Tamburi Cemil Bey
30 Ekim 2016
Arka arkaya ‘’Mahur Beste’’den, ‘’Mahur Beste’’ vesilesiyle Türk musikisinden ve Yahya Kemal Beyatlı’dan bahsedince ve Yahya Kemal’in "çok insan anlayamaz eski musikimizden / ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden" sözüne yer verince zihnim beni Tamburi Cemil Bey’e götürdü… Neden Tamburi Cemi Bey? Bu soruyu yazımın sonuna bırakıp Tamburi Cemi Bey’i anlatayım…
Tamburi Cemil Bey hakkında yazılan eserler
Büyük tambur üstadı Tamburi Cemil Bey’in (1873 - 1916) ölümünün 100. yılında, Eylül 2016’da güzel bir kitap yayınlandı reklamsız, tantanasız ve sessizce Lütfiye Aydın tarafından: ‘’Dehanın Sesi, Tamburi Cemil Bey’in Romanı’’ (Remzi Kitapevi, 2016)
Bu kitap için yazarı Lütfiye Aydın şöyle diyor: ‘’Bu kitap elbette ne biyografi, ne tarih, ne de bir müzik kitabı… Alışılmışın dışında bir roman yalnızca... Bütün kaygılarıma karşın, yakın geçmişte yaşayan gerçek bir değerimizi, ölümünün 100. yılında roman kahramanına dönüştürerek, hem duygusal hem de düşünsel evrenini anlatmaya çalıştığım, bunun için de yıllarımı verdiğim için bile kendimi mutlu sayıyorum. ‘’
Yazar bu kitabında ayrıca Cumhuriyet döneminin ilk yılları ile 1930’ların sanat dünyasından kesitlerle Tamburi Cemil Bey’in oğlu olan Mes’ud Cemil Tel’in Nâzım Hikmet’le dostluğunu da anlatır.
Cemil Bey’in oğlu olan Mes’ud Cemil’in de babasını anlattığı güzel bir kitabı var: ‘’Tamburi Cemil'in Hayatı’’ (Kubbealtı Neşriyatı, 2016)
Bir de yazar Beşir Ayvazoğlu, 1930'ların sanat, edebiyat ortamı ile toplumsal hayatını anlattığı ''Ateş Denizi'' (Kapı yayınları, 2013) adlı romanında Tamburi Cemil Bey'in biyografisini yazmaya çalışan roman kahramanını anlatırken hem Tamburi Cemil Bey'i tanıtır hem de Osmanlı'’dan Cumhuriyete geçişin sancılarıyla yüklü bir Türkiye tarihini de anlatır.
Bunlardan başka Tamburi Cemil Bey’in öğrencileri arasında bulunan önemli müzik adamlarımızdan Refik Fersan Bey’in Murat Bardakçı tarafından yayınlanan hatıratında (Refik Bey, Refik Fersan ve Hatıraları, Pan Yayıncılık, 2012) da Atatürk’ten Tamburi Cemil Bey’e pek çok kişiyle ilgili gözlemler, anılar, hatıralar yer alır.
Ayrıca Ahmet Hamdi Tanpınar da ‘’Beş Şehir’’ (Dergâh Yayınları, 2001) adlı kitabında Tamburi Cemil Bey’den bahseder.
Tamburi Cemil Bey
Tamburi Cemil Bey 1873 yılında İstanbul'da doğar. Müzik aleti çalmaya karşı ilgisi on yaşlarında keman ve kanun ile başlar. Daha sonra başladığı ve ismi ile bütünleşen tambur sazı ile ustalık derecesine ulaşır. Tamburi Ali Efendi'nin de öğrencilerindendir. Hatta Ali Efendi'nin, Tamburi Cemil Bey’i dinledikten sonra "eline bir daha tambur almayacağını" söylediği rivayet olunur. Tamburdan başka, klasik kemençe, lavta ve viyolonsel gibi sazları aynı ustalıkla icra ederek başlı başına bir ekol sahibi olur. Müzik aleti çalmakta erişilmez bir mertebeye yükselen Cemil Bey aynı zamanda çok iyi bir bestekârdır.
Cemil Bey, Türk musiki tarihinin en büyük tambur virtüözüdür. Eline aldığı herhangi bir sazı da kısa bir müddet sonra çalabilmektedir. Cemil Bey tambur sevgisini şöyle anlatır: "... bir müddet keman çaldım, bunun sodasını acı buldum. Bir müddet de kanun çaldım, akordundaki müşkilat sebeb-i terk oldu. Nihayet tamburda karar kıldım. Bu asil ve rengin saz üzerinde işlediğim nağmatı icra ettikçe hissiyatıma küşayiş gelir, hayalim genişler, acı teessürlerim bir müddet içün olsun benden uzaklaşırdı."
Ölmeden önce oğlu Mes’ud Cemil için, "duyarak çalarsa bedbaht olur, duymadan çalarsa müziği bedbaht eder" diyerek müzisyenin tamamen kafasındakini ellerine dökebilmesinin bedelini anlatır.
Cemil Bey kendine has icra biçimleri ile alaturka müzikle klasik Batı müziğini birbirine yakınlaştırır. Yani gelenekten yepyeni şeyler çıkarır. Yenilikçi, öncü bir sanatçıdır. Bu nedenle Tamburi Cemil Bey, müziğin Doğu’ya açılan ihtişamlı kapısıdır.
Tamburi Cemil Bey konserinde Alman İmparatoru II. Wilhelm
Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'u ziyaretinde Cemil Bey onun şerefine bir konser verir. Konserde bir parça çalar. Alman İmparatoru buna bayılır. Tekrar çalmasını rica eder. Herkes birbirine bakar o an. Gülümserler. Cemil Bey Alman İmparatoru'na ''bunun bir tuluat olduğunu, tekrar çalmasının mümkün olmadığını'' söyler...
Tamburi Cemil Bey’in elini öpen bir Fransız kadın
Girişte bahsettiğim Refik Fersan Bey’in hatıratında Cemil Bey ile ilgili olarak şu iki hatıra anlatılır: (s.104,105)
‘’Tamburi Cemil Bey idaresinde musıki heyeti Bebek’teki Hekimbaşı Behçet Efendi’nin yalısında haftada iki gece çok seçkin konuklara yönelik icra sunarlarken sıra dışı bir olay yaşanır. Sultan Abdulhamid’in kuyumcubaşısı Jak Harunaçi’nin Fransız eşinin de bulunduğu ortamda konuklar üstattan evvela klasik kemençe ile bir taksim ve ardından tambur ile Tahirbuselik Peşrev’ini icra etmesini dilerler. Üstat mükemmel taksim icrasının arasına yeri geldikçe garp nağmeleri ile vals yerleştirerek mevcut seçkin konuklarını adeta büyüler. İlk kez alaturka musiki ile muhatap olan ve evvela ilgi göstermeyen Fransız kadın zaman sonra, üstadın dinleyeni içine doğru çeken tılsımlı icrası neticesinde giderek büyülenir. Perdesizliği gerekçesi ile ses sınırları olmayan ve yerleşik, sınırlı ses aralıklarına alışkın bir Batılının o vakte kadar hiç karşılaşmadığı müzikal aralıklara kapı aralayan klasik kemençenin hüzünlü nağmeleri karşısında Harunaçi’nin Fransız eşi dayanamaz ve gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlar. İster icra ettiği enstrümanların taşıdığı hüznü yaşayan diyelim, ister zaten hüzünlü bir mizaca sahip kişiliği sayesinde içindeki hüznü parmaklarını değdirdiği enstrümanlara geçiren diyelim, Tamburi Cemil Bey’in taksimi bittiği zaman, ömründe ilk kez alaturka musiki dinleyen bu Batılı genç hanım yerinden fırlayıp üstadın ellerini öper.’’
Tamburi Cemil Bey çalmış bülbül dinlemişti.
Refik Fersan Bey’in hatıratında yer alan Cemil Bey ile ilgili olarak anlatılan bir diğer hatıra da şudur:
‘’1908 ilkbaharının mehtaplı, sakin bir gecesi idi... Göztepe’deki köşkümüzün bahçesinde feryâd eden bülbülün nağmeleriyle mest olan hocam Tamburi Cemil Bey, içinden gelen büyük bir tehâlük ve iştiyakla kemençesine sarılarak, Segâh makamında bir taksime başlamıştı. Bir taraftan bize oldukça uzakta öten bülbülün şakrak feryâd ve figânı, diğer taraftan ona cevap veren büyük dâhinin elindeki kemençenin hazin, muhrik (yakıcı) ve ilâhi nağme ve giryânı karşısında vecd ve istiğrak-ı âşıkâne (âşıkâne bir şekilde dalma, kendinden geçme) içinde mest-i lâ-ya’kıl (sızmış, sarhoş) kalan bizler, bilâihtiyar gözlerimizden dökülen yaşları zaptedemiyorduk. (...) İlahi nağmelerin teshiriyle biraz ötede öten bu sevimli hayvan yavaş yavaş bize yaklaştı... Altında oturduğumuz gül ağacının kemençenin tam karşısındaki dalının ucuna konmuş, artık ötmüyordu. Kemal-i sükûn ve huşû ile kemençe dinliyordu. Her taksimin sonunda gaşyolan (kendinden geçen) bülbül evvelâ hafif nüvazişlerle yalvarıyor, niyâz ediyor; bu temenni nazar-ı itibare alınmazsa canhıraş feryâdlara başlıyor, ağlıyor, tehdid ediyor, zorla ahenge devam ettirmek istiyordu. Cemil Bey gibi rakik ve merhametli bir sanatkâr bu âşık-ı şûrideyi (perişan aşığı), hem de bizleri tarife imkânı olmayan manevi bir hâlet-i ruhiyye içinde surûr ve şadmâniye gark etmişti...’’ Refik Fersan uzun anlatmış ama sözün kısası Tamburi Cemil Bey çalmış bülbül dinlemişti…
Yüzünde hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları vardı
Cemil Bey sağduyulu, genel kültürü geniş bir insandır. Terbiyeli, sessiz, çekingen, özel hayatında şakacı ve nükteli bir yaratılışı vardır. Türkçeyi güzel konuşur ve konuşacak ve çeviri yapacak kadar Fransızca bilir. Güzel yazı yazar, anlatmak istediğini de iyi ifade eder. Batı kültürü hakkında da bilgisi vardır. Kalabalığı sevmez, devamlı hüzünlü bir insan olarak yaşamıştır. Yüzünde hep hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları vardır. Bunu da eserlerine yansıtır.
Tamburi Cemil, 1901'de annesinin isteğiyle, Adile Sultan Sarayı'ndan arkadaşı Eflaknur Hanım'ın kızı Şerife Saide ile dünya evine girer. Şerife Saide Hanım, tıpkı Puşkin’in karısı Natalya Gonçarova gibi, tıpkı Heinrich Heine’nin karısı Mathilde gibi ne kıymet bilen, sanatçının değerini kavrayabilen, anlayabilen, idrak edebilen bir yapıda ne de naif ve ince ruhlu bu sanatçıya hitap edebilecek bir olgunluktadır. Ayrıca eşinin aşırı sevgisi, kıskançlığı ve musiki davetlerine gitmek istememesi nedeniyle de zor günler yaşamaya başlar. İçe kapanıklılığında, kendisini sosyal hayattan dışlamasında bu evliliğin rolü olduğu düşünülür. Sanatçının oğlu Mes'ud Cemil de bu evlilikten bir yıl sonra 1902'de dünyaya gelir.
Mes’ud Cemil kitabında şöyle bir hatıra anlatır:
"Saide Hanım, 1902 senesinde, karın pencerelere kadar yükseldiği bir kış gününde, kırk beş sene sonra bu satırları yazacak çocuğu büyük acılarla dünyaya getirdiği zaman, kocası yatağının kenarına oturmuş ve sormuştu: ‘Saide, sana biraz tambur çalayım mı?’ Doğum ıstırabından bitap düşen genç anne, lohusalık ateşiyle yanan gözlerini dehşet içinde açtı: ‘Hayır! İstemiyorum!’ Cemil Bey hafifçe kızarır; dalgın, karla örtülü pencereye doğru yürür.’’ Zaten içe kapanık olan Cemil Bey’in üstüne bir kapı daha kapanır!
Döneminde çok tanınır, sevilir... Padişahların huzurunda çalar, veliahtlara, sultanlara ders verir... Ama içine kapanık yapısı, prensiplerine bağlılığı ve sert kişiliği ile giderek yalnızlaşır. Bu nedenle ölümüne kadar derin bir yalnızlığın içinde kederli bir dünyada yaşar...
İnce ruhlu sanatçıya ince hastalık
Cemil Bey, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından askere çağrılır. Askerlik muayenesi esnasında verem olduğunu öğrenir... Yakın dostu doktor Hamid Hüsnü Bey'in sanatoryumda tedavi teklifini reddeder... Yakınlarının tedavi için İsviçre'ye gitmesi konusundaki ısrar ve isteklerini de geri çevirir.
Mes'ud Cemil Bey'in girişte bahsettiğim babası Tamburi Cemil Bey hakkında yazdığı üslup ve anlatım şaheseri biyografi kitabını okuduğunuzda görürsünüz ki - Mes’ud Cemil’in ifadeleriyle - Cemil Bey maderzâd bir müzisyen olmanın bütün husûsiyetlerini hâiz, Sultan Reşad'ın Muzika-i Humâyûn'un başına gelme teklifini reddedecek kadar dünyadan kopuk bir rindmeşreb, bir dilencinin söylediği türkünün notalarını yazmak için evden çıkıp peşine seyirten, sultan sofralarından ziyâde bitirim meyhânelerinde keyfini bulan, basit insanlarla eğlenmekten hoşlanan bir karakterdir.
Cemil Bey, ömrünün son yıllarında evinin bahçesinde bulunan ve "uzletgâh" dediği ayrı bir evde yaşamaya başlar.
Hastalık kısa sürede ilerler, önce birinde iken her iki ciğere de yayılır. Nihayet 1916 yılının Temmuz ayının yirmi sekizinci gününü yirmi dokuzuncu gününe bağlayan gece yarısından sonra eşini uyandırır: "Vakit geldi. Yirmi beş sene rindane yaşadım. Öldüğüme teessüf etmiyorum lakin sizin için bâd-ı i ızdırap oldum. Affediniz kendinize ve Mes’ud'a iyi bakınız" diyerek hayata gözlerini yumar.
Sanatçı, Temmuz 1916'da 43 yaşında öldüğünde cenazesine mahalle bekçisi dâhil 13 kişi katılır. Bu kadar gözden ve gönülden ırak dünyayı terk edip gider Cemil Bey işte. Cemil Bey öte dünyaya göçtüğünde oğlu Mes'ud Cemil henüz on üç yaşındadır... Mezarı Mevlanakapı’da, Merkezefendi Mezarlığı’ndadır dense de tıpkı Şükûfe Nihal gibi mezar yeri bile 1995 yılına kadar bilinmiyordu... Ancak 1995 yılında mezarı bulunarak üzerine bugünkü kabri yapılır. Mezar taşının üzerinde bir tambur kabartması resmedilir...
Cemil Ölürken
Nâzım Hikmet Ran’ın yanında büyüdüğü dedesi Nâzım Paşa dindar bir adamdır ve Mevlevi tarikatına bağlıdır. Konya valiliğinde bulunduğu sıralarda Nâzım da orada yaşıyordur. Paşa’nın evinde toplantılar düzenlenir, Mesnevi okunur, tasavvufi sohbetler yapılır. Nâzım da bu toplantılarda bulunur, gördükleri ve duydukları ona çok tesir eder. Çocukluk yıllarını paşa dedesinin konağında geçiren şair konaktaki gromofondan yükselen Cemil Bey'in nağmelerinden de ziyadesiyle etkilenir. Ve Nazım, geleneksel kurallar içerisinde yazdığı ilk dönem üslubunun örneği olan ‘‘Cemil Ölürken’’ isimli pek bir kimsenin bilmediği şiirini Cemil Bey'in oğluna, arkadaşı Mes’ud Cemil'e ithaf eder. Bu şiiri yazımın sonunda veriyorum....
Hippi Yahya Kemal nasıl bildiğimiz Yahya Kemal oldu?
Daha önce Avrupa’dan döndüğünde tam bir zamanın hippisi olan Yahya Kemal Beyatlı’yı da bildiğimiz ‘’Yahya Kemal Beyatlı’’ yapan Tamburi Cemil Bey idi…
Yahya Kemal 11 yıl Paris’te yaşar ve alafranga biri haline gelmiş olarak Paris’ten geri döner. Döndüğünde burada her şeyi Fransa ile mukayese eder ve en salaş dönemini yaşayan Osmanlı’nın hiçbir şeyini beğenmez. Bir toplantıda Tamburi Cemil Bey ile tanışır. Tamburi Cemil Bey’in taksimleri, müziği Yahya Kemal’i mest eder. Kendisi bu hadiseyi “O gün benim önümde altın bir kapı açıldı. Ben o gün memleketimin kültürüne döndüm” diye anlatır. Ve sonrasında Cemil Bey’in tutkulu hayranlarından olur.
Yahya Kemal Beyatlı Varşova’da iken karlı, hüzünlü bir havada Klasik Batı Müziği yerine Tamburi Cemil Bey’i dinleyerek ve o müzikle hem Avrupa’dan hem de yaşadığı çağdan uzaklaşır.
Yahya Kemal’in içinde Tamburi Cemil Bey'den bahsettiği ‘’Kar Mûsikîleri’’ isimli şiiri Türk şiirinde en iyi ''kar'' şiirlerinden birisidir. Yahya Kemal bu şiiri 1927 yılında yaşadığı Varşova`da büyükelçi iken kaleme alır. Bu şiiri de yazımın sonunda veriyorum...
Tamburi Cemil Bey’in manevi öğrencisi İhsan Özgen
Günümüzde bilenlerin kendisine Tamburi Cemil Bey’in manevi öğrencisi diye tanımladıkları ve Tamburu Cemil Bey kadar güzel çalan bir sanatçımız var: İhsan Özgen. Müzisyen, yazar ve ressam İhsan Özgen ‘’Peşrev ve Saz Semaileri’’ albümünde Tamburi Cemil Bey'in eserlerini düzenleyip eşsiz bir şekilde yorumlar. Bu albümde özellikle hicazkâr saz semaisi ve nevâ peşrevi yorumları olağanüstüdür. İhsan Özgen'in ‘’Ege ve Balkan Dansları’’ albümünde Tamburi Cemil Bey'in ‘’Çeçen Kızı’’ eserinin en iyi düzenlemelerinden birisi mevcuttur. İhsan Özgen’in ‘’Sanatı Yaşamak’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2009) adlı kitabı taksimleri kadar tarifsiz güzeldir.
O şafak vaktinin cihangiri idi
Yahya Kemal Beyatlı Cemil Bey için “O bir dâhidir, eğer o dâhi değilse, dâhi kimdir” der. Oscar Wilde'nin şu sözü Cemil Bey’i anlatır gibidir: “Toplum oldukça hoşgörülüdür. O her şeyi affeder, deha dışında”.
Bu nedenle Cemil Bey’i de unuttuk gittik. TV’deki yoz eğlence programlarına devam ta ki toplum yok olup gidene kadar!
Zaten;
"Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden"
diye derdi Yahya Kemal ‘’Eski Mûsikî’’ adlı şiirinde... Başka ne diyem ben!
Itrî'ye atfedilen cümleyi Tamburi Cemil Bey için aynen aktarıyorum: ‘’O şafak vaktinin cihangiri’’ idi…
Tamburi Cemil Bey hep mahzundu, hep mağmumdu, yüzünde her daim hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları vardı. Bu hüzün eserlerine de yansımıştır. Yüzyıllarda bir gelip geçen bir kuyruklu yıldız misali, sanat ufkumuzda bir anda belirip kayboluveren Tamburi Cemil Bey'in eserlerini yaşatabilirsek öte dünyada yüzü bir nebze olsun gülecektir diye düşünüyorum... Çiçero derdi zaten; ‘’ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir.’’
Rûhu şâd olsun....
Osman AYDOĞAN
Bir küçük not:
Bazı kaynaklarda ''Tanbur'' diye yazılır... Bu yazım şekli de doğrudur... Osmanlıcaya Arapça’dan geçen bir özellik olarak ''n'' harfi (nun) ''b'' harfinden (be) önce kapalı hece olarak bulunursa ''nb'' şeklinde yazılır fakat ''mb'' şeklinde okunur. Örneğin: penbe - pembe, çârşenbe – çarşamba, pençşenbe – perşembe ve tanbur - tambur gibi… Dolaysıyla ‘’tanbur’’ diye yazılır ancak ‘’tambur’’ diye okunur. Ancak TDK Yazım Klavuzu ‘’Tambur’’ diye yazıyor…
Tamburi Cemil Bey'in en bilinen eserleri:
Türk sanat müziğinin mihenk taşıdır Tamburi Cemil Bey. Bütün eserleri güzeldir ama ‘’Çeçen Kızı'’ bir başka güzeldir. Aşağıda bağlantısını verdiğim ‘’Çeçen Kızı’’ında tambur resmen konuşur, tambur ağlar, sanki tambur hüzünlü bir hikâye anlatır gibidir.
Tamburi Cemil Bey'in ‘’Çeçen Kızı ‘’ adlı eseri Yunanistan’ın Midilli Adası'nda ‘’Ta Ksyla’’ adı ile bilinmektedir.
https://www.youtube.com/watch?v=beb4tBI0fo4
İhsan Özgen, Çeçen Kızı:
https://www.youtube.com/watch?v=UyWiLvgmYe4
Hakan Güngör; Çeçen Kızı, Bulgarian National Radio stüdyo çekimleri:
https://www.youtube.com/watch?v=M0jJ1_ZcMQE
Tamburi Cemil Bey ‘’Çoban Taksim’’: (Bu taksimde kemençe ile öyle bir köpek ve kurt sesi verir ki sanırsınız ki bir köydesiniz, gece kurt ve köpek sesleri gelir...)
https://www.youtube.com/watch?v=yrYX93bEINM
Derya Türkan ve Özer Özel tarafından icra edilen ‘’ferahfeza saz semaisi:
https://www.youtube.com/watch?v=JO4aXpLc8AM
Tamburi Cemil Bey'i anlatan görsel yapımlar
Üstad Tamburi Cemil Bey’i anlatan Youtube bağlantılarını aşağıda veriyorum. Tamburi Cemil Bey’i daha iyi tanımak için izlemenizi öneririm.
İstanbul Üniversitesi yapımı:
https://www.youtube.com/watch?v=-HtHeD_rrE4
TRT yapımı:
https://www.youtube.com/watch?v=cBTT2gvQskA
Nazım Hikmet'in Tamburi Cemil Bey için yazdığı şiiri:
Cemil Ölürken
Elâ gözleri dalgın, geniş alnı sararmış
Bir sanatkâr hastadır, Cemil hasta yatıyor
Odayı bir matemin görünmez rengi sarmış
Başında duranların kalbi yorgun atıyor
İnce parmaklarını ıslattı gözyaşları
Odanın sükûnunda hıçkırıklar inledi
Hastanın yavaş yavaş çatılırken kaşları
Sanki derinden gelen bir sâdayı dinledi
Mukaddes elemini andı bir kere daha;
Uzak serviliklere çevirerek yüzünü
Ah! Ey gafi faniler iman edin Allah'a!
Bir ilâhi ruhun da geldi işte son günü...
Çok kudretli oluyor bir dehanın gururu
Ecel! onun yanına sende el bağlayıp gir!
Nefesinle titreyen fânilerden değil bu
Ölmeyen bir sanatkâr ölüm döşeğindedir
Gökler geri alıyor yeryüzünden sesini
Şimdi geniş alnında ebedin gölgesi var
Başında ağlayanlar sonuncu bestesini
Ağır ağır kapanan gözlerinden duydular.
Nazım Hikmet, Alemdar Gazetesi, 21 Kasım 1920.
Yahya Kemal Beyatlı'nın Tamburi Cemil Bey'den bahsettiği şiiri:
Şair kendisine ilham veren kar havasını şöyle anlatır: ''Varşova`da elçilikte bulunduğum bir akşam odamda çalışıyordum. Dışarıda kar yağıyordu. Orada kar başladı mı günlerce aylarca durmadan yağar. İnsanda bin yıl sürecek bir yağış tesiri bırakır. Bir kuytu manastırda koro halinde söylenen dualar gibi gamlı ve bir erganun ahengi insanda ne tesir yaratıyorsa orada yağan karın öyle hüzünlü ve devamlı bir sesi vardır... Kar musikisi işte bu atmosferin ürünü...” Varşova 1927
Kar Mûsikîleri
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!
Tamburi Cemil Bey'in diğer eserlerinden bazıları:
Kürdilihicazkâr peşrevi
- http://www.youtube.com/watch?v=-mwgks7jkbm
- http://www.youtube.com/watch?v=firqjdmijiy
- http://www.youtube.com/watch?v=u_62eod5fc8
- http://www.youtube.com/watch?v=hralfaxeez4
- http://www.youtube.com/watch?v=li2rnt-n8uq
Şedd-i arabân saz semâî
- http://www.youtube.com/watch?v=jzm4kaav05k
- http://www.youtube.com/watch?v=c81ahewmdqa
- http://www.youtube.com/watch?v=979gj_66pdw
- http://www.youtube.com/watch?v=nh0cwnavwtw
- http://www.youtube.com/watch?v=tply5ndmhfa
- http://www.youtube.com/watch?v=5gsshuobqcs
- http://www.youtube.com/watch?v=0bpa9xhfsha
- http://www.youtube.com/watch?v=p2n7y9ckxu8
Şedd-i arabân peşrevi
- http://www.youtube.com/watch?v=jfkjzubyb-o
- http://www.youtube.com/watch?v=xyes5hyvhum
- http://www.youtube.com/watch?v=pvitof87egg
- http://www.youtube.com/watch?v=9f1ffnlbi4g
Hüseyni saz semai - Çeçen Kızı
- https://www.youtube.com/watch?v=i7bsyahnnpy
- https://www.youtube.com/watch?v=smfqgjdoj6y
- http://www.youtube.com/watch?v=wxshwlmosgk
- https://www.youtube.com/watch?v=-kghaifvf0m
- https://www.youtube.com/watch?v=ly5j5hibbts
Ferahfezâ saz semâî
- http://www.youtube.com/watch?v=ryo7wepny-i
- http://www.youtube.com/watch?v=xltk03jjaqw
- http://www.youtube.com/watch?v=p-zji_rtgxi
- http://www.youtube.com/watch?v=2xndkqpelpm
- http://www.youtube.com/watch?v=jo4axplc8am
- http://www.youtube.com/watch?v=g1wmqdmn7ro
Muhayyer saz semâî ve/veya peşrevi
- http://www.youtube.com/watch?v=c5tdujrdgfg
- http://www.youtube.com/watch?v=2dwch-ztnug
- http://www.youtube.com/watch?v=nywtx_ppkik
- http://www.youtube.com/watch?v=lxknjo8he3k
- http://www.youtube.com/watch?v=-zqkzqf5jm4
- http://www.youtube.com/watch?v=iii7h1jdfoy
- http://www.youtube.com/watch?v=ijqylnbvmk4
Tamburi Cemil Bey'in kayıp mezarı 1995 yılında bulunur:
Tamburi Cemil Bey'in bulunduktan sonra Mevlanakapı’da, Merkezefendi Mezarlığı’nda yeniden yapılan mezarı: