15 Mayıs 2020
Madem hikâyelere daldık, devam edeyim o zaman... Bu sefer de eski zamanlardan kalma bir derviş hikâyesi:
Bir derviş hikâyesi
Tekkesinde okuduğu, yaşadığı, öğrendiği ve fark ettiği hakikatlerin belli bir düzeye eriştiğini düşünen dervişlerden biri yollara düşer. Yıllar önce ayrıldığı dostlarını, akrabalarını, arkadaşlarını ve yeni simaları ziyaret edecek, onların ahval ve şeraitini seyredecek, gerektiğinde onlara öğrendiklerini aktaracak ve onlara doğru yolu gösterecektir.
Önce teyze mesabesinde görüp sevdiği, anne yarısı saydığı bir hanıma uğrar. Misafir kaldığı süreçte teyzenin hiç değişmediğini, yıllar öncesinin titizliğini koruduğunu görür. Titizlik ne kelime, hatta hamaratlık da ne? Takıntı derecesine gelmiş bir ev düzeni ve temizlik tutkusu! Çekyat köşesine konan kırlentlerin gülleri yukarı gelmeli! Sofrada kaşık ve çatallar askerî nizamda durmalı! Misafir varken çocuklar çıt çıkarmamalı! Hatta mümkünse çocuklu misafir alınmamalı ki yastıklar devrilmesin, minderler zedelenmesin!..
Teyzenin halini seyreden derviş kendi kendine mırıldandı: ''Titizlik fitili ile kendi cehennemini ateşlemiş, bir güzel yanıyor! Azap çektiği belli ama sebebinden habersiz… Acı çekiyor ama putunu kırması da kolay değil..''
Değerli bir büyüğünün sözlerini hatırladı: ''Herkesin kötü saydığı özelliklerimizi kabul etmek ve değiştirmek kolaydır. Ama asıl zor olan; iyi sandığımız, hatta bizi temayüz ettirdiğine, bize vasıf kattığına inandığımız özelliklerimizdir bizi Hak'tan perdeleyen !..''
Bu sözleri düşünürken teyzesine döndü: ''Teyze seni yormuyor mu titizlik? Çocuklar, temizlik, misafirlik yormuyor mu? Hem bunca titizlik kötü değil mi?..''
''Asla'' dedi teyze. ''Titizlik niçin kötü olsun? Hem Allah temizliği emrediyor. Rasulullah temiz olanları seviyor. Benim hiçbir aşırılığım yok, insanlar paspal ve pis!''
''İyi ama, bu titizlik seninle çocuklar ve misafirler arasına perde çekmiyor mu? Seni bazı kişilerden uzak tutmuyor mu? Onlar da Allah Kulu değil mi?'' diye sordu derviş.
Teyze anlayacak gibi değildi: ''Bak evladım, temiz ve düzenli olmayandan hayır gelmez. Öyle misafir olmaz olsun!.. Çocuk da çocukluğunu bilecek!.. Şımarık şeyleri hiç çekemem!..''
Derviş teyzesinden ayrılırken şunları yazdı güncesine: ''Temizlik ve titizliğin bir insanı cehenneme sokacağını söyleseler inanmazdım. Demek; iyi sandığımız şeyler perdemiz ve azabımız olabiliyormuş. Bu derece titiz olmasa, azıcık esnese, çocukları daha çok sevecek, daha çok insanın gönlüne girecekti teyzem. Ama O, kendi dünyası ve kuralları ile yalnız yaşamayı seçmişti. Cehennem gibi bir yaşam olduğunu fark edemeden!''
***
Bir başka dosta yol uğrattı. Geniş bir çevresi, hatırı sayılır çalışmaları, emekleri vardı. Tecrübeliydi. Büyüktü. Saygındı. Saygınlık bekliyordu. Beklediği şeyler olmadığında köpürüyor, bir şekilde ortamı geriyor, etrafına çekilmezlik çemberi örüyordu. Hep yanlış yoldaydı insanlar. Oysa O doğrusunu öneriyor ama en yakınları bile takmıyordu.
Sabırla dinledikten sonra derviş söze girdi: ''Acaba hiçbir şey beklemeseniz insanlardan nasıl olur? Hatta saygı bile beklemeseniz! Nasılsa görmüş geçirmişsiniz. Bırakın anlamasınlar. Bırakın saymasınlar. Siz biliyorsunuz ya, yetmez mi?''
''Yetmez!'' dedi O Büyük, ''Yetmez! Saygı olmadan edep olmaz, edep olmadan da mesafe alınmaz.''
Derviş: “İyi ama bakın bu durum sizi üzüyor farkında mısınız?..”
''Ben onlara üzülüyorum, hakikati görmüyorlar diye'', dedi öteki.
Derviş biraz daha ileri giderek: “Onların hakikati görmemesi mi, yoksa beklediğiniz saygıyı göstermemeleri mi sizi üzüyor?.. Bunu iyice düşündünüz mü?..”
Ummadığı bir şey oldu. Epeydir görüştüğü o dost volkan gibi patladı: ''Ukalalık istemez!... Sen giderken biz geliyorduk. Senin yaşın kadar benim rahle-i tedrisim var, anlıyor musun?..''
Derviş usulca müsaade istedi… Bu dostunu da ilim ve emek kılıfı geçirilmiş beklenti cehennemi yakıyordu. Yanmasın isterdi ama O bunda ısrarlı ise ne yapabilirdi ki?..
***
Son olarak bir gençle çay içimi oturacaktı. Delikanlının sorunları vardı. Gençler nasihati ve tecrübeyi pek takmaz ama anlaşılmak da isterlerdi. Genç, hayal ve ideallerden bir dünya kurmuştu kendine. Öylesine uçuk, öylesine gerçek dışı idi ki hayalleri; günün birinde yıkılacak, yıkıldığında da acı çekecekti. Onu da sabırla dinledi derviş. Her derdine hak verdi.
Kendisine sıra gelince cümleleri özenle seçerek söze girdi: ''Gençsin, idealistsin, haklısın ama Allah sisteminde uçuk hayallere ve ideallere yer yok. Sistem işliyor. Sistemin kurallarına uyar ve mekanizmayı kavrarsan acı çekmez, hedeflerine de bir bir varırsın Allah’ın izni ile…''
Daha sözünü bitirmemişti ki genç patladı: ''Bana o kavramlarla ve öyle yazıp konuşanların ağzı ile anlatma! Sevmiyorum!.. Sistemmiş, mekanizma imiş, sünnetullahmış açmaz beni!..''
''Kişiyi bırak, sana açtığı yola ve ilme, manaya bak!'' dedi ise de dinletemedi.
Bu genç de özden çok kişilere, kavramlara takmış, kavram ve kişilerden bir cehennem tutuşturmuştu. Derviş usulünce vedalaşıp oradan da ayrıldı.
***
Tekkesine döndüğünde olanları mürşidine anlattı derviş: ''Efendim, âlemi bir dolaşayım dedim. İnsanlar kendilerine cehennem kurmuşlar. Ateşten çıkmaları an meselesi. Ufak bazı noktaları bir görseler dünyada cennet yaşayacaklar. Ama hiçbirine gösteremedim. Onları ateşten çıkaramadım efendim. Bitkinim ve çok üzgünüm.''
Mürşidi uzun uzun baktı gözlerine.
Büyükler kısa ve öz konuşurdu. O da öyle yaptı:
''Demek bizim küçük derviş hidâyet dağıtmaya soyundu öyle mi?.. Hidâyeti kim verir derviş?..''
''Allah efendim, sadece Allah!..''
''Öyleyse?...''
Derviş bir süre suskun kaldı... Başını öne eğdi, gözlerini yere dikti... Sonra da yavaş bir sesle:
''Anlıyorum Efendim bağışlayın!..''
''Seni Allah bağışlasın. Haydi geç hücrene de iyi bir tövbe et, sonra gel bugünkü Kur’an dersini ver!..''
Derviş hücresine geçti. Abdestini aldı, seccadesine oturdu ve tövbe etti Rabbine.
Gözlerinden iki damla yaş süzülürken şöyle niyaz ediyordu derviş: ''Nâr da senin nûr da!.. Cennetin kadar cehennemin de güzel… Bağışla beni sistemine kafa tuttum! Sadece dostlarım yanmasın, kurtuluversinler istemiştim. Hidâyet sendendir. Nâra seçtiklerin de, nûra seçtiklerin de güzel… Ben kimim ki?... N’olur bağışla!'' (Alıntıdır)
Hikâye bu kadar...
Hidâyet nedir? Hidâyeti kim verir?
Hidâyet, İslam dini terimidir. . Hidâyet; Hakkı hak, batılı batıl olarak görüp doğru yola girmek, doğru yola ulaşmak, dalâletten ve batıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek anlamındadır. Kur’an’ı Kerim’de birçok ayette yer alır. Bu ayetlerden bir kısmı şu şekildedir:
‘’Rabbimiz, her şeye bir özellik veren, sonra da hidâyet edendir (doğru yola eriştiren) (Taha, 50)
‘’Allah, dilediğini doğru yola hidâyet eder, iletir.’’ (Bakara, 213)
‘’Dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de hidâyet eder. (doğru yola, İslamiyet’e kavuşturur.) (Fatır, 8)
‘’Allah, dilediğine hidâyet verir. (İslamiyet’e ulaştırır), dilediğini dalâlette bırakır.'' (İbrahim, 4)
‘’Gerçek hidâyet Allah'ın hidâyetidir.'’ (Bakara, 120)
“Şüphesiz hidâyet, Allah’ın hidâyetidir.’’ (Ali İmran, 73)
Bu ayetlere göre hidâyet Allah'a mahsustur. Hidâyete sadece ve sadece Allah erdirir.. Kullara mahsus bir şey değildir...''Allah hidâyete erdirsin'' duası; ''Allah doğru yola yöneltsin ve doğru yol üzerinde sabit kılsın, gerçek kurtuluşa ve feraha eriştirsin'' manasında bir duadır...
Hayrın ve şerrin Allah'tan olması cihetiyle, insanları hidâyete erdiren ve dalâlete düşüren de ancak O'dur. İnsanlar birbirinin hidâyet ve dalâletine örnek davranışlarıyla sadece vesile olurlar.
Hidâyet vermek sadece Allah'a mahsustur, sadece Allah’a aittir. İnsanlar kimseye hidâyet veremez...
Ve günümüz...
Ama heyhat ki heyhat!
Etraf, ne yazık ki kendisini Hüdâ yerine koyup insanlara hidâyet vermeye kalkan, topluma kendi ilkel ahlâk anlayışını ve kendi ilkel davranış kalıplarını dayatmaya çalışan, bu yönde baskı yapan ham ervahla, gafil sofularla ve çiğ siyasetçilerle doludur…
Yüce Allah onları da hidâyete erdirsin!
Osman AYDOĞAN