Artık Yazmayacağım
Avusturyalı Ludwig Wittgenstein (1889 - 1951) dili felsefenin merkezine oturtan ve kişinin ve toplumun düşünce ufkunu dilin sınırları ile belirlediğini iddia eden ender filozoflardan birisidir. Ludwig Wittgenstein'in tek eseri Tractatus, (Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yayınları, 2008) felsefenin belirli bir dönemine son noktayı koyar; filozofun kendine göre bile, felsefe "tükenmiştir" artık. Çünkü "üzerinde konuşulamayan konusunda susulmalı"dır. (Wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen.) Bu ifade Tractatus'ta son cümledir.
Avusturyalı ünlü deneme yazarı, eleştirmen ve gazeteci Karl Kraus (1874-1936), Shakespeare üzerine bir saptamasında şöyle der: “Eğer günün birinde Shakespeare üzerine söyleyecek yeni bir şeyler bulamazsak, o zaman kültürümüzün de sonu gelmiş demektir …”
Karl Kraus’un bu sözü hep aklımdaydı ve uzun zamandan beri beynime girmiş bir böcek gibi kemirip duruyordu beni. Artık böcek beynimi kemire kemire iyice netleşti ki; yazılarımda; kültürümüzü, felsefemizi ve edebiyatımızı şekillendiren yazar, filozof, edebiyatçı ve sanatçılar üzerine söyleyecek yeni bir şeyler yazmıyorum, bilineni tekrarlamaktan başka yaptığım bir şey yok, dönüp dönüp aynı yerde duruyorum, aynı şeyleri yazıyorum, var olanı, bilineni tekrarlıyorum, fark ettim ki düşünce dünyam kısırlaşmış, her yazım kendi zamanı içerisinde bir hapishane; tüm zamanlara seslenemiyorum. Zaten teee yüzyıllar ötesinden der dururdu Mevlânâ: ‘’Dünle beraber gitti cancağızım ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.’’
Yeni şeyler söyleyemeyince, hep aynı yerde dönüp durunca, kültür dünyamızı şekillendiren edebiyatçılar, filozoflar ve sanatçılar üzerine yeni bir şeyler yazamayınca işte o zaman Wittgenstein’ın ‘’Tractatus’’unun son cümlesi aklıma geliyor: ‘‘Üzerinde konuşulmayan konusunda susulmalı‘‘.
Daha önce de oldu; iş yükünden, zaman darlığından, yolculuktan ve tatilden dolayı zaman zaman yazılarıma ara verdiğim. Ama şimdi durum farklı, ne iş yükünden ne zaman darlığından ne seyahatten, ne de tatilden dolayı, sadece bu nedenle uzuuun bir süre suskunluğa bürünüyorum. Susuyorum. Uzun bir süre… Birden elektrikleri kesilmiş bir şehir gibi karanlığa gömülüyorum uzun bir süre. Karanlığa, koyu bir karanlığa…
Sûret: Dış güzellik, geçici olan, yüzeysellik, zahirî olan, okyanusun maviliği…
Sîret: Gönül güzelliği, kalıcı olan, derinlik, bâtıni olan, okyanusun derinliği…
Aşk, sûreti değil, sîreti okumakla oluşan bir duygudur derler.
Bu konuda Ganiyyi Muhtefî mahlaslı muhafazakâr bir zatın bir dizesi vardı:
‘’Sûretimi görüp de şu fakîre levm eden
Sîretime erseydi sûretimi görmeden''
(levm etmek: ayıplamak, kötülemek, kınamak)
Bani yakından tanıyan arkadaşlarım Tuna nehri gibi durgun, dallardan bakan güneş gibi sessiz, kara ve kuru biri olarak tanırlar. Ben bu sayfada beni şeklen tanımayan arkadaşlarıma öncelikle iç dünyamı açtım, sîretimi tanıttım, bir sergi gibi iç dünyamın zenginliğini ve renkliliğini sundum. Kafka, Milena’ya yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanırdı; ‘‘İçimizin korkunç sarsıntılarını kor ortaya mektup yazmak. Mektup yazmak, hortlakların önünde soyunmak, kendini ele vermek demektir.’’ Benim yazdığım her bir yazı da aslında sizlere yazılmış birer mektuptu içimi tüm çıplaklığı ile anlatan, sîretimi ortaya koyan.
Neyzen Tevfik bir dizesinde şöyle derdi:
‘’Sen surete bakmakla hüküm verme sakın,
Gel sîreti gör Hakkı temaşa ediyor.
Hep Neyzen'i sarhoş görüyorsan ne çıkar,
Meyhanede bak Kabe'yi inşa ediyor.’’
Bu dizeleri de sîretimi görmeden suretim hakkında karar veren arkadaşlarıma ithaf ediyorum Neyzen yerine adımı koyarak.
Aslında dünkü yazım (Neden Sürekli Yazdım) (bu sayfadan bir önceki) bu yazının bir önsözü, bir habercisiydi. Bir süre sonra tekrar yazmaya başlarsam eğer bu, yeni bir şeyler yazacağımdan değil de dünkü yazımda anlattığım nedenlerle yazmış olacağım.
Sayfamı kapatmıyorum. Yeni tanıştığım arkadaşlarım sabırları varsa eski yazılarımı okuyarak sîretimi tanıyabilirler. Hepinizi çok seviyorum, selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, hoşgörünüze sığınıyorum. Sizlere güzel bir bahar, yaz, güz ve mevsimler diliyorum. Sizleri özleyeceğim.
Osman AYDOĞAN