Eski ve Yeni Türkiye
17 Temmuz 2019
Son yıllarda ülke gündemine bir kavram yerleşti ''Yeni Türkiye''. Bu kavramın ne anlama geldiğini anlamak ve ''Eski Türkiye'' ile mukayese etmek için dünyaca ünlü bir düşünüre başvurmamız gerekiyor: Maurece Duverger. (Türkçe söylenişiyle: Moris Düverje)
Ancak önce kısaca Maurece Duverger'yi tanıtmak istiyorum.
Maurece Duverger
Maurice Duverger (1917 - 2014), siyaset biliminde felsefi düşünce yerine deneysel yöntemi kullanmayı tercih eden dünyaca ünlü Fransız anayasa hukuku uzmanı, siyasetçi, siyaset bilimci ve siyaset sosyoloğudur. Türkiye’deki Bülent Daver, Ahmet Taner Kışlalı, Münci Kapani ve Ergun Özbudun gibi birçok anayasa hukukçusu ve siyaset bilimcisini derinden etkilemiştir. Duverger, tarafsız olmanın mümkün olmadığını, sadece ne kadar taraf tuttuğumuzu belirterek nesnel olabileceğimiz görüşünü savunur.
Duverger'nin ‘’demokrasi’’ ayrımı
Duverger, demokrasiyi; “siyasal demokrasi” ve “sosyal demokrasi” olmak üzere iki başlık altın inceler. Duverger, siyasi partilerin gelişimini, demokrasinin gelişimine bağlayarak politik kurumlarının meşruiyetini demokrasinin varlığıyla ilişkilendirir. Kısaca Duverger’ye göre, demokrasi ne kadar etkin ve işler haldeyse, siyasi partiler gibi politik kurumlar da o kadar etkin ve işler haldedir. Duverger, komünistlerin sosyal demokrasiyi gerçekleştirmek için siyasal demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçladıkları, faşistlerin ise sosyal demokrasiyi ortadan kaldırmak için siyasal demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalıştıkları tespitini yapar.
Duverger'nin ‘’siyasal rejimler’’ ayrımı
Duverger, “Siyasi Rejimler” (Sosyal Yayınları, 1986) kitabında siyasal rejimleri iki gruba ayırır; “Birincisi idare edenlerin otoritesini idare edilenler lehine tahdit eden liberal temayül. Diğeri, idare edilenlerin yetkilerini idare edenler lehine daraltan otoriter temayül. Burada fert, cemiyet, bunların birbirleriyle münasebetleri mevzuunda iki ayrı düşünce tarzı, iki ayrı felsefe, iki ayrı hayat sistemi karşısında kalırız. Çeşitli siyasi rejimler bunların özel bir planda teknik tanzim şekillerinden başka şeyler değillerdir.” (s. 9-10) Tabii ki Duverger bu ayırımda liberal ve çoğulcu demokrasiyi savunur.
Duverger ve ‘’demokrasi’’
Duverger, ‘’demokrasi’’ kavramının ülkelere ve bölgelere göre uygulamada çeşitlilik gösterebileceğinden söz eder. Ancak şu sözü onun bir vasiyeti gibidir: “Şartlar ne olursa olsun, demokrasiden asla vaz geçilmemeli ve demokratik toplumun inşası için gereken neyse en etkili biçimde, cesaretle icra edilmelidir. Buradaki en önemli faktör ise milletin ta kendisidir!”
‘’Siyasetin bir insan yönetme sanatı” olduğunu düşünen Duverger, siyaset biliminde ‘’insan’’ faktörüne büyük önem verir. Duverger’e göre partileri var eden en temel faktör “insan” dır.
Duverger’nin ilgi alanlarından birisi de Türkiye’deki demokrasinin gelişimidir. Ancak Duverger, Türkiye’deki siyasi yapıya ve demokrasiye çok temkinli yaklaşır. Duverger Türkiye’deki demokrasiyi tanımlarken “nazik demokrasi bitkisi” deyimini kullanır. ‘’Nazik demokrasi bitkisi’’; susuz havuzlarda, gübresiz tarlalarda, çorak vahalarda yetişmeye çalışan bir nazik demokrasi bitkisi.
Duverger’nin 30 kadar kitabı vardır. Ancak Duverger'nin bu kitaplarından üçünden bahsedeceğim.
Duverger’ye göre Atatürk’ün ‘’demokrasi’’ anlayışı ve ‘’Eski Türkiye’’
Duverger'nin anlatmak istediğim birinci kitabı Duverger’nin '’Siyasi Partiler’’ (Bilgi Yayınevi, 1979) adlı kitabıdır. Duverger, bu kitabında siyasi partileri ‘’seçkin tabanlı partiler’’ ve ‘’halk tabanlı partiler’’ olarak ikiye ayırarak siyasi partilerin karakterini "örgütlenme modeli"nin belirlediğini yazar. Komünist partilerin belirleyici özelliği "hücre", faşist partilerinki ise "milis" örgütlenmesidir. (s. 64)
Maurice Duverger, bu kitabında Türkiye'den ve Atatürk'den de bahseder. (s. 360-364):
Duverger, bu kitabında, “Tek partilerin genellikle totaliter partiler olduğunu, ancak gerek felsefeleri gerek yapıları bakımından bu yargının her ülke için geçerli olmadığını” söyleyerek Atatürk’ün yarattığı anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” ilkesiyle faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite söyleminin yerini Kemalist Türkiye’de “demokrasi söylemi”nin aldığını söyler. Bu da, tam olarak siyasal demokrasinin ilkelerini içermektedir. (Lenin’in devrimi, demokrasiyi öngörmediği için çıkmaza girer. Mustafa Kemal Atatürk ise, demokrasiyi sadece ileride ulaşılması gereken bir amaç olarak değil,- aynı zamanda da çağdaşlaşmanın bir aracı görür.)
Duverger, bu kitabında Atatürk hakkında şunları yazar: “Atatürk’ün liderliğindeki tek particilik, tekelciliğe dayanarak liberal demokrasiyi tıkamamıştır. Hatta Mustafa Kemal sahip olduğu güçten rahatsızlık duymuştur. Çeşitli fırsatlarla bu tekele son vermeye çalışmıştır.” Duverger’ye göre “bu olgu tek başına bile derin bir anlam taşımaktadır. Hitler Almanyası’nda ya da Mussolini İtalyası’nda böyle bir şey düşünülemezdi… Bunlar, her şeye rağmen, Kemal rejiminin plüralizme üstün bir değer tanıdığını ve pluralist bir devlet felsefesi çerçevesinde faaliyet gösterdiğini ifade etmektedir.”
Duverger’ye göre, Türk tek-partisinin “başta gelen özelliği, onun demokratik ideolojisindedir. Bu ideoloji, hiçbir zaman, faşist veya komünist ideolojiler gibi, bir tarikat veya kilise niteliği taşımamış; üyelerine bir iman veya bir mistik empoze etmemiştir. Partinin yönetici kadrolarının antiklerikal (ruhban sınıfına ve teşkilatına karşı olmak) ve akılcı tutumu, onları açıkça ondokuzuncu yüzyıl liberalizmine yaklaştırmıştır. Adının ‘Cumhuriyetçi’ oluşu bile, bu partiyi, yirminci yüzyılın otoriter rejimlerinden çok, Fransız İhtilâli’ne ve ondokuzuncu yüzyılın terminolojisine yaklaştırmaktadır. Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır; bu da, ‘halkçı’ veya ‘sosyal’ diye nitelendirilen ‘yeni’ bir demokrasi değil, geleneksel siyasî demokrasidir. Parti, yöneticilik hakkını, siyasal elit veya ‘işçi sınıfının öncüsü’ olma niteliğinden yahut da liderinin Tanrı iradesine dayanışından değil, seçimlerde kazandığı çoğunluktan almıştır.''
Duverger’nin kitabında Kemalizm hakkında ise şu tespiti vardır: "Kemalizm, Moskova ve Pekin’in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde, doğrudan ya da dolaylı çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, kuzey Amerika ve batı Avrupa rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, Marksizm’in gerçekten alternatifidir. Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, batı demokrasisi karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih edebilirler."
Maurice Duverger’nin deyişiyle Cumhuriyet Tek Parti rejiminden “mahcubiyet” duymuştur. Gelecekte demokrasiye geçilmesi fikri Cumhuriyet’in özünde ve kurucularında mevcuttur. 1930 yazında Mustafa Kemal Atatürk, bir muhalefet partisi (Serbest Fırka) kurdurmak kararı nedeniyle çevresindekilerin (Fethi Okyar) kaygılarına karşı şöyle der: “Bunlara tahammül edeceğiz başka çare yoktur. Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır...” Mustafa Kemal Atatürk sözlerinin devamında demokrasiye geçmeyi hedeflediğini söyler: ‘’Vakıa bir meclis vardır, fakat dâhilde ve hariçte bize ‘dictature’ nazarıyla bakıyorlar. Hâlbuki ben Cumhuriyet’i şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum…” (‘’Fethi Okyar’ın Anıları’’, Osman Okyar, Mehmet Seyitdanlıoğlu, İş Bankası Yayınları, 1999, s.103-104)
İşte bu nedenlerle Duverger'nin yanında birçok başka çağdaş siyasal bilimciler de, benzer gerekçelerle, Kemalist siyasî rejime “gizil (potansiyel) demokrasi” sıfatlarını yakıştırmışlardır.
Duverger'nin bu kitabında anlattığı Türkiye ''Eski Türkiye''dir.
''Eski Türkiye''den ''Yeni Türkiye'’ye geçiş
Duverger'nin anlatmak istediğim ikinci kitabı “Halksız Demokrasi” (Dördüncü Yayınevi, 1969) adlı kitabıdır. Duverger bu kitabında ise ''Eski Türkiye''den ''Yeni Türkiye'’ye nasıl geçiş yaptığımızı anlatırcasına şu tespitleri yapar:
“Bir demokraside çok sayıda ve zayıf partiler varsa, o ülke iyi yönetilemez, halk siyasetten soğur ve siyaset ‘merkezin hükümranlığı’ altına girer.” (s. 159,)
‘’Halktan güç alan büyük sağ ve sol kitle partileri olmayınca, hepsi birbirine benzeyen, kişiliksiz partilerin oluşturduğu ‘ortanın bataklığı’ siyasete hükmeder.’’ (s. 192)
‘’Sürekli koalisyonlarda partiler kişiliksizleşir, programları ‘müphem’ hale gelir.’’. (s. 196)
‘’Sağın ve solun ılımlılarını bir araya getiren ‘renksiz’ koalisyonlar’, yurttaşların bir politika seçme imkânlarını yok eder ve halk siyasetten soğur.’’ (s. 220)
‘’Siyaset; kombinezonlar, entrikalar, türlü oyunlar, ardı arkası gelmeyen yeniden seçimler ve çekişmeler ile siyasi entrikaya dönüşür." (s. 280)
Ve ‘’Yeni Türkiye’’
Duverger'nin anlatmak istediğim üçüncü kitabı “Politikaya Giriş” (Varlık Yayınları, 1984) adlı kitabıdır. Duverger, bu kitabında Batı demokrasisini mercek altına alarak dünyada var olan kapitalist ve sosyalist sistemlerin giderek birbirine yaklaştığını söyler.
Duverger, bu kitabında Yeni Türkiye’yi anlatırcasına şu tespitleri yapar:
‘’Kapitalizmin amacı; İnsanları düşündürmemenin yolu olan; seks, kriminal olaylar ve eğlence endüstrisine yönelterek, düşünmeyen insanlardan oluşan ahmaklaşan bir toplum yaratmaktır.’’
“Kapitalist haberleşme sistemi ‘halkın ahmaklaştırılması’ diye adlandırabileceğimiz bir sonuç doğurmaktadır. İnsanları entelektüel seviyesi çok düşük, çocukça bir evren içine hapsetmek amacını gütmektedir. Kesat zamanlarda heyecanlı haberler verme imkânını sağlayan gönül maceralarının boyuna şişirilmesi bu bakımdan tipiktir.’’
‘’Krallar, kraliçeler, prensler, prensesler ve öteki sözde büyüklerin, giyinişlerinin ve içinde yaşadıkları dekorun şatafatı, uyandırdıkları belirsiz tarihsel hatıralara eklenir... Halkı ahmaklaştırma tekniklerinin daha birçokları sayılabilir. Sinema (TV) ve spor da bunun birçok örneklerini verirler. Bu çeşitli vasıtalarla halk gerçek dışı, yapmacık, hayali ve çocukça bir âlemle daldırılır, dikkati de böylece gerçek problemlerden başka yana çekilir...”
Duverger’nin evrensel nitelikteki şu sözü de sanırım yine tam olarak da ''Yeni Türkiye'’yi anlatır: ‘’Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar.’’
Sonuç
Meclis Genel Kurul Salonu’nun duvarında yazılı ‘’Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’’ sözü mevcut anayasada ve uygulamalar neticesinde duvarda bir dekor olarak kalmıştır.
Hukuk devletinden, liberal, çoğulcu ve parlamenter demokrasiden uzaklaşan, TBMM işlevsizleşen, etkisizleşen ‘’Yeni Türkiye’’ mevcut haliyle ‘’Eski Türkiye’’nin çok çok gerisine düşmüştür. Ve daha birçok karakteristik özellikleriyle ''Eski Türkiye'', ‘’Yeni Türkiye’’den çok çok daha fazla demokrasi vaadetmektedir.
Madem Duverger ile söze başladık, yazımı yine onun evrensel nitelikte bir sözü ile bitirmek istiyorum:
’'Adaletin olmadığı bir ülkede herkes suçludur.’’
Arz ederim.
Osman AYDOĞAN