• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam485
Toplam Ziyaret3153993

Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim?

Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim?

Osman AYDOĞAN, 22 Mart 2016

Çoğumuzun anımsamadığı '‘garip’' akımında yer alan ve gerçekten de garip kalan ve nev'i şahsına münhasır, unutulan çok önemli bir şairimiz var; Asaf Hâled Çelebi…

Şiirlerinden birisinin adı da; İbrâhîm

ibrâhîm

içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı

ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim

Eserleriyle geçmiş ve gelecekle, hikâyeler, efsaneler ve masal âlemi arasında bağ kuran Asaf Hâled Çelebi’nin "İbrahim" şiirinde putları kıran Hz. İbrahim aracılığı ile Divan Edebiyatındaki sevgiliye, kadir kıymet bilmeyene, anlamayana, unutana, düşünmeyene, vefasıza, hayırsıza, namerde, muhannete ve haksızlık edene ve zalime gönderme yapılarak "gönlü put sanıp da kırandan" şikâyet edilir;

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı

İbrahim
gönlümü put sanıp da kıran kim

Söz konusu şiirde söz edilen Hz. İbrahim, Bâbil'de puthaneye giderek en büyüğü dışındaki bütün putları kırar. Putları kırdığı baltayı da büyük putun bileğine asar. Bu Bâbil’in en büyük tanrısı Marduk, yani Güneş Tanrısıdır. Kavmi döndüğünde durumu görünce onu sorgular. İbrahim, büyük putun diğerlerini kırdığını, bunu ona sormaları gerektiğini söyler. Kavmin ileri gelenleri, putların konuşamayacağını belirtmesi üzerine onlara, konuşamayan o nesnelere niye taptıklarını sorar. Cezalandırılmak için ateşe atılan İbrahim, ateşte yanmaz, ateş gül bahçesine döner.

Bu olay Kutsal Kitap Kuran’da Enbiya Suresinde anlatılır; ‘’Biz de dedik ki: Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." (Enbiya Suresi, 69-71)

Osmanlı hükümdarlarına ‘’Sultan’’, Mısır krallarına ‘’Firavun’’ dendiği gibi Bâbil krallarına da ‘’Nemrut’’ genel adı verilir. İnşa ettirdiği ünlü asma bahçelerle tanınan Bâbil hükümdarı Nemrut Buhtunnasır’ın diğer adı Nebukadnezar veya Batı’da bilinen adıyla Nabucco’dur. (M.Ö. 605-562). Onun üç kişiyi Bâbil'de Dora ovasına diktirdiği altın puta tapmadıkları için ateşe attırdığı, ancak onların yanmadıkları rivayet edilir. Bunlardan birisi Hz. İbrahim’dir.

Şiirde bahsi geçen ve Buhtunnasır’ın inşa ettirdiği asma bahçeler Bâbil'in çorak Mezopotamya çölünün ortasında, ağaçlar, akan sular ve egzotik bitkilerin bulunduğu çok katlı bir bahçedir.

Söylentiye göre Nebukadnezar, bu yapıyı sıla hasreti çeken karısı Medes kralının kızı Semiramis için yaptırmıştır. Söylentiye göre Mezopotamya’nın düz ve sıcak ortamı onu bunalıma itmiş, kral da karısının hasretini sona erdirmek için yapay dağların olduğu, suların aktığı yemyeşil bir bahçe yaptırmıştır. Bu yüzden bazen Semiramis'in asma bahçeleri olarak da anılır. Bâbil'in asma bahçelerinin günümüze gelen kesin izleri yoktur. Fakat bölgede araştırma yapan arkeologlar, Bâbil'deki sarayın kuzeydoğusunda görünüşü garip olan temel ve tonozlar buldular. Bunların Bâbil'in asma bahçelerine ait olduğu düşünülmektedir. Irak işgalinde bu asma bahçelerden kalan son kalıntılar da Amerikan tanklarının paletleri altında yok edilmiştir…

Asaf Hâled Çelebi’nin "İbrahim" şiirinde mitolojiden faydalanılarak "zamansız bahçeleri kucaklamak" ifadesiyle Hz. İbrahim'in cezalandırılmak için atıldığı ateşin dönüştüğü gül ve Buhtunnasır'ın yaptırdığı asma bahçelere gönderme yapılır. Söz konusu yerler maddîdir ve yok olmuştur. Burada şairin öteki âlemde mevcut sonsuz ve sınırsız bahçelerde yaşama arzusu dile getirilir.

Şiirde ismi geçen Bâbil hükümdarı Buhtunnasır (Nebukadnezar - Nabucco) karısının hatırına Bâbil'in asma bahçelerini inşa ettirmesinin yanı sıra özellikle tapınaklar, yollar, sulama kanalları yaptırmıştır. Buhtunnasır (Nebukadnezar - Nabucco) Kudüs'ü ele geçirerek (M.Ö. 587) halkını tutsak edip Bâbil'e götürmüş, Yahudi devletini ortadan kaldırıp Kudüs´teki Hazreti Süleyman Mabedi'ni yıkarak Bâbil Devleti’ni Suriye'den Mısır'a kadar genişletmiştir.  Böylece Buhtunnasır, tüm Ortadoğu'yu (ilk, tek ve son olarak) birleştirmiştir.

O zamanki Kudüs’ten Bâbil’e yapılan bu sürgünden dolayı bugün hala Irak’ta Yahudi asıllı Arap ve Kürtler vardır. Günümüzde de İsrail bu Yahudilerden kalanları aramaktadır…

Rivayete göre Nebukadnezar, bir rüya görür ve kâhinlerini çağırıp rüyasını tabir ettirmek ister ancak rüyasını hatırlamamaktadır. Kâhinler hem Nebukadnezar’in ne rüya gördüğünü bilip hem de tabir edecekler veya öleceklerdir. Semâvî dinlerin tümünde peygamber olarak kabul gören, İsrâiloğulları'na gönderilen peygamberlerden olan Hz. Danyâl (İngilizce kaynaklarda adı "Daniel" olarak geçer), bu imkânsız görünen işi yapar ve kâhinleri kurtarır.

Bizler genellikle pek dikkat etmeyiz ama çağımız semboller çağıdır; başlı başına Yahudiliği anlatan meşhur Hollywood filmi Matrix Reloaded, tıpkı birinci Matrix filmi gibi baştan sona kadar sembollerle donatılmış bir filmdir. İçinde saklanmış semboller, fark edilmeden ve bunların tekabül ettiği şeyler düşünülmeden seyredilirse, ancak bir sürü saçmalıkla doldurulmuş Hong Kong malı kung-fu filmlerinden bir tanesi daha seyredilmiş gibi olur. Öte yandan semboller tespit edilip, üzerlerinde kafa yorulmaya başlanırsa, filmin aslında anlatmaya çalıştığı pek çok şey olduğu fark edilecektir.

Matrix, işte Nebukadnezar'ın bu rüyası üzerine kurgulanmıştır. Filmin kadın oyuncusu Trinity vurulunca dehşetle uyanan Neo, bunun bir rüya olduğunu anlar. Uykudan uyanan Neo’nun filmde bindiği geminin adı da Nebukadnezar'dır. Seçilmiş kişi (the one) aslında rüyasında gelecekte olacakları görüyor. Filmin sonunda gemi (ismi Nebukadnazer'di) patlatılarak batırılır. Bu bir bakıma Yahudilerin Bâbil'den ve Nebukadnazer'den aldıkları sanal bir intikamıdır.

Tevrat’da 97 kez Nabukadnezar’ın ismi geçer. Yahudiler Nebukadnezar'ı asla unutmadıkları gibi, Bâbil'den intikam almaktan da asla vazgeçmediler. Bu umutlarını şiir ve edebiyatlarına da yansıttılar. İşte bunlardan biri;

‘’Bâbil'in nehirlerinin kenarında oturduk ve Sion'u andıkça ağladık.
Oradaki söğütlerin dallarına çalgımızı astık.
Çünkü orada bizi sürgün edenler bizden şarkılar istemişti.
Ve bize acı verenler, azap edenler bizden eğlence istemişti.
Sion şarkılarından birini okuyun bize demişlerdi.
Bâbil topraklarında Tanrı'nın şarkıları nasıl okunur ki?
Eğer unutursam seni ey Yeruşalim sağ elim çalmayı unutsun.
Eğer seni anmazsam,
Eğer Yeruşalim'i en büyük sevincimden üstün tutmazsam.
Dilim kurusun, damağıma yapışsın.
Onu temeline kadar yıkın, yıkın diyen Edomoğullarına karşı,
Hatırla Yeruşalim gününü Ey Tanrım.
Ey sen harap olası Bâbil kızı, bize karşı yaptığın,
Karşılığını sana verecek olana ne mutlu,
Senin yavrularını tutup da, kayaya çarpacak olana ne mutlu.’’

Bu şiirde bahsi geçen Sion, Kudüs'ün eski adıdır, Siyonizm de bu kelimeden gelir. Aynı zamanda Kudüs’te Yahudilerin kurduğu ilk kaledir. Tevrat’ta ise Kudüs’ün doğu tepesine verilen addır. Matrix filminde de insanlığın son kalesinin ismi olması da tesadüf değildir.

Bu şiirde bahsi geçen Yeruşalim; Batı’daki ismiyle Jarusalem, Doğu’daki ismiyle Kudüs’tür, Kudüs'ün İbranice'deki karşılığıdır, dindar Yahudiler, Kudüs’ten bu şekilde bahsederler. Yine şiirde bahsi geçen Edomoğulları ile Hıristiyanlar kastedilmektedir.

Bizlere Irak savaşından da tanıdık gelecektir bu Nabukadnezar ismi. Saddam'ın tugaylarından birinin adı da Nebukadnezar'dı. Diğer bir tümenin adı da Hammurabi tümenidir. Saddam'sa kendini Bâbil ve Nabukadnezar ile bağdaştırıyordu.  Tüm Ortadoğu'da tek devlet düşüncesindeydi. Sonunda Saddam Hüseyin iktidara geldiğinde, 2590 yıl sonra, ne tesadüf; Abraham tankları, Nebukadnezar ve Hammurabi tümenlerini savaşmadan bozguna uğratır. Eski Bâbil toprakları işgal edilir. İlk, Bâbil Kızları dedikleri Müslüman kadınlar öldürülür, evleri bombalanır, onlara tecavüz edilir, katliamlar yapılır. ‘‘Öldürme’’ diyen on emirden biri olan emir Yahudilerin kendi aralarındaki bir düzenlemedir. Yoksa Tevrat’da kendilerinden olmayan kadın, çocuk demeden çok sayıda gerektiğinde öldürme, katliam yapma emirleri vardır.

19. yüzyıl İtalyan operası ekolünden gelen en ünlü İtalyan besteci  Giusepper Verdi (1813-1931) ilk büyük başarısını elde ettiği bestesi Nabucco adlı eserinde Yahudiler’in Bâbil’e sürgün edilmelerini konu alır. 

Biz de Orta Asya’dan gelip ülkemizden geçerek Avrupa’ya gidecek doğal gaz boru hattına hiç de Orta Doğu’dan geçmemesine rağmen bu isme balıklama atlayarak Nabucco ismini veririz; anlaşmanın yapıldığı günün akşamı ilgili ülkelerin enerji bakanları Verdi’nin Nabucco Operasını dinledikleri içinmiş!!!

Yoksa Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi Nabocco’nun ülkesinin doğalgazını batıya ulaştıracaktı da bunun için mi bu ad verildi? Öyle ya, Nabucco’nun ülkesinin milyonlarca metreküp tutan doğal gazı Batı’ya nasıl taşınacaktı ki??? Orta Asya gazının Nabucco ile ne ilgisi vardı ki???

Einstein; ‘'Toplumlar, hiç ölmeyen ancak sürekli öğrenen tek bir insan gibidir'’ der…

Hani; hayat ileriye doğru yaşanılır, ancak geriye doğru anlaşılırmış ya. Sanki günümüzdeki bizleri anlatırcasına Goethe de; ‘’Üç bin yıllık geçmişini anımsamayan, sorgulamayan toplumlar günübirlik yaşarlar’’ der. Görüldüğü gibi kimse üç bin yıl öncesini unutmuyor ama vazgeçtim üç bin yılı, üç yüz yılı, son yüzyılı, son yılı, biz dünü unuttuk dünü…

Biz unutkan bir milletiz; bize yapılan her şeyi unuttuk.

İnsan olarak yapmamız gerekenleri unuttuk, sırayı, saygıyı, sevgiyi unuttuk, kadri-kıymeti, emeği, değeri unuttuk. Tamahkâr olduk, şükran duygusunu unuttuk…

İşgal edilen devlet arazilerini, mafyayı, bankaların hortumcularını, hayali ihracatçıları, affedilen canileri, hırsızları, yağmacıları, talancıları, gaspçıları unuttuk.

Biz unutkan insanlarız; üzerimize oynanan oyunları unuttuk.

Geçen yüz yılın başlarındaki karanlık yılları, kan, ateş, felaket ve ihanet yıllarını unuttuk. Biz unutkan insanlarız; açlığı, kıtlığı, Fahrettin Paşa'yı, kızıl çekirgeyi unuttuk. Sarıkamış’ta bir gecede düşmana tek mermi atmadan kar çiçekleri gibi donarak ölen on binlerce vatan evladını unuttuk.

Çanakkale’yi unuttuk. Devletin bekası için 250.000’den fazla gencecik insanımızı yitirdiğimiz Çanakkale’yi unuttuk. Bugün gidip piknik yapıp geliyoruz. Çanakkale’yi unuttuk. Ermenilerin bizi katlettiğini, Yunanın Anadolu’yu işgal ettiğini, Kıbrıs’ta katledilen soydaşlarımızı, bize haksız yere konulan ambargoyu unuttuk. Kıbrıs’ı unuttuk Kıbrıs’ı. Hani Türkiye’nin çıkarları Anadolu’ya hapsedilemezdi, hani bizim kırmızı çizgilerimiz vardı; Kerkük’ü unuttuk Kerkük’ü…

Uzaklardaki ABD’nin, AB’nin bacaklarına sarıldık, kendimizi, ulusal çıkarlarımızı, yakın çevremizi unuttuk. Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de emperyalistlerin, Haçlı Ordusunun eşbaşkanlığını yaptık, ilk antiemperyalist mücadeleyi yapan bir ulusun torunları olduğumuzu unuttuk.

Vahşi kapitalizmin kollarına atıldık, sosyal devleti unuttuk. Metafiziğin dipsiz kuyularına daldık, bilimi unuttuk. Türkiye’de Türkçeyi unuttuk. Bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu unuttuk, kurucusunu, ilkelerini, devrimlerini unuttuk. Ulusal egemenliği, bağımsızlığı, onuru, gururu unuttuk. Tarım ülkesi ülkemizde insanlarımızı beslemeyi, tarımı, hayvancılığı, üretimi unuttuk. Yüreğimizi yakan, yavrularımızı kıran, evlerimizi yıkan depremleri unuttuk.

Biz unutkan bir milletiz; hep kanları yerde kalmayacak dedik, katledilen gencecik askerleri, polisleri, öğretmenleri unuttuk, Doğu’yu, Güneydoğu’yu unuttuk.

Unuttuk, unuttuk, unuttuk…

Terör örgütü liderine ‘’sayın’’, şerefli ordumuzun genelkurmay başkanına ‘’terörist’’,  şehitlerimize ‘’kelle’’ dediler; unuttuk. Sahte ve uydurma belgelerle, terör örgütü yöneticiliğinden bozma gizli tanıklarla şerefli ordumuzun kahraman askerlerine Ergenekon, Balyoz diye pusular kurdular, o pusuları mahkemelerde, o masum kahramanları zindanlarda unuttuk…

Bizler unutkan milletiz…

Daha dün, kaç ay geçti, daha dün 17 Aralık’ı unuttuk, ayakkabı kutularındaki, elbise torbalarındaki, çikolata kutularındaki dolarları euroları unuttuk. Bakanlara verilen rüşvetleri, nazır mahdumlarının kurduğu vakıflara “bağışlanan” yüz milyonlarca dolarları, evlerindeki para kasalarını, para sayma makinelerini, istiflenen ve sıfırlana sıfırlana bitirilemeyen kaynağı belirsiz paraları, getirdiği 10 milyon dolar az bulunduğu için “kucağa oturtulacak” işadadamlarını, bakanlarla el ele verip milletin anasını belleyeceğini söylemeye çekinmeyen müteahhitleri, medya satın almak için kurulan havuzları, 700 bin TL değerindeki rüşvet saatlerini, rüşvet umrelerini, yandaşa peşkeş çekilen devlet mallarını unuttuk!

Dünü unuttuk dünü…

Zonguldak’taki, Armutçuk’daki, Kozlu’daki, Yeni Çeltek’teki, Gelik’teki, Sorgun’daki, Karadon’daki, Soma'daki, ermenek'teki özele peşkeş çekilen karaelmas şehitlerini unuttuk. Bir bedavaya peşkeş çekilen torba yüzünden karaelmasın nasıl çıkarıldığını unuttuk…

Bütün bu anlattıklarımı unuttuğumuz gibi, kumpasçıların zindanlarında masum yatan kahraman subayları unuttuğumuz gibi hiç merak etmeyin daha dünkü Ankara ve İstanbul'daki  patlamaları, bu patlamalarda ölen yüzlerce masum insanı unutacağız, daha dündü, dün, dün, dün, hem de hemen, yarın unutacağız hiç merak etmeyin hem de müsebbiplerini, ihmalcilerini, teröristlerle yapılan Oslo görüşmelerini, Oslo müzakerelerini,  Dolmabahçe'de kurulan masaları, çözüm süreci diye teröristlerin şehirlere, kırsala mühimmat ve silah yığmalarını bilerek göz yumanları, teröristlerle kol kola fotoğraf verenleri, teröristlere gönderilen tırlar dolusu mühimmatları, bu mühimmatları gönderenleri, Suriye'nin iç işine karışanları, İŞİD'e öfkeli gençler diyerek İŞİD'i masum çıkarmaya çalışanları, İŞİD'e İŞİD bile diyemeyenleri aklayarak, hesap bile soramadan, temize çıkararak unutacağız…

Goethe; ‘’Üç bin yıllık geçmişini anımsamayan, sorgulamayan toplumlar günübirlik yaşarlar’’ diye söylemişti ya; günübirlik yaşamaya devam Türkiye’m…

Bir şiirden (İbrâhîm) ve bu şiirde geçen bir isimden (Buhtunnasır) yola çıkarak nerelere geldik. Aslında ben diyecektim ki, Asaf Hâled'in ‘'İbrâhîm’' şiirinin son dizesinde olduğu gibi; ‘'gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim????'’

Kim, kim, kim???

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz