

Aslında bu yapılanlar Hannibal’dan günümüze evrenseldir. Aslında bu yapılanlar tam olarak bu sayfalarda daha yenilerde yazdığım Ferenc Herczeg’un ‘’Bizans’’ (Berikan Yayınevi, 2003) isimli oyununda geçen bir sahnedeki gibidir…



Fatih, İstanbul’u kuşatmıştır, kent düşmek üzeredir. Herczeg’in oyununda bu sahne şöyle verilir:

Başmabeyinci, İmparatoriçe’ye müjdeler: “Paganlar hücuma geçeceklerken İmparatorumuzun yüzü sur üstünde görününce silahlarını ellerinden düşürmüşler!” 

Şair Lisander: “Halk şenlik yapıyor!”

Krates: “Türkler barış için yalvarıyorlar! Sultan’ın ordusunu veba kırıp geçiriyor! Sultanları Anadolu’ya çekilecekmiş.” 

Öğleye yakın bir haber gelir: “Hıristiyan ordusunun önünde nur içinde bir yiğit görülmüş. Aziz Georgius olduğu sanılıyor. Belki de Kutsal Bakire’dir. Sevgili şehrini kurtarmaya gelmiş.” 

Ancak ayaküstü uydurulmuş bu masallar hiçbir işe yaramaz: Yeniçeriler ne İmparatoru görünce şaşırırlar ne de Sultan Mehmet Avrupa’yı terk eder. Veba değil, nezle bile yoktur Türk ordusunda. Yardıma ne Aziz Georgius ne de Kutsal Bakire gelmiştir. Sonuçta Bizans düşer! 

Şimdi dönelim tekrar atlara…

Atlarının laneti

Atlarını yem borusuyla aldatan Hannibal’ın da sonu da Bizans gibi olur…

Atlarını yem borusu ile aldatan Hanibal, Cannae Muharebesinde Roma ordusunu imha eder ama Roma’yı yıkamaz. Ancak Scipio Africanus komutasındaki Roma Ordusu, Hannibal komutasındaki Kartaca Ordusunu MÖ 19 Ekim 202 tarihinde yapılan Zama Muharebesinde yener. Yenilginin hemen ardından Kartaca Senatosu barış için talepte bulunur ve 17 yıl süren II. Pön Savaşı sona erer. Ancak savaş sonunda da Kartaca varlığını devam ettiremez, sonuçta Kartaca düşer…

Ayni şekilde atlarını yem borusuyla aldatan Osmanlı Donaması da aynı akıbete uğrar. Osmanlı Donanması İnebahtı Deniz Muharebesinde mağlup olur ve Osmanlı denizciliği de bu muharebeden sonra bir daha belini doğrultamaz. Osmanlı denizlerde var olamayınca kendisi de Bizans gibi, Kartaca gibi düşer, yok olur gider…



Yani demem o ki at deyip geçmeyin, atlara yem borusu çalınıp da yem verilmediğinde görüldüğü gibi atların tekmesi, pardon atların laneti hep uğursuz sonuçlar doğuruyor… Benden söylemesi… 

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN

 


Yorumlar - Yorum Yaz