• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam266
Toplam Ziyaret3245566

Ab-ı Çeşm


Ab-ı Çeşm

22 Aralık 2024

Adı ‘’Ab-ı Çeşm’’ olan bir ağıtı paylaşmak istiyorum. Bu ağıtı paylaşmadan önce müzikte ağıt konusuna kısaca değinmek istiyorum.

Her kültürde, bireysel ve toplumsal felaketlerin ardından ağıtlar yakılıyor. Bu ağıtlar, ölen kişinin değerini, iyiliklerini, ölümünden dolayı duyulan acıyı veya toplumsal felaketten doğan acı ve üzüntüyü şiirsel ezgiler halinde dile getiriyor. Bu ağıtlar da genellikle müzik formunda ifade ediliyor.

Gerek Batı müziğindeki ağıtları gerekse de hem Doğu müziğindeki hem de Türk müziğindeki ağıt örnekleri fazlasıyla bu sayfamda anlattım. Ancak yine de kısaca müzikteki ağıt konusunu kısaca açıklamak istiyorum.

Batı müziğinde ağıt

Batı müziğinde de ağıtların ayrı bir yeri bulunuyor: Bu ağıtlar Lament, Threnody ve Elegy olarak adlandırılıyor. ‘’Lament’’; yas tutmak, dövünmek, ağlayıp sızlamak ve ağıt, ‘’Threnody’’; ağıt, ağıt havası, cenaze şarkısı ve mersiye, ‘’Elegy’’ ise hazin, hüzünlü, elemli, mükedder (wehmütig) anlamına geliyor. Bu ağıtlardan çoğu savaşlar, ihtilaller, katliamlar ve suikastlar nedeniyle ölen askerler ve insanlar üzerine yazılıyor. Avusturyalı şair Rainer Maria Rilke‘nin on yıl kadar uzun bir sürede yazdığı ve şiirin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen ‘’Duineser Elegien’’ (Duino Ağıtları) şiirleri de bir ağıt şiir olarak biliniyor. Bu Elegy şiirlerinden yapılan besteler de Batı müziğinin ağıt türleri oluyor.

Batı dünyasında ayrıca ‘’ölüm duası’’ olarak acıyı dile getiren, ağıt anlamına gelen orkestra, koro ve şan solistleri için yazılmış bir müzik türü bulunuyor: Requiem. Wolfgang Amadeus Mozart’ın son nefesinde yazdığı ve tamamlayamadan taslaklarını bıraktığı eseri ‘’Mozart requiem'’ buna en büyük örnek oluyor. Diğer önemli requiemler ise; Verdi’nin, Brahms’ın, Britten’ın ve Berlioz’un requiemleridir.

Türk halk müziğinde ağıt

Türk halk müziğinde çok sayıda ağıt bulunuyor. Zaten Türk halk müziğinin kendisi neredeyse baştan sona bir ağıt manzumesidir. Çünkü Anadolu tarihi, yoksulluğun, ihmalin, ilgisizliğin, acının, feryâdın, figânın tarihi olarak yaşanıyor. Tabii ki böylesi bir tarihi geçmişin de edebiyatı karşımız ağıt olarak çıkıyor. Sadece Anadolu kültür değil, Doğu kültürü de böyle. Bunları daha önce burada anlattığım için tek tek saymak istemiyorum.

Mersiye

Divan edebiyatında bu ağıtlara ‘’Mersiye’’ olarak adlandırılıyor. Kaynaklar insanoğlunun ilk söylediği şiirin mersiye olduğunu, en eski mersiyenin de Kābil’in Hâbil’i öldürmesi üzerine Hz. Âdem tarafından söylendiğini kaydediyor. Arap edebiyatında mersiyenin başlangıcı, Câhiliye devrindeki cenaze törenlerinde kadınlar tarafından terennüm edilen âhenkli, şiirsel sözlere kadar uzanıyor. Bunların daha sonra manzum kalıplara dökülmesiyle bugün bilinen mersiyeler ortaya çıkıyor.

Bektaşi geleneğinde de Hz. Hüseyin için yazılmış olan mersiyeler bulunuyor. Fuzûli’nin “Hadikatü’s-Süadâ” (Seyyidler Bahçesi) adlı meşhur bir mersiyesi bulunuyor. Divan şairi Baki’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü sonrasında yazmış olduğu Kanuni Mersiyesi de bu türün güzel örneği olarak biliniyor.

Yazımın başlığını oluşturan ''Ab-ı Çeşm'' de Hz. Hüseyin için yazılan bir mersiye, bir ağıt oluyor. Bu mersiyenin, bu ağıtın oluşumunu anlatabilmem için kısaca Kerbelâ’dan bahsetmem gerekiyor.

Kerbelâ olayı

Kerbelâ olayı aynı kabile içinde aynı soydan gelen iki ailenin; Haşim ve Umeyye (Emevi) ailelerinin çok eskilere giden rekabetine dayanıyor. Bu rekabet daha sonraları peygamberliğin Haşim’in torununa (Hz. Muhammed) gelmesinden sonra Emevi soyu tarafından düşmanlığa dönüştürülüyor. Ebu Sufyan, Hz. Muhammed ile, Ebu Sufyan’ın oğlu Muaviye, Hz. Ali ile, Muaviye’nin oğlu Yezid ise Hz. Hüseyin ile uğraşıyor ve savaşıyor. Muaviye, Hz. Ali’ye karşı her türlü hileyi yapıyor (Sıffin Savaşı), Yezid, Hz. Hasan’ı zehirleterek öldürtüyor ve geriye iktidarına engel olarak sadece Hz. Hüseyin kalıyor.

Yezid’e biat etmeyip Mekke’ye giden Hz. Hüseyin’i Küfe’liler kendisini halife ilan edeceklerini söyleyip Küfe’ye çağırıyorlar. Bu çağrı üzerine Küfe’ye doğru yola çıkan Hz. Hüseyin bugün Irak sınırları içerisinde bulunan Kerbelâ’ şehrine geliyor.

Yezid'in 30 bin kişilik ordusu 01 Muharrem günü Kerbelâ’da Hz. Hüseyin'in etrafını sarıyor. Hz. Hüseyin’e Yezid’e biat etmesini teklif ediyorlar. Hz. Hüseyin teklifi kabul etmiyor. Muharrem ayının 7'inci günü Yezid’in Komutanı Ömer bin Sa'd çemberi daraltıyor ve kampın suyollarını kesiyor. Muharrem ayının 9'uncu günü kampın su kaynakları tükeniyor.

Muharrem Ayı’nın 10. günü (10 Muharrem 61) (10 Ekim 680) Hz. Hüseyin ve beraberindeki 72 kişi Yezid’in orduları tarafından katlediliyor.

Kerbelâ ile ilgili o tarihten bugüne kadar Arapça, Farsça, Türkçe pek çok şiir, gazel, mersiye, ağıt yazılıyor. Bu ağıtlara genel olarak ‘’Maktel-i Hüseyin’’ adı veriliyor. Maktel-i Hüseyin’in en bilinenleri; girişte bahsettiğim Fuzuli’nin ‘’Hadikatü’s Süeda’’ adlı mersiyesi ve Na't, mersiye ve hicivleriyle tanınan Osmanlı şairi Kâzım Paşa (Mûsa Kâzım) (1821- 1890) Hz. Hüseyin’in şehadeti hakkında yazdığı mersiyesi oluyor.

Mûsâ Kâzım Paşa’nın Kerbelâ Mersiyesi

Bulgaristan’ın Koniçe şehrinde 1882 yılında doğup büyüyen Mûsâ Kâzım Paşa, edebiyatımıza özellikle ehlibeyt sevgisi ile ilgili önemli eserler kazandırıyor. Bu eserlerin en önemlilerinden biri de ‘’Makâlîd-i Aşk’’ adını verdiği eseri oluyor. Türkçeye ‘’aşk kilitleri’’, ‘’aşk anahtarları’’ ve ‘’aşk hazineleri’’ olarak çevrilebilecek olan bu eser Cemil Çiftçi tarafından ‘’Aşkın Hazineleri’’ (Kevser Yayıncılık, 2011) olarak yayımlanıyor. Eserde Kerbelâ olayı ve Hz. Hüseyin ile ilgili 30 mersiye bulunuyor. Mûsâ Kâzım Paşa,1948 yılında vefat ediyor.

Mûsâ Kâzım Paşa’nun bu eserinde ‘’Zâlimler el urup hep şemşîr-i can-rübâya’’ diye başlıyan bir mersiyesi (Maktel-i Hüseyin) bulunuyor. Bu mersiyenin tamamını meraklıları için yazımın sonunda veriyorum. Ancak bu mersiyede şöyle bir nakarat bulunuyor:

‘’Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya

Cibrîl var haber ver ‘Sultân-ı Enbiyâ’ya.’’

Bu nakarat öylesine benimseniyor ki hattatlar, hat sanatının en güzel eserlerini bu nakarat ile veriyor. Bu hat sanatı eserlerinden birkaçı:









Bu noktada bir başka ‘’Maktel-i Hüseyin’’ şairinden de bahsetmem gerekiyor.

Kağızmanlı Cemal Hoca

İsmail Turan, 1883 yılında Kağızman’ın Camuşlu köyünde doğuyor. Küçük yaşlardan itibaren medrese eğitimi görüyor. Cemal adı ise sonradan ek olarak babası tarafından veriliyor. Öğrenimini tamamlayınca ‘’hoca’’ oluyor. Ondan sonra da ‘’Kağızmanlı Cemal Hoca’’ olarak tanınıyor. Köyünde imamlık yaparak mütevazı bir yaşam sürdürüyor. Başlangıçta dini içerikli şiirler yazıyor. Saha sonra âşık olduğu bir kadına şiirler yazıyor. Bağlama çalmadaki yeteneği ve sesiyle çevrede yaygın olarak bilenen Cemal Hoca, dini şiirlerden sonra sevgi, doğa ve sosyal içerikli şiirlere yöneliyor.

Kağızmanlı Cemal Hoca, hayatının sonuna kadar köyünde imamlık yapıyor. Ve bu köyde 1957 yılında hayata gözlerini yumuyor.

Kağızmanlı Cemal Hoca’nın eserlerini iki araştırmacı derleyip yayınlıyor. Bu araştırmacılardan birisi Yasin Yaşar Turan, ‘’Kağızmanlı Cemal Hoca, Hayatı-Edebi Şahsiyeti-Şiirleri’’ (Aşk Ofset 2007) adıyla bir diğer araştırmacı olan Şahin Köktürk de ‘’Geçiş Sürecinde Bir Âşık, Kağızmanlı Cemal Hoca’’, Hece Yayınları, 2007) adıyla bu eserleri yayımlıyor.

Kağızmanlı Cemal Hoca’nın bu eserleri içerisinde ‘’Hasanım âğu içti leb-i sukker âh çeker’’ diye başlayan bir mersiyesi (Maktel-i Hüseyin) bulunuyor. Ancak bu mersiyenin bir özelliği bulunuyor. O da bu mersiyenin nakaratları yukarıda anlattığım Musa Kazım Paşa'nın mersiyesindeki nakaratları ile aynı oluyor:

‘’Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya

Cibrîl var haber ver ‘Sultân-ı Enbiyâ’ya.’’

Kağızmanlı Cemal Hoca’nın mersiyesi (Maktel-i Hüseyin)

Hasanım âğu içti leb-i sukker âh çeker,

Hüseyin attan düştü kime şikâr âh çeker,
Nerde kalmış acaba, bak Zülfikâr ah çeker,
Ali'nin on bir oğlu, yerde yatar âh çeker,
Fatma ana ciğeri, sızlar sızlar âh çeker,
Ümmi-Gülsüm, Rûkiye, çifte nigâr âh çeker,
İbrahim, Kasım ağlar, kılar zâr zâr âh çeker,
Hatice ana duymuş, yavrum deyip âh çeker,
Meryem, Asiye gelmiş, ağlar ağlar âh çeker.

Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya,

Cibril, var haber ver, Sultan-i Enbiya'ya.

Cümle Kureyş, ensarı, düştü ah u figana,

Ali, Yezid boyadı, çifte kuzun al kana,
Ey Server-i Enbiyâ, sen bunu de Sübhan'a,
O gün ola göreydim, Yezid düşe divâna,
Sırattan seyredeydim, geçer iken o yana.

Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya,

Cibril, var haber ver, Sultan-i Enbiya'ya.

Medine dağlarında, süsenle sümbül ağlar,

Taksirât nedir atmaz, esmez oldu yel ağlar
Dağlar inim iniler, sular sarhoş sel ağlar,
Cümle kuşlar figanda, bak dertli bülbül ağlar,
Virânede baykuşlar, hû çeker yıl yıl ağlar,
Kerbelâ'ya kulak ver, sahra ağlar çöl ağlar,
Biten otlar baş eğmiş, çiçek-çimen gül ağlar.

Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya,

Cibril, var haber ver, Sultan-i Enbiya'ya.

Lanet olsun Yezid'e, şâh u gedâ kul ağlar,

Ey Murtaza gel yetiş, binekte düldül ağlar,
Hasan'ım ağu içmiş, gözyaşları sel ağlar,
Kerbela imdat ister, gözler seni yol ağlar.

Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya,

Cibril, var haber ver, Sultan-i Enbiya'ya.

Mersiyenin açıklaması

Şair mersiyesine Hz. Hüseyin'den önce zehir içerek şehit edilen Hz. Hasan ile başlıyor. ‘’Leb-i sükker’’, güzel konuşan Hz. Hasan'ın lakabı oluyor. Şair birinci bentte Hz. Hüseyin'in atından düşerek Yezid'in adamlarına av olmasından bahsediyor. Bu dizede şair; Hz. Hüseyin zalimlerin elinde çaresiz bir şekilde şehit olurken Hz. Ali'nin kılıcı Zülfikar'ın ona yardımcı olmadığı için üzüldüğünü, Hz. Ali'nin diğer oğullarının da bu durum karşısında bir şey yapamadıkları için ah çektikleri ve mezarında Hz. Fatıma'nın bile bir ana olarak yüreğinin sızlayıp ah çektiğini söylüyor. Hz. Hüseyin'e sadece Fatıma üzülmüyor, Hz. Peygamber'in diğer kızları Ümmü Gülsüm ile Rukiye ve çok küçük yaşlarda vefat eden oğulları İbrahim ve Kasım da anneannesi Hz. Hatice de üzülüyor. Hz. İsa'nın annesi Meryem ile Hz. Musa'yı büyüten Asiye de ah çekiyor.

Nakaratta ise şair, atından düşen Hz. Hüseyin'e başına gelecekleri görerek yardım istiyor ve Hz. Peygamber'in vahiy meleği Cebrail'e seslenerek Hz. Peygamber'e haber vermesini ve Hz. Hüseyin'i içinde düştüğü bu durumdan kurtarmasını istiyor.

İkinci bent ise şair, Hz. Hüseyin'in şehit edilmesinden sonraki durumu anlatıyor: İlk dizede Mekkeli Müslümanları simgeleyen Kureyş ve Medine Müslümanlarını temsil eden Ensarın bu elim haberi duyduğunda ağlayıp inlediği söylüyor. Şairin ikinci seslendiği kişi ise Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in babası Hz. Ali. Şair, daha sonra Hz. Peygamber'e dönerek Muaviye ve Yezid'i şikâyet ediyor ve Allah'a söylemesini, büyük yargı gününden yargılanıp sırat köprüsünden geçemeyip cehenneme düşecekleri anı seyretmek isteğini dile getiriyor.

Şair, üçüncü bentte ise Hz. Hüseyin'in şehadetine üzülenlerin sadece insanlar olmadığını, kâinatın üzüldüğünden bahsediyor. Şair, haberi duyan Medine dağlarındaki süsenle sümbülün ağladığını, rüzgarların üzüntüden esmediğini, suların üzüntüden sel olup çağladığını, kuşların feryâd edip bülbüllerin inlediğini, Kerbela çölünün de ağladığını, baykuşların sanki Hz. Hüseyin'in şehadetine üzüldükleri için kimseye görünmemek için virane yerlere ve mağaralara gidip yıllardan beri Allah diyerek ağladıklarını anlatıyor.

Şair, dördüncü bentte Hz. Hüseyin'i şehit ettiren Yezid'e lanet ediyor. Şair bu sefer Hz. Ali'ye sesleniyor. Hz. Ali'nin atının da kılıcı gibi Hz. Hüseyin için bir şey yapamadığı için ağladığını söylüyor. Üzerinde olup bitenlerin farkında olan Kerbela toprağı da Hz. Hüseyin'e şehit edilmeden önce bir yardım geleceğini bekliyor.

Şimdi gelelim Ab-ı Çeşm adlı ağıta, mersiyeye, Maktel-i Hüseyin’e

Ab-ı Çeşm

Yukarıda bahsettiğim Kağızmanlı Cemal Hoca’nın ‘’Hasanım âğu içti leb-i sukker âh çeker’’ diye başlayan mersiyesi (Maktel-i Hüseyin) Kerkük yöresinde anonim olarak besteleniyor. Neyzen, besteci, yapımcı olan ve Sufi müziğini etnik enstrüman ve sanatçılarla zenginleştirip, elektronik müzikle harmanlayan Arkın Ilıcalı (Arkın Allen) (Müzik dünyasında ‘’Mercan Dede’’ olarak biliniyor) ve Sabahat Akkiraz tarafından yeniden yorumlanarak Mercan Dede’nin 2004 yılında çıkardığı ‘’Su’’ albümünde ''Ab-ı Çeşm'' adıyla 7'inci şarkı olarak sunuluyor. Ab-ı Çeşm’in diğer adı da ‘’Kerbela’’ olarak biliniyor. ‘’Ab’’, Farsçada ‘’su’’, ‘’çeşm’’ de ‘’göz’’ anlamına geliyor. Dolayısıyla ‘’Ab-ı Çeşm’’, ‘’gözyaşları’’ anlamına geliyor. Bu esere; Mercan Dede, üflediği neyiyle, Sabahat Akkiraz ise o muazzam sesiyle müthiş bir renk katıyor.

Ancak Sabahat Akkiraz eseri seslendirirken nakaratta iki küçük değişiklik yapıyor. Bunlardan birincinde eserin orijinal nakaratındaki sözcükleri değiştiriyor. Orijinal nakarat:

‘’Düştü Hüseyin atından sahra-i Kerbela'ya,

Cibril, var haber ver, Sultan-i Enbiya'ya.’’

Şarkıda geçen nakarat:

‘’Hüseyin attan düştü, sahra-i kerbela'ya

Cibril kurban haber ver sultan-i enbiyaya.’’

İkinci değişiklik ise nakaratın sonuna orijinal nakaratta yer almayan şu dize eklenerek yapılıyor:

‘’Yektir Ali tektir Ali şahtır Ali Ali Ali cansın Ali Ali Ali yar Ali’’

Sabahat Akkiraz bu eseri başka sazlarla da seslendiriyor. Bu iki eserin bağlantısını yazımın sonunda veriyorum. Bu türküyü çok Halk Müziği sanatçısı yorumluyor. Ancak türküdeki manayı, sesi ve tavrı ile üslûba döken Sabahat Akkiraz gibi bir sanatçı bulunmuyor. Artık her şeyin popüler kültüre teslim olduğu zamanımızda ‘’şıkıdım şıkıdım oynamak’’ dururken böyle nadide eserlerin de ne yazık ki pek alıcısı bulunmuyor. Ve kültürümüz deli rüzgârların önünde savurlan sonbahar yaprakları gibi savrulup gidiyor. 

Bu coğrafyanın ve bu tarihin sözü ve sazı yeryüzünün başka hiçbir yerinde bu denli içten, bu denli zengin, bu denli derinlikli olmuyor ve bu denli feryâd ve figânı yansıtmıyor. 

Sizlere güzel bir Pazar günü diliyorum.

Osman AYDOĞAN

Mercan Dede, ‘’ Ab-i Cesm’’
https://www.youtube.com/watch?v=TqrzCNIKfLA

Sabahat Akkiraz, ‘’Kerbela’’
https://www.youtube.com/watch?v=z7W_B9ue7yI

Mûsâ Kâzım Paşa’nın ‘’Aşkın Hazineleri’’ adlı eserinde geçen mersiyesi

Zâlimler el urup hep şemşîr-i can-rübâya

Kasd etdiler serâpâ "Evlâd-ı Mustafâ"ya
Devrân olup müsâid ol kavm-i bî-hayâya
Îsâl olundu bîdâd serhadd-i intihâya
Kimler eder tehammül yâ Rab bu ibtilâya
Âmâc edüb vücûdun bin nâvek-i kazâya
Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver "Sultân-ı Enbiyâ"ya
Cûş eyleyüb belâya mânend-i mevc-i tûfân
Keştî-i "Ehl-i Beyt"i kıldı şikest ü vîrân
Maktûl olup serâser ashâb-ı âl-i zîşân
Yektâ-rev oldu ol mâh çün âfitâb-ı rahşân
Her yandan etdi savlet hınzîr-veş yezîdân
Sertâbepâ vücûdun zahm eyleyüb kızıl kân

Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver "Sultân-ı Enbiyâ"ya

Ashâb u âlinin hep kibârı vü sıgârı

Bir bir kılub önünde azm-i huzûr-i Bârî
Dil-teng edüb susuzluk tâ arşa oldu sârî
Etfâl-i seyyidâtın feryâd-ı bî-karârı
Her yüzden etdi tazyîk a'dâ o şehriyârı
Âhir çıkub elinden dâmân-ı ihtiyârı
Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver "Sultân-ı Enbiyâ"ya
Yârân olub serâpâ mest-i mey-i şehâdet
Meydânda kaldı tenhâ ol mihr-i evc-i hâcet
Bu hâl olub adûya sermâye-i cesâret
Etrâfın aldı birden ol kavm-i pür-dalâlet
Yetmiş iki yerinden mecrûh olub nihâyet
Bundan ziyâde harbe Hakk vermeyüb icâzet

Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver "Sultân-ı Enbiyâ"ya

Ol şâh-ı dîn-penâhı tenhâ görünce düşmân

Etdi hücûm u savlet şiddetle her tarafdan
Bir hâle vardı âhir zahm-ı hadeng-i âhen
Mânend-i kasr-ı cennet cisminde oldu rûşen
Envâ'-ı yârelerden her cânibinde revzen
Kâzım olub nihâyet bî-tâb harb ederken

Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ'ya
Cibrîl var haber ver "Sultân-ı Enbiyâ"ya

 


Yorumlar - Yorum Yaz