Afganistan (3): Büyük Oyun
18 Temmuz 2021
Afganistan tarihinde dün anlattığım gibi Afganistan’dan İskender geçiyor, Afganistan’dan Cengiz Han geçiyor, Afganistan’dan İngiliz ve Rus imparatorlukları geçiyor, son olarak da Afganistan’dan günümüzüm Amerikan İmparatorluğu geçiyor… Onların hepsi Afganistan’da sözde galipler olarak bulunuyor… Ancak hepsi de Afganistan’da boylarının ölçülerini alıp gidiyor… Bunun nedeni olarak; işgal güçlerinin iyi olmaması, güçsüz olması ya da yeterli müttefiklerinin olmaması olarak gösterilmiyor. Bunun nedeni, sadece ve sadece, bu ülkenin hiçbir ordunun bu topraklardaki direnişçileri yenmesine imkân tanımayan bir coğrafyaya sahip olması olarak biliniyor…
Ancak her imparatorluk bir önceki imparatorluğun bölgedeki akıbetini bilmesine rağmen bu bölgede bu büyük oyunu ısrarla oynamak istiyor…
1815 Viyana Kongrenden sonra Avrupa’da bir statüko oluşturuluyor. Bu statüko gereği Avrupa’da hayat sahası bulamayan Rusya gözünü iki yere dikiyor. Bunlar; birincisi Balkanlar ve Kafkasya’daki Osmanlı toprakları diğeri de Orta Asya toprakları oluyor. Bu maksatla Ruslar bir yandan Balkanlar ve Kafkasya’da ilerlerken, diğer yandan da Orta Asya’da Afganistan sınırına doğru yaklaşıyor.
İngilizler de Afganistan’a yaklaşan Rusya’nın Hindistan’ı işgal edeceğinden korkuyor. Bu maksatla da Afganistan’ı elde tutarak Hindistan’ı Ruslara karşı korumak istiyor… İngilizler bu maksatla 1838-42, 1878-80 ve 1919 yıllarında Afganlılarla üç kez savaşıyor…
Büyük Oyun
‘’Büyük Oyun’’ nitelemesini de bu İngiliz – Afgan savaşlarının birincisine katılan İngiliz imparatorluğunun bir istihbarat subayı yapıyor…
İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin 6. Bengal Hafif Süvari Birliği'nin bir istihbarat subayı olan Yüzbaşı Arthur Conolly (1807-1842), bir arkadaşına yazdığı mektupta Afganistan için ‘’Büyük Oyun’’ (The Great Game) nitelemesini kullanıyor… Yüzbaşı Arthur Conolly Haziran 1842 tarihinde kafasını Buhara Emiri’nin cellatlarına kaptırıyor. Yüzbaşı Arthur Conolly’nin hayatı 1901 yılında imparatorluk şairi ve yazarı Rudyard Kipling tarafından ‘’Kim’’ (Nesin Yayınevi, 2013) adıyla romanlaştırılıyor. Rudyard Kipling, Arthur Conolly’nin mektubunda kullandığı ‘’Büyük Oyun’’ nitelemesini işte bu ‘’Kim’’ adlı eserinde kullanmak suretiyle jeopolitik bir kavram olarak dünya siyaset tarihine hediye ediyor.
O günlerden bu yana, ‘’Büyük Oyun’’ nitelemesi, Orta Asya’ya doğru genişleyen Rus Çarlığıyla, sömürgeleri olan Hindistan’ı korumaya çalışan İngilizlerin aralarında, bugünkü; Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan toprakları üzerinde Çin ve İran’ı da kapsayacak biçimde yaşanan rekabeti anlatmak için kullanılıyor… Ancak Afganistan üzerinde asıl oyun ve asıl rekabet 18. yüzyıl ve 19. yüzyıl başında İngiltere ve Rusya arasında yaşanıyor…
Büyük Oyun başlıyor
İngiltere ve Rusya arasında yaşanan bu büyük oyunun başlangıç tarihi olarak Rusya ile İran arasında 1813 yılında imzalanan ‘’Türkmençay Anlaşması’’ gösteriliyor. Bu anlaşma ile Erivan Rusya’nın kontrolüne geçiyor…
Ancak yazımın girişinde verdiğim gibi esas olarak büyük oyun 1815 Viyana Kongresi'nden sonra başlıyor. 1815 Viyana Kongrenden sonra Rusya gözünü Balkanlar ve Kafkasya’daki Osmanlı toprakları ile Orta Asya coğrafyasına dikiyor. Ancak 1815 Viyana Konfgresi’nin getirdiği bu değişimi ve Rusya’nın bu yönelişini Osmanlı İmparatorluğu bir türlü analiz edip anlayamıyor.
Ve büyük oyun şöyle devam ediyor:
Balkan ve Kafkas cephesinde;
Rusya’nın Balkanlar ve Kafkasya’daki Osmanlı topraklarına yönelmesinin bir sonucu olarak Yunanistan 1821 yılında bağımsızlığını kazanıyor. 1839 yılında Rusya ile Baltalimanı Anlaşması yapılıyor. 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı yapılıyor. 1856 yılında Kars, Rusya’nın kontrolüne geçiyor. 1864 yılında Rusya tarafından büyük Çerkez tehciri yapılıyor. 1877-78 Türk-Rus savaşı yapılıyor ve Rusya ancak İngiltere’nin ültimatomuyla, İstanbul’un kapısında, Yeşilköy’de durdurulabiliyor. Bu savaşta Romanya ve Bulgaristan Osmanlı idaresinden ayrılıyor…
Doğu cephesinde;
Büyük oyunun Doğu cephesi denilince ilk akla gelen İngiltere ve Hindistan oluyor. Ancak Hindistan konusunda bir yanlış bilginin düzeltilmesi gerekiyor: Hindistan hiçbir zaman İngiltere’nin bir sömürgesi olmuyor!... Batı’da demokrasinin beşiği bir ülke nasıl sömürgeci olabilir ki!? Değil mi?... Hindistan, İngiltere'nin sömürgesi değil, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (The east India Company)’nin bir sömürgesi oluyor… Her şey işte bu şirkete 1640 yılında Hindistan tarafından yapılan bir karış toprak satışıyla başlıyor. (Yani yabancılara toprak satışıyla!...) İngilizlerin hindistan'da satın aldığı ilk toprak Hindistan’ın güneydoğusunda bulunan ‘’Chennai’’ (eski adı: Madras) olan yer oluyor. İngilizler burada toprak satın aldıktan sonra buraya bir ticaret limanı ve St George Kalesi'ni inşa ediyor…
İlerleyen yıllarda İngiliz Doğu Hint Kumpanyası, Hindistan’ın neredeyse bütün kaynaklarını ele geçiriyor. 1815 Viyana Kongresinden sonra Rısya’nın Orta Asya ve Afganistan’a doğru ilerlemesi İngilizleri kaygılandırıyor ve İngilizler Hindistan’ı ileriden korumak için Afganistan’a ilerliyorlar.. Afganistan aşıldığında da bu sefer Orta Asya İngiliz İmparatorluğu’na açılmış oluyor. Ancak bu ihtimal de Orta Asya’yı arka bahçesi olarak gören Rusya’nın hoşuna hiç gitmiyor… Böylece Rus ve İngiliz ilerleyişi Afganistan dağlarında kilitleniyor…
Bu safhada bu büyük oyunun hedefi olan Osmanlı da bu büyük oyuna katılmak istiyor. Osmanlı 1877 yılında Kabil’e bir heyet gönderiyor. Osmanlı, o sırada devam eden 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi dolayısıyla Afgan Emiri Şir Ali’den yardım talep ediyor. Ancak Afgan Emiri Şir Ali, uzun bir süre Osmanlı heyetini Kabil’de beklettikten sonra bu talebi reddediyor… Aynı denemeyi Birinci Dünya Harbi’nde İttihatçılar da yapıyor… İttihatçılar, Afganistan’dan yapacakları saldırılarla İngilizlerle Rusları yıpratma hayalleri içerisinde beyhude, ümitsiz girişimlerde bulunuyor… Ancak Osmanlının artık böyle bir oyunu oynayacak kapasiteleri bulunmuyor… Enver Paşa gibi gücünün sınırlarını kestiremeyenler de oralarda kaybolup, yitip gidiyor…
20. yy’da Büyük Oyun
Büyük Oyun, 20. yy’da da devam ediyor.
Hindistan, Mahatma Gandhi hareketinin başarıya ulaşmasıyla 1947 yılında bağımsızlığına kavuşuyor. Aynı yıl, Hint Müslümanları Muhammed Ali Cinnah önderliğinde Hindistan’dan ayrılarak, Sovyetlere yakın duran Hindistan ile Afganistan arasında geniş bir toprak parçası olarak Pakistan'ı ortaya çıkarıyor. Pakistan’ın ortaya çıkmasıyla Hindistan ve Pakistan arasında bugün de ciddi çatışma konusu olan Keşmir sorunu ortaya çıkıyor…
II. Dünya Savaşından sonra Afganistan Sovyetlere yakın duruyor. Ancak 1979 yılında Sovyetler Afganistan’ı işgal ediyor. Bu işgalin iki sonucu oluyor: Birincisi, bu işgalle beraber Sovyetler’in yıkılışı hızlanıyor. İkincisi ise ABD’nin de Pakistan üzerinden Afganistan’daki Sovyetlere karşı kullanmak için büyük destek verdiği, büyüttüğü başta Taliban olmak üzere radikal İslamcı hareketler dünya çapında yükselişe geçiyor…
ABD’ne yapılan, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’daki ikiz kulelere yöneltilen terör olayları Taliban ile işbirliği halindeki Osama bin Ladin’e bağlanıyor ve bu bağlantı Afganistan’a saldırının gerekçesi olarak sunuluyor… Ve 2001 yılı sonlarına doğru 19. yy.’daki İngiltere’nin yerine geçen ABD, Afganistan’ı işgal ediyor…
Bu esnada Orta Doğu’da ABD’nin BOP projesi yürürlüğe konuluyor. Bu proje kapsamında Irak ABD tarafından işgal ediliyor, Libya ve Suriye’de iç savaş yaşanıyor. Bölgeye İŞİD ve radikal İslami gruplar hâkim oluyor.
Yirmi yıl süren Afganistan’daki işgalden sonra ABD, 2021 yılı içerisinde Afganistan’ı apar topar terk ediyor…
ABD, Afganistan’dan apar topar çıkarken, Taliban, ülkenin yüzde 85’inin elinde olduğunu iddia ediyor. ABD kuklası Afgan rejiminin çöküşü hızlanıyor.
21. yy’da Büyük Oyunun sahneleri
Birinci sahne: ABD, Afganistan’dan çekiliyor
ABD’nin apar topar Afganistan’dan neden çekildiği gündemin sorusunu oluşturuyor.
Bunun için ABD yönetimin yeni stratejik önceliklerine bakmak gerekiyor. ABD, Rusya ve Çin’i kendisine en büyük stratejik rakip ve tehdit olarak görüyor. Dolayısıyla ABD’nin, kendisine stratejik rakip olarak gördüğü Çin ve Rusya’yı büyük ekonomik ve askeri kaynak harcamaya zorlayacak jeopolitik istikrarsızlıklara yol açacak bir politika izlemesi akla yakın gözüküyor…
Taliban’ın ve radikal İslami grupların ABD’nin Afganistan’ı işgal ettiği 2001 yılından daha güçlü olduğunu geçen süre içerisinde bu grupların çok daha güçlendiğini bütün istihbarat raporları vurguluyor…
ABD’nin bilerek ve isteyerek geçici olarak bu büyük oyun sahasını terk ederek oyunu Taliban’a bıraktığı değerlendiriliyor…
Bu noktada biraz geriye gitmem gerekiyor…
Alman araştırmacı Peter Scholl-Latour'un güzel bir kitabı var; ‘’Das Schlachtfeld der Zukunft: Zwischen Kaukasus und Pamir.’’ (Goldmann Verlag, April 1998) (Geleceğin Muharebe alanı: Kafkasya ve Pamir arası, Peter Scholl-Latour 2014 yılında vefat ediyor. Yazarın ne bu kitabı ne de başka kitapları Türkiye’de yayınlanmıyor.) Kitapta özetle diyordu ki yazar; ''İran ve Afganistan’da dinci bir rejim türemiştir. Kafkasya ve Pamir arası ve Türkiye dâhil bölge ülkeleri tamamen İran ve Taliban cinsi dinci bir akımın etkisine girecektir.''
Gerçekten de araştırmacının iddia ettiği gibi bu Taliban etkisi sadece Kafkasya ve Pamir arasında kalmıyor, Mısır dâhil tüm kuzey Afrika’yı ve Irak dâhil tüm Orta Doğu’yu kaplıyor...
Şimdi tekrar dönelim konumuza…
ABD’nin, çekilmesinden sonra muhtemel yönlendirmesiyle bölgeye hâkim olacak olan Taliban rejimini, tıpkı Peter Scholl-Latour’ın Batı’ya doğru olan Taliban etkisi öngörüsü gibi, bu sefer de Taliban etkisini Doğu’ya doğru yönlendirip başta Sincan problemi olmak üzere diğer nedenlerle Çin’i ve Rusya’yı ve müttefiklerini etkileyecek, rahatsız edecek ve istikrarsızlaştıracak şekilde kurgulayacağı değerlendiriliyor... Çünkü dünyada radikal İslam’ı en iyi kullanan ABD oluyor... Bu işi ABD çok iyi biliyor...
Bu çekilip tekrar dönme stratejisi ABD’nin ilk ve yeni bir stratejisi olmuyor.
II. Dünya Savaşı esnasında General Douglas MacArthur, 11 Mart 1942 tarihinde Japon işgal gücünün baskısı sonucu Filipinler’i terk ederek Avustralya’ya çekilmek zorunda kalıyor. MacArthur, Avustralya’ya çekildiğinde şu açıklamayı yapıyor: “Geldim ve geri döneceğim…” MacArthur’un bu sözü yerine getirmesi 20 Ekim 1944 tarihinde mümkün oluyor…
Muhtemel ki ABD, geri dönmek üzere bölgeden çekliliyor...
İkinci sahne: Yeni dünya ve Çin
Dünya ABD’nin Afganistan’ı işgal ettiği zamandaki dünya olarak durmuyor. O günden bugüne çok değişiyor. Rusya, Ortadoğu’ya iniyor. Çin, uzay çalışmaları be bilgisayar teknolojileri konusunda dünya liderliğine oynuyor. Çin, küresel liderlikte ABD’yi zorluyor… ABD hegemonyasının ifadesi olan neo-liberal küreselleşme çözülüyor…
Çin, Doğuda Pasifik Okyanusundan batıda Atlas okyanusuna ulaşan ‘’Yeni/Modern İpek Yolu Projesi’’ olarak adlandırılan ‘’Bir Kuşak/ Bir Yol projesi’’ ile hem Rusya, AB ülkeleri, Hindistan, Pakistan ve hem de Ortadoğu ülkeleri olan; Bahreyn, Mısır, İran, Irak, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Filistin, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen i ile iş birliğini geliştiriyor. Ayrıca Çin bu proje kapsamında “Çin Pakistan Ekonomik Koridoru” olarak adlandırdığı bir başka projeyi daha yaşama geçirmeye çalışıyor. Bu projelerin yanı sıra Çin, Peşaver-Kâbil karayolu projesini de gerçekleştirmeye çalışıyor. Bütün bu projelerin merkezinde de büyük oyun sahası olan Afganistan bulunuyor… Ve Afganistan’dan ABD çıkarken Çin buraya girmeye hazırlanıyor…
Üçüncü sahne: Afganistan’daki muhtemel Taliban rejimine karşı işbirlikleri ve ittifaklar
Bölgede yer alan Pakistan ekonomik diplomatik alanda giderek Çin’e daha fazla bağımlı hale geliyor… Rusya ile Çin yakınlaşıyor gözükseler de aralarında ideolojik ve tarihi rekabet ve yaklaşık 600 km’yi bulan sınır sorunları bulunuyor. Rusya’nın ayrıca Hindistan, Pakistan ve Afganistan ile tarihi bağları bulunuyor. Şii İran, Afganistan’da kurulacak radikal Sünni bir İslam devletine karşı önlem olarak Rusya ve Hindistan ile işbirliğine yaklaşıyor. Afganistan’ın kuzey komşuları Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın Afganistan ile etnik bağları bulunuyor… Ve bütün bu ülkeler Taliban rejiminin İslamcı terörist gruplara ev sahipliği yapmasından da korkuyor, bu korkuları paylaşan Rusya’dan liderlik bekliyor.
Bu arada pragmatik bir şekilde Çin, Rusya, İran ve Hindistan, Taliban’ın kendileriyle yakın olan kesimleriyle irtibata geçiyor. Taliban da Pakistan yönetimine hazırlanırcasına Hazara ve Tacik grupları da bünyelerine katıyor...
Dördüncü sahne: ABD sonrası Afganistan formülleri
16 Temmuz 2021 tarihinde Özbekistan, Afganistan, Pakistan dışişleri bakanları ile ABD'nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad Taşkent'te bir araya geliyor. Yapılan açıklamada Afganistan'da barış sürecini ve çatışma sonrası çözümü desteklemek için ABD, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan dörtlü formatının oluşturulması kararlaştırıldığı ifade ediliyor. Açıklamada, "etkin uluslararası ticaret yollarını daha da geliştirmek için tarafların ticareti genişletmek, yeni transit yollarını oluşturmak ve ticari bağları güçlendirmek için birlikte çalışmayı amaçladığı" kaydedilirken, tarafların bu iş birliğinin şartlarını birlikte belirlemek için önümüzdeki aylarda bir araya gelme konusunda mutabık kaldıkları vurgulanıyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te düzenlenen "Orta ve Güney Asya: Bölgesel ilişkiler, Tehditler ve İmkânlar" konulu yüksek düzeyli uluslararası konferansın ardından basının sorularını yanıtlıyor. Lavrov, ABD'nin Afganistan'daki misyonunun "çöktüğünü" söyleyerek basına şu açıklamalarda bulunuyor:
Terör örgütleri İŞİD ve El Kaide'nin Afganistan'da kendi pozisyonlarını güçlendirdiğine dikkati çeken Lavrov, ülkede uyuşturucu üretiminin rekor seviyeye ulaştığını ifade ediyor. Bakan Lavrov, "Şimdi dünyadaki tüm uyuşturucuların yüzde 90'ı Afganistan'da üretiliyor ve bununla mücadele edilmesi konusunda hiçbir şey yapılmıyor" diyor..
Lavrov, "İstatistiklere göre, Afganistan yönetiminin hizmetinde 300 bin asker var. Taliban sayısı üç dört kat daha azdır. Ancak buna rağmen sonucu görüyorsunuz." yorumunda bulunuyor…
ABD ve Orta Asya'daki ortaklarıyla Afganistan meselesine ilişkin Rusya, ABD, Çin'in oluşan genişletilmiş formatta çalışmaya devam edeceklerini dile getiren Lavrov, Afganlar arasındaki diyaloğun Taliban dahil ülkedeki tüm siyasi etnik grupların katılımıyla gerçekleşmesi gerektiğini belirtiyor…
Görüldüğü gibi bu sahnelerin hiçbirisinde Türkiye’nin adı geçmiyor…
Beşinci sahne: Türkiye oyuna dâhil olmak istiyor..
ABD işgalinden sonra Türkiye’yi yönetenler Afganistan’da kalarak Kabil'deki Hamid Karzai Uluslararası Havaalanı'nın güvenliğini üstlenmek istiyor. Türkiye’nin böylesi bir görev üstlenmesini ne Afgan Hükumeti ne Taliban yetkilileri ne İran ne de Rusya tarafı istiyor.
Altıncı sahne: Türkiye’ye yönelik Afgan göçü
Son günlerde basında ve sosyal medyada bol miktarda Türkiye’ye giriş yapan Afgan mültecilerden söz ediliyor. Niğde-Ankara yolunda tırdan inerken, Samsun'da bir tırın dorsesinde uzatılan hortumdan su içerken, Türkiye-İran sınırında ise yüzlercesi Türkiye'ye geçerken görüntülenen mülteciler, sıcak gündem olmaya devam ediyor...
Türkiye’ye yönelik bu Afgan göçünü Türk Hükumet yetkilileri yalanlarken dünya basını ise "Türkiye'ye yaklaşan büyük mülteci dalgası" olarak gündeme getiriyor. Örneğin Çin resmi haber ajansı Xinhua'da çıkan "Türkiye, kargaşadan kaçan Afgan mülteci akını ile karşı karşıya" başlıklı haberde, "İran sınırından Türkiye'ye geçen Afganların sayısı Mayıs ortasından bu yana önemli ölçüde arttı ve sayının düşeceğine dair bir işaret yok" ifadelerine yer veriliyor… Xinhua'nın yerel kaynaklara dayandırdığı haberine göre, gelen gruplardaki Afganların %99'u 16-30 yaş aralığındaki genç erkekler. (Milliyet, 18 Temmuz 2021) İngiliz Guardian gazetesi, İran üzerinden gelen 1,900 Afgan göçmenin Van üzerinden Türkiye'ye giriş yaptığına şahit olduklarını, sınır görevlilerinin bu geçişlere göz yumduklarını bildiriyor. (Cumhuriyet, 16 Temmuz 2021)
Yedinci sahne: Enver Paşa’nın hayaleti
Afganistan’dan gelen tamamı erkek ve 16-30 yaş gurubunda olan bu mültecileri eğer Türk Hükumeti Afganistan’da alacağı görev için bunları eğitip ÖSO benzeri bir yapı içerisinde Afganistan’da Taliban’a karşı kullanmayı düşünüyorsa aklını peynir ekmek ile yemiş anlamına geliyor...
Benzer politikayı Afganistan’da ABD yapıyor, başına bela sarıyor, Pakistan yapıyor, başına bela sarıyor. Tarihin değişmez, şaşmaz dersi olarak biliniyor: Gün geliyor beslediğin karga gözünü oyuyor, gün geliyor koynunda beslediğin yılan, sırtında taşıdığın akrep seni sokuyor. ÖSO’dan hiç mi ders alınmıyor? Besleyip, büyütüp, palazlandırdıkları FETÖ’dan hiç mi ders alınmıyor?
Sonuç
Sonuç hep aynı yere çıkıyor…
Bu ‘’Büyük Oyun’’ sahasında oyun oynamak gerçek bir devlet gücü ve devlet kapasitesi gerektiriyor. Böylesi bir kapasitesi olanlara bile bu büyük oyun sahası onlara mezarlığa dönüşüyor. Türkiye’yi yönetenlerin; ülkenin doğası, güç ve kapasitesi, ekonomisi, dış ilişkileri ve Suriye ve Libya’daki durumu ortadayken bu ‘’Büyük Oyun’’ sahasında oynama istekleri insanı ürkütüyor…
Ve benim aklıma hep Cevdet Paşa’nın bir sözü geliyor:
‘’Tarih bilmeyen siyasetçi, pusuladan anlamayan kaptana benzer, her ikisinde de karaya oturma tehlikesi, kaçınılmaz sonuçtur…’’
Doğru sözler nazik olmuyor, zarif sözler de doğru olmuyor… Doğru sözler eğri görünüyor... Dost olan acı söylüyor…
Arz ederim…
Osman AYDOĞAN
Çin'in ‘’Bir Kuşak/ Bir Yol projesi’’