Yandı ciğerim de canan buna ne çare?
10 Ekim 2016
Erol Toy'un çok güzel bir kitabı vardı iki ciltlik: ''Toprak Acıkınca'' (Yaz Yayınları, 1998) Kurtuluş savaşını anlatırdı… Bu kitapta bir hikâyecik hatırlıyorum torun ile nine arasında geçen...
- ''Nine ölüm nedir?''
- ''Ölüm neye benzer biliyor musun Hasan?''
- ''Neye nine''
- ''Toprak acıkır Hasan. Toprak da insanlar gibidir. Belirli bir süre içinde acıkır. O zaman sürmek gerekir onu. Ekmek gerekir. Doyduysa ne âlâ. Doymadıysa daha ister toprak. Terini alır insanoğlunun. Yetmez. Tohumunu, emeğini alır. Oda yetmez Hasan'ım. Gayrı alacak bir şeyi kalmamıştır. Canını alır. Bir can yetmezse, pek çok can alır. Doyar toprak. Bir süre doyar aldığıyla. Sonra yine acıkır. '' Susar nine... Bir süre düşünür sonra yeniden devam eder:
-''İşte ölüm, insanoğlunun bir lokma gibi, bir tohum gibi toprağa düşmesine benzer.''
Terörden, kazadan, tedbirsizlikten, ilgisizlikten, umarsızlıktan, düşüncesizlikten, ihmalden dolayı bir tohum gibi toprağa düşen gencecik askerlerin, polislerin, insanların haberleri gelince hep bu nineyi anımsarım... İhmalden, iş güvenliği eksikliğinden, denetimsizlikten, kuralsızlıktan, ilgisizlikten, bilgisizlikten, para hırsından dolayı çöken maden ocaklarında, depremlerde yıkılan kalitesiz binalarda, tutuşan, yanan öğrenci yurtlarında, trafik kazalarında bir tohum gibi canlı canlı toprağa gömülen, yiten, yanan, katledilen insanlarımızın haberleri gelince, kimi kuytu kuytu köşelerde, kimi alenen güpegündüz sokak ortasında katledilen kadın haberleri gelince yine bu nineyi hatırlarım... Düşünür, sorgularım... Nasıl bir açlıkmış bu böyle? Bu toprakların ne doymak bilmez, ne bitmek bilmez bir iştihasıymış bu?
Birincii Dünya Harbi'nde, Enver Paşa, Galiçya'ya da asker göndermeye karar verince; birliklerde talimler yoğunlaşmış... Bazı onbaşılar da, acemi eratı yetiştirmeye çalışıyormuş... Bir onbaşı, askere yeni gelmiş bir neferi çekmiş önüne; ''Sol yanın doğu, sağ yanın batı, önün güney; söyle bakalım'' demiş, ''arkanda ne kaldı?'' Nefer boynunu bükmüş: ''Arkamda'', demiş, ''arkamda genç bir kadınla, iki küçük çocuk kaldı...''
Kimse bilmez, şehitlerin ardında kimler kaldı? Kimisi nişanlı, kimisi evli... Kimisinin bebeği yolda, kimisininki daha yeni kucakta... Kimisinin daha yeni tayini çıkmış, kimisi daha yeni göreve başlamış, kimisinin bölgedeki görevi uzatılmış…. Her birisinin, ciğerleri sızlatan daha nice hikâyesi... Eline diken battığında yüreği yanan anaların bir anlatılamaz evlat acısı… Onlarca binbir güçlükle yetişmiş, onlarca genç insan…
Necip Fazıl’ın ‘’Akşam’’ isimli güzel bir şiiri vardı:
‘’Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.’’
Şiirde olduğu gibi Güneş çekilip de dağların ardından batarken bir renk akşamı doğar ve dağlar külsüz, dumansız bir kor gibi alev alev yanar ya, işte her şehit haberinde, her felaket haberinde, her bir tohum gibi toprağa düşen can haberinde, böylesi günlerde ben de öyle yanarım... Bir alev topu gibi alaz alaz yanarım, bir kor gibi için için yanarım, tutuşmuş bir çıra gibi usul usul yanarım... Böylesi günler, bütün günlerimin içime denk akşamıdır. Böylesi günlerde bütün dünyanın ormanları içimde tutuşmuş gibi alev alev yanarım...
Erzurum yöresinden Muharrem Akkuş ile Yücel Paşmakçı’nın derledikleri bir türkü vardı, askere gidip de dönmeyen evlat acısını anlatan;
‘’Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte canan bebek beledim
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare
Bir güzel simadır aklımı alan
Aşkın sevdasını canan serime salan
Bizi kınamasın ehl-i din olan
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Yandı ciğerim de canan buna ne çare''
Kore Savaşından sonra bu türküye bir dörtlük daha eklenir…
''Kore dağlarında ot kucak kucak
Ne bilsin analar (oy oy) böyle olacak
Rahmet yerine kurşun yağacak
Gitti de gelmedi canan buna ne çare"
Türkünün derleme tarihi 1966. Türkünün TRT repertuvar kurulu tarafından “inceleme” tarihi ise 1977. Bu türkü yaklaşık on yıl sonra TRT repertuarına alınır. (!) Türkü içinde geçmekte olan Kore Savaşına dair dörtlük ise TRT arşivlerinde muhtemel ki bizim böyük müttefikimiz (!) ABD hatırına bilerek çıkartılmıştır. Halen TRT repertuarında türkünün Kore ile ilgili kısmı yoktur!
Burada genç arkadaşlarıma ‘’höllük’’ nedir açıklamam gerek ki ağıt daha bir anlaşılsın. Höllük; şimdilerde allanarak pullanarak reklamı yapılan bir kullanımlık çocuk bezlerinin yerine kullanılan, kolayca çamurlaşmayan, ince kumu andırsa da ondan farklı olan ve içerdiği kil nedeniyle yüksek oranda emicilik özelliği taşıyan bir tür topraktı. Bu toprak arazide belli noktalarda bulunurdu. Buralardan alınan toprak iyice elendikten sonra kurutmak, içindeki mikropları öldürmek ve ısıtmak için soba üzerinde kavurulur, kavrulma işleminden sonra belli bir ısıya kadar soğutulan toprak sıcak sıcak bebeğin altına sarılırdı. Şimdi böyle zahmetlerle anneler evladını büyütüp yetiştirsin, askere yollasın sonra da o asker gidip de gelmesin! Ciğeri yanmasın da annelerin daha nesi yansın?
Bugün artık Kore'nin dağlarında kucak kucak otlar yanmıyor ama her şehit haberi sonrası tüm bir milletin ciğeri yanıyor alev alev…
Gitti de gelmedi canan buna ne çare?
Yandı ciğerim de canan buna ne çare?
Osman AYDOĞAN
Bu türkü çok sanatçı tarafından seslendirilmiştir. Ancak türkünün genç müzisyenlerden Serenad Bağcan'ın yorumu çok güzeldir.
Seranad Bağcan, ‘’Eledim eledim höllük eledim’’:
https://www.youtube.com/watch?v=xHmxpp2i0YA