Türklerde ve Araplarda kadın
27 Temmuz 2021
Türkiye Kadın Millî Voleybol Takımı, ‘’Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları’’nda 25 Temmuz 2021 günü yaptığı müsabakada son olimpiyat şampiyonu Çin'i 3-0 mağlup ediyor…
Ancak kadınlarımızın bu başarısı, içimizde yaşayan Arap Emevi kültürüne asimile olmuş bir kısım insanları rahatsız ediyor. Bu Arap Emevi kültürün temsilcilerinden bir tanesi kadınlarımıza ‘’İslam’ın kızı’’ (Adam daha imla kurallarından habersiz yazarken de bu kısmı ‘’İslamın’’ şeklinde yazıyor) diye hitap ederek ‘’Sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın’’ diye mesaj veriyor… Zavallı, kadınlarımızın analarını da kendisi gibi Arap Emevi kültürüne asimile olduğunu zannediyor… Tabii bu adama da kendisi gibi Arap Emevi kültürüne asimile olanlardan da destek esirgenmiyor…
Hal böyle olunca da bana, Türk kadınının tarihteki yerini, Arap kadınının günümüzdeki halini ve Arap Emevi kültürünü ve akıbetini anlatmak kalıyor…
Eski Türklerde kadın ve toplumdaki yeri
Türklerde kadının sosyal hayattaki statüsü tarihte şimdikinden çok daha ileri idi… Türk eğitim sisteminin geliştirilmesi konusunda Cumhuriyet Döneminin öncü eğitimcilerinden, Köy Enstitüleri'nin kurulmasında öncülük eden, Türkiye’nin Pedagoji dalında doktora yapan (hem de 1917 yılında Almanya’da Lepzig Üniversitesinde) ilk eğitimcisi olan Dr. Halit Fikret Kanat’ın Türkiye tarihinde ilk kez yazılan (1930) iki ciltlik ‘’Pedagoji Tarihi'’ (Milli Eğitim Basımevi, 1963) isimli bir eseri bulunuyor.
Dr. Halit Fikret Kanat ''Pedagoji Tarihi'' adlı eserinde şunları yazıyor:
“Bir emir, ‘hakan diyor ki’ şeklinde başlarsa makbul sayılmazdı. ‘Hakan ve hatun emrediyor ki’ diye başlarsa makbul olurdu.”
“Hakan yalnız başına yabancı devletlerin elçilerini kabul edemezdi. Elçiler hakan sağda, hatun solda olmak üzere ikisinin karşısına çıkabilirdi. Bundan anlaşılıyor ki halka ait hizmetlerde kadının rolü hakan derecesinde büyüktü.”
“Aile içinde velilik hakkı yalnız babaya değil, her ikisine de aitti.”
“Eski Türklerde harem, peçe ve yaşmak yoktu. Kadın her meclise girebilirdi.”
Görüldüğü gibi Müslümanlıktan önceki Türk devletlerinde kadın-erkek eşitliğini bulunuyor.
Selçuklu İmparatorluğunda kadının yeri
Selçuklu İmparatorluğunda ‘’Hatun’’ adı sadece kadın adı değil aynı zamanda da bir unvan olarak kullanılıyor. Selçuklu İmparatorluğunda şehir yöneticileri (belediye başkanları) kadınlardan oluşuyor ve bu kadın yöneticiler ‘’Hatun’’ unvanını kullanıyor. Kayseri’deki Gevher Nesibe Hatun ismi de buradan geliyor. Gevher Nesibe Hatun, Selçuklu döneminde Kayseri şehrini yönetiyor, şehirde özellikle sağlık alanında birçok yatırımlar yapıyor. Gevher Nesibe Hatun, döneminde Kayseri'de han, hamam, medrese (tıp fakültesi) ve şifahane (hastane) gibi birçok eserler yaptırıyor. Erciyes Üniversitesi bünyesindeki Gevher Nesibe Tıp Fakültesinin adı da buradan geliyor.
Müslüman olup da Arap tesirinin az olduğu ülkelerde kadın
Ayrıca Müslüman olup da Arap tesirinin az olduğu Hindistan ve Orta Asya bölgelerinde de kadın hükümdarlar oldukça çok sayıda yer alıyor. Delhi Müslüman Türk Devleti Sultanı Raziyye Hatun, Müslüman Mısır tahtında Eyyübi soyundan Melik Salik’in eşi Şecerüd-Dür ve İran’ın Kutluk Bölgesi’nde kurulmuş olan Kutluk Deveti’nde Türkan Hatun bunların arasında yer alıyor…
Osmanlı’da kadın ve eğitimi
Yavuz Sultan Selim’den sonra tamamen Araplaşan Osmanlıda kadın çalışma ve sosyal hayattan tamamen dışlanıyor. Ne zamanki Osmanlıda çöküş süreci başlıyor, Osmanlı çöküşün nedenini anlayıp Osmanlı da kız çocuklarının eğitimine ve kadınlarına önem vermeye başlıyor. Bu şekilde Tanzimat devrinde kadın eğitimi, devletin genel eğitiminde yer almaya başlıyor. 1858’de kız rüşdiyeleri açılıyor. 1870’de de “Darülmuallimat” adı altında kız rüşdiyeleri için kadın öğretmenler yetiştiren okullar açılıyor. 1914’de de kızlara özel Darülfünun açılarak bu okul kızlar için en yüksek eğitim kurumu haline geliyor. Bunları 1916’da açılan kız liseleri, kız teknik ve kız sanayi mektepleri izliyor. 1917’de Ticaret Okulu Kızlar Şubesi açılıyor.
Arap kültüründe kadın
Girişte bahsettiğim gibi Arap kültürü ile Türk kültürü arasında sadece kadının statüsü farkı bulunmuyor, Arap kültüründe kadının kendisi de bulunmuyor, ‘’adı’’ da bulunmuyor… Arap kültüründe kadın numaralanıyor, sıralanıyor. Araplarda kadınlara ad; genellikle doğum sırasına veya fizyolojik görünümlerine göre veriliyor.
Doğum sırasına göre örnekler:
Elif: Arap alfabesinin birinci harfi, aynı zamanda Arap rakamlarında bir rakamını ifade ediyor. Dolayısıyla ilk doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor. Ancak Araplarda fazla kullanılmıyor, daha çok Anadolu'da kullanılıyor. Bu nedenle Araplarda her zaman ilk doğan kıza Elif adı verilmiyor… Bazen de Ayşe adı veriliyor (eve ilk gelen kıza evin iaşe işlerini çekip çevirecek gözüyle bakıldığı için Ayşe adı konuluyor), bazen aş pişirme beklendiği için Avvaş adı veriliyor. Bazen da ilk doğan kıza ‘’Vahide’’ adı veriliyor. Vahide: Arap rakamlarında ''bir'' anlamına geliyor. Vahid kelimesi ''ilk'' olmaktan ziyade ''tek'' anlamına geliyor. Erkeklerde de ''Vahid'' olarak kullanılıyor.
Saniye: ‘’Sani’’ Arapça iki anlamına geliyor ve doğan ikinci kıza Saniye adı veriliyor (Eski dilde ikinci; cümle içinde örnek fazında vermek gerekirse 'sultan Mahmut-u Sani. Yani ikinci Mahmut').
Tilte: ‘’Telat’’ veya ‘’selaseden’’ kelimelerinden türüyor, üçüncü anlamına geliyor. Ailede üçüncü sırada doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor.
Raba: Arapçada dört, ‘’Rabia’’ ise dördüncü anlamına geliyor. Dördüncü sırada doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor...
Hamse: Arapça beş anlamına geliyor. Beşinci doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor.
Sitte: Arapça altı anlamına geliyor. Altıncı doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor.
Sabe: Arapça yedi anlamına geliyor. Bu kelime çok değişiklik geçirerek Sabiha (Sabuha) oluyor. Yedinci doğan kız çocuğuna bu ad veriliyor.
Araplarda kız çocuklarına bu şekilde isim verilirken Arap kültüründen din adına etkilenen Anadolu insanı ise bu isimleri bilinçsizce kullanıyor. Zaman olur ilk doğan kız çocuğuna da ''Rabia'' ismini veriliyor…
Fizyolojik görünümlerine göre örnekler:
Erken doğan prematüre kıza Hadice adı veriliyorr. Hadice Arapçada erken doğmuş prematüre kız anlamına geliyor. Çelimsiz ve ufak tefek doğan kızlara Fatma adı veriliyor, ‘’fatm’’ Arapçada süt yanığı, süt kesiği anlamına geliyor. Koyu renkli doğan kızlara esmer anlamına gelen ‘’Semra’’, biraz açık renkli ise aydınlık açık anlamına gelen ‘’Zehra’’, iyice beyaz ise ‘’Beyza’’ adı veriliyor.
‘’Kezzibân’’ adı İslam âleminde çok sevilen bir sure olan Rahman suresinde hemen hemen bütün ayetlerin sonunda geçen “Febieyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân” sözünden esinlenerek çocuklara veriliyor. Bu ayetin manası şöyle veriliyor: ”O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” Bu ayette geçen ‘’Kezziban’’ kelimesi yalanlayan, yalancı manasına geliyor. Bu nedenle bu hakikati bilmeyen birçok samimi Müslüman işin tam manasını bilmeden bu ad Kuran’da geçiyor o halde manası güzeldir diyerek kız çocuklarına bu adı veriyor. Ayetin manasını bilen Araplar da doğal olarak bu adı kullanmıyor. Ayrıca bazı dil bilimcileri Kezban adının Farsçadaki ''ev hanımı'' manasına gelen ''Kedban'' adından türediğini söylüyor.
Türklerde kadının adı
Türklerde, Anadolu’da ise kadın Araplar gibi numaralandırılmıyor ve sıfatla adlandırılmıyor. Türklerde ve Anadolu’da kadın bir şahsiyet taşıyor, bir kimliğe sahibi oluyor. Türk kadını Hanım ağa, hanım efendi, Hatun olarak sıfatlandırılıyor. Türk kadını ‘’Derya’’, ‘’Deniz'' olarak ''Engin''lere açılıyor. Türk kadını ''Nergiz'', ''Çiğdem'', ''Çiçek'', ''Gül'', ''Gülseren'' olarak ''Doğa''ya ''Serpil''iyor. Türk kadını ''Sevim'', ''Sevigen'', ''Sevgi'' olarak ''Sevda''dalarda ''Sevi''liyor... Türk kadını ''Sevinç'', ''Sevin'', ''Neşe'' olarak insanları, toplumu, hayatı ''Gül''dürüyor... Türk kadını ''Canan'', ''Candan'' olarak çevresine, sevdiklerine ''Can'' veriyor...
Mitolojide sözcük
Mitolojide sözcük; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçasıdır. Mitolojik görüşe göre her nesnenin özü adlarda saklıdır. Adlara egemen olmasını, onları kullanmasını bilen kimse, nesneler üzerinde de bir egemenlik kazanıyor.
Kadına sıra numarası vererek veya fizyolojik görünümüne göre sıfatlandırarak ona isim veren bir kültür doğal olarak kadını bir nesne gibi görüyor, onu sıradanlaştırıyor, onu yok sayıyor, onu kullanıyor ve onun üzerinde egemenlik kuruyor… Bu şekilde onu sosyal hayattan dışlıyor, evlere kapatıyor, dışarıda burkalara bürüyor, burnunu dahi göstermesine izin vermiyor…
Arap Emevi kültürü sanıldığından daha karmaşık ve daha tehlikelidir...
Ne yazık ki Müslümanlar, Emevilerden beridir İslam’sız bir Müslümanlık yaşıyorlar… Emeviler; vahşiliklerini, gaddarlıklarını, haramiliklerini, yabaniliklerini, kisrâlıklarını, şaşaalarını, saltanatlarını İslam’a yükleyerek İslam’ın özü olan ‘’adalet’’, ‘’emanet’’, ‘’ehliyet’’, ‘’meşveret’’ ve ‘’maslahat’’ kavramlarını Müslümanlara unutturuyorlar. Emevilerden beridir İslam dünyası İslam’sız bir Müslümanlık yaşıyor…
Arap Emevi kültürüne asimile olanlar; Ebu Süfyan’ın, Muaviye’nin, Yezid’in, Haccac bin Yusuf’un, Kutaybe bin Müslim’in yolunda giderek; Hüda'yı, Settar'ı, Rezzak'ı dilde sakız, gönülde nâkıs ediyorlar… Arap Emevi kültürüne asimile olanlar; Hak'kı, hakkı, hukuku ve adaleti katlederek İslam’ın ahlâk boyutunu unutup İslam’ı sadece ibadet boyutuna indirgeyerek o ibadetleri de gösterişe, lükse, israfa ve sefahate dönüştürüyorlar. Arap Emevi kültürüne asimile olanlar; haramı, kul hakkı yemeği, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapmayı, hırsızlık, yolsuzluk, kumpas, fitne, riya, yalan, dolan, namussuzluk, tecavüz, lüks, israf, sefahat, kibir, kin ve nefreti sanki İslam’da günah değilmiş gibi, hatta hatta İslam’ın gerekleriymiş gibi yaşıyorlar…
Arap Emevi kültürüne asimile olanlar; daha dün ülkemizde, 15 Temmuz 2016 günü, Boğazköprüsü’nde, teslim olmuş erlerin ve askerî lise öğrencilerinin kafaları kesiyorlar… Arap Emevi kültürüne asimile olanlar; daha dün ülkemizde TV’ler çıkıp komşular nasıl fişlenip öldürülür, komşuların eşleri kızları nasıl sahiplenilir ballandıra ballandıra anlatıyorlar…
Bugün Türk kadınına ‘’Sen ‘burnunu göstermekten utanan’ anaların evladısın’’ diye itiraz eden Arap Emevi kültürüne asimile olanlar, yarın ellerine güç geçtiğinde, Türk kadınının burnunun dahi gözükmesine izin vermeyecek olanlardır. Çünkü Arap Emevi kültürüne asimile olanların sonu Taliban oluyor, İŞİD oluyor, Boko Haram oluyor…
İçine tekrar tepe taklak ve bilinçsizce yuvarlanmakta olduğumuz Arap kültürünün sanıldığından daha karmaşık ve çok daha tehlikeli olduğu pek bilinmiyor... Bu toplum gitgide Araplaşan kültürüyle kendi kendisini hasta eden bir toplum haline geliyor…
Tarihte Araplaşarak iflah olmuş bir toplum örneği bulunmadığı gibi tarihin çöplüğü Araplaşarak yok olmuş toplumlarla dolu bulunuyor…
Ve tarihin sarkacı geçmişte hiç olmadığı kadar insafsızca karanlığa doğru savruluyor….
Bana da bu tehlikeyi arz etmek kalıyor...
Osman AYDOĞAN