Dindar, Dinbaz ve Düzenbaz
28 Aralık 2020
Diyanet İşleri Başkanlığı ‘’Kur’an’ın ve ezanın Türkçe okunması caiz değildir’’ açıklamasını yapıyor. Bu açıklama üzerine yazdığım yazılarımın bir devamı olarak bugün de güzel Türkçemizde yer alan ’’dindar’’,‘’dinbaz’’ ve ‘’düzenbaz’’ sözcüklerini açıklamak istiyorum. Ancak aslen Farsça olan bu sözcükleri açıklamadan önce Türkçemizde yer alan yabancı ve Farsça sözcükleri örnekler vererek bu konudaki yazı dizime de son vermek istiyorum. Ki uslu uslu yazmakta olduğum divân edebiyatı örneklerime devam edeyim!
Dilde yabancı sözcükler
Bütün dillerin temelinde ve dillerin alt katmanlarında eski diller yatıyor. Örneğin Roma İmparatorluğu’nun dili olan Lâtince, günümüzde Fransızca ve İspanyolca ve diğer Batı dillerinde yaşamaya hâlâ devam ediyor. Türkçe’de de eski Anadolu’daki eski uygarlıklarından kalma sözcükler de bulunuyor.
Dile bu şekilde yabancı kelimelerin girmesi ve eklenmesi genellikle tutucu çevreler tarafından sürekli ‘’bozulma’’ olarak değerlendiriliyor. Örneğin Alman dil biliminin kurucusu sayılan 19. yüzyılın en büyük dilbilimcilerden Jacob Grimm ‘’Geschichte Der Deutschen Sprache’’ (BiblioLife, 2009) adlı eserinde bin yıllık Alman dil tarihini “bozulmanın tarihi’’ olarak tanımlıyor.
Ancak günümüz dilbilimcileri dildeki “yabancı” kökenli kelimeleri artık dilin zenginliği olarak görüyor. Örneğin çağımız Alman dil bilimcisi Peter von Polenz ‘’Geschichte der deutschen Sprache’’ (Walter de Gruyter, 1970) adlı kitabında bir dilin kelime hazinesinin sadece o dilin öz kaynaklarından oluşmasının gerçekçi bir düşünce olmadığını, dil hazinesinin ekleme yapılarak ve diğer dillerden de kelimeler devşirerek zenginleştiğini ifade ediyor. Peter von Polenz’in deyişiyle, “kelimelere pasaport sorulması” artık eskilerde kalıyor.
Bugün için gelişmiş bir kültür ve bilim dili olan Almancada toplamda 40 binden fazla sadece İngilizce sözcük bulunuyor. Zaten Almanca’da ‘’Yabancı Kelimeler Sözlüğü’’ (Fremdwörtebuch) diye bizim TDK Türkçe Sözlük kalınlığında ayrı bir sözlük bulunuyor. Bu durum diğer Avrupa dilleri için de geçerli oluyor. Bu durumu dil konusunda en büyük bilimci olan Alman düşünür Goethe şöyle dile getiriyor: ‘’Bir dilin gücü, yabancı olanı reddetmesinde değil, özümsemesindedir.’’ (Die Gewalt einer Sprache ist nicht, daß sie das Fremde abweist, sondern daß sie es verschlingt.) (Goethe, ‘’Maximen und Reflexionen’’ Edition Holzinger, 2013) 20. yüzyılın en büyük şair ve düşünürlerinden Paul Valery (1871 - 1945) de bu konuda şöyle düşünüyor: ‘’Yüksek seviyede olan hiçbir kültür ‘saf’ değildir. Medeni milletlerin istisnasız hepsi başka milletlerin kültürlerinden istifade etmişlerdir. Aslanın vücudu yediği ve sindirdiği hayvanlardan oluşur.’’ (Mehmet Kaplan, ‘’Kültür ve Dil’’, Dergah Yayınları, 2016)
Türkçede yabancı sözcükler
Bu anlamda Türkçemiz de gerçekten dillerin aslanı gibi oluyor. Ve aslan gibi güçlü ve aziz bir dil oluyor. Türkçemiz başta Farsça ve Arapça olmak üzere Rumcadan, Fransızcadan; İtalyancadan ve İngilizceden oldukça etkileniyor. Bazıları bunu bir zafiyet olarak görse de ben bunu yukarıda anlattığım çerçevede bir zenginlik olarak değerlendiriyorum.
Örnek olarak ‘’Şampiyon Fenerbahçe’’ dediğimizde bir tane bile Türkçe kelime kullanmıyoruz. Çünkü; ‘’Şampiyon’’; Fransızca, ‘’Fener’’; Rumca, ‘’Bahçe’’ ise Farsça kökeninden geliyor. Şimdi yabancı sözcük diye örneğin ‘’Bahçe’’yi Türkçeden attınız mı Türk edebiyatı düşüyor, yok oluyor.
Türkçe diye bildiğimiz ve sadece ‘’a’’ harfi ile başlayanlardan örnek verirsem; akasya, alçı, amblem, Anadolu, anahtar, anarşi, analiz, angarya, anonim, aritmetik, arşiv, asfalt, atlas, atlet, avlu kelimeleri Türkçeye Rumca kökenden geliyor. Arapçadan ve Farsçadan, Fransızcadan, İtalyancadan geçenleri saymaya kalksam bu sayfa değil, bu sitem yetmiyor. Gelin isterseniz Rumca kökenli diye akasya, Anadolu, anahtar, atlas, atlet, avlu vb. kelimeleri Türkçeden atalım! Ortada Türkçe kalır mı? Kalmıyor!.
Gelin isterseniz İnternette dolaşan şöyle basit bir cümle kuralım: ‘’Bakkaldan aldığım somun içine peynir koyup sandviç yaptım balkonda oturup hanımın getirdiği çay ve su beraberinde afiyetle yedim.’’ Bu cümle içerisinde sadece ‘’sandviç’’ yabancı sözcük gibi gözüküyor. Ancak kelimelerin kökeni incelendiğinde: Bakkal: Arapça, somun: Rumca, peynir: Farsça, Sandviç: İngilizce, balkon: Fransızca, hanım: Moğolca, çay: Çince, su: Çince, afiyet: Arapça, beraber: Farsça, yedim: Türkçe kökenden geliyor. Görüldüğü gibi bu basit cümlede sadece ‘’yedim’’ sözcüğü Türkçe. Şimdi bu sözcükleri yabancı kökenli diye atalım mı? Yani bu Koronalı tecrit günlerinde hanım ile balkonda oturup, çay içip, sandviç de yemeyelim mi?
Neyse, uzatmayayım, demek istediğim o ki; Türkçemiz aslan gibi güçlü ve aziz bir dil oluyor. Türkçe, her dilden etkileniyor ve sonunda dillerin aslanı haline geliyor.
Türkçeye Farsçadan geçen kelimeleri aktararak örnekler vermeye devam edeyim.
Türkçede yer alan Farsça sözcükler
Örneğin; tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını bilirler: Yek, du, se, cihar, penç, şeş. Ancak onlara Farsça ''Yedi'' nedir diye sorsam bilmezler. Onu da ben söyleyeyim, Farsça yedi: ''heft'' dir (veya hefte). Yedi günlük, ''hafta'' ismi de buradan gelir.
Halen Türkçede kullandığımız Farsça gün isimleri de şunlardır: Ba (yemek), zar (yer), Bazar: Pazar. Pazar'ın ertesi; Pazartesi. Ceharşenbe (dördüncü gün): Çarşamba. Pençşenbe (beşinci gün): Perşembe.
Bu örneklerden yola çıkarak Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerden bir kısmını açıklamak istiyorum:
''Bâd''; hava. ‘'Cah'’; çıkış yeri. ‘’Bâdcah'': Baca
''Bâd''; hava. '’Heva'’; hava (Arapça). '’Bâdheva'': Bedava
'’Cehar‘’ (çar); dört. '’Tag'’; kemer. ‘’Cehartag’’: Çardak (dört kemerli) (Tag: Kemer. Zafer tagı; Zafer kemeri de buradan gelir)
'’Cehar‘’ (çar); dört. '’Mıh’'; çivi. ‘’Ceharmıh’’; Çarmıh (dört çivili)
'’Cehar‘’ (çar); dört. ‘’Su’’; köşe, duvar. ‘’Ceharsu: Çarşı
'’Cehar‘’ (çar); dört. ‘'Yek’'; tek, bir. '’Çaryek’’: Çeyrek (dörte bir)
'’Cehar‘’ (çar); dört. '’Cube’’: sopa. ‘’Çarcube’’: Çerçeve (dört sopalı)
‘'Çep'’; sol. ‘'Rast'; sağ. ‘’Ceprast’’: Çapraz
'’Çadur'’; örtü. '’Şeb'’; gece. '’Çadurşeb’': Çarşaf
‘’Şeb'’; gece. ‘’Nem’’; nem. ‘’Şebnem’’: Şebnem (gecenin nemi)
'’Hem’'; aynı. ‘'Şir'’; süt. '’Hemşire'’: Hemşire (aynı sütü emen anlamında. Kız kardeşe de hemşire dendiğini hatırlatırım) Aynı şekilde: ‘'Hemşehri'’; aynı şehirli. '’Hemhal'’; aynı halde bulunan. '’Hemzemin’'; aynı zeminde.
‘’Ab’’; su, ‘’dest’’; el. ‘'Ab-u dest'’: Abdest (el suyu, avuç suyu)
‘’Erre’’; ‘’bıçkı’’, ‘’dest’’; el. ''Dest-erre'’: ’Testere (el bıçkısı)
‘’Şeft’’; semiz. ‘'Alu’'; erik. ‘’Şeft-alu'’: Şeftali (semiz erik)
‘’Zerd’’; sarı. ‘'Alu’'; erik. ‘'Zerd-alu’': Zerdali (sarı erik)
'’Emir-ul ahr'’; padişah ahırının üst düzey görevlisi olan '’ahır emiri'’: İmrahor
‘’Se-pa'’’; üç ayak: Sehpa
'’Şûr'’; tuz. '’Bâ'; yiyecek. ‘’Şûrbâ’’: Çorba
Bu liste daha çooook uzar ama ben burada keseyim….
Türkçedeki Farsça kökenli dini sözcükler
Ayrıca biz Türkler İslam’ı Farslar yoluyla kabul ettiğimiz için Türkçedeki dini terimlerin çoğu da Farsça kökenden geliyor. ''Peygamber'' kelimesi Farsça, Arapçası ''resul'', Türkçesi ise ''elçi'' oluyor. ''Namaz'' kelimesi Farsçadır (Farsçaya da Hint kökenli bir yoga türü olan ''Namas'' sözcüğünden geçiyor), Arapçası ise ''Selah''dır. ''Bayram'' kelimesi Farsça kökenlidir; ''badram'', ''beyrem'' kelimelerinden dönüşüyor.
İslam’ı yaşarken ve anlatırken kullanılan temel sözcüklerden olan; Huda, Rabbena, sahabe, Mevla, hoca, molla, derviş, pir, dergâh, çile, türbe-türbedar, ney, niyaz, günah-günahkâr, kâfir, dua, beddua, şakirt, külah, postnişin, keramet, tespih, kehribar, çarşaf, tülbent, kaftan, takke, muska, kalender, münzevi, hurma, ebru, güllaç, destur, rayiha, kerime, sancak, cihan, destan, kervan, hattat, aşk, meşk ve şadırvan sözcüklerinin tamamı Arapça değil Farsça kökenden geliyor. Ve daha daha niceleri.
Bu liste uzayabilir ama ben yine devam etmeyeyim. Sadece şunu söyleyeyim Türkçe’de İslam ile ilgili, din ile ilgili, ibadet ile ilgili peygamber gibi, namaz gibi, oruç gibi, abdest gibi, bayram gibi İslam’ı yaşarken ve anlatırken kullanılan temel sözcüklerin nerdeyse tamamı Arapça değil Farsça kökenden geliyor.
Türkçedeki Farsça kelime sonu ekleri
Farsçadan Türkçemize giren sadece sözcükler olmuyor. Kelime sonlarına gelen Farsça bazı ekler vardır ki kelimelere başka anlamlar yüklüyor. Bunlardan en çok kullandığımız dört tanesini örnek olarak vermek istiyorum.
Farsça ’kâr’’ eki…
Bunlardan birincisi Farsça ‘’kâr’’ eki oluyor. Farsça ‘’kâr’’ eki isimleri sıfat yapıyor, ‘’eden, edici, yapan’’ anlamına geliyor ve -li, -lı, -cı, -ci gibi eklerin de karşılığı oluyor. Hilekâr (hile yapan, hileci), sahtekâr (sahte yapan, sahteci), riyakâr (riya; dünyevî çıkarlar elde etmek için dindar gibi görünen veya ibadetleri yerine getiren oluyor. Örneğin mal, mevki, saygı, şöhret vb. kazanmak için yapılan ibadetler riya kabul ediliyor. Riyakâr ise riya yapan, riyacı anlamında kullanılıyor), hizmetkâr (hizmet eden, hizmetçi), kanaatkâr, itaatkâr, tamahkâr vb. kelimeler işte bu şekilde türetiliyor.
Farsça ‘’baz’’ eki
Bunlardan ikincisi Farsça ‘’baz’’ (bâz) eki oluyor. “Baz” eki Farsça “oynayan” anlamına geliyor. Farsça oynamak demek olan ‘’bâhten’’ fiilinden gellen “bâz” eki hangi sözcüğün sonuna eklenirse ona ‘’oynayan’’ anlamı veriyor. Türkçemizde sonu ''baz'' ile biten çoook Farsça kelime bulunuyor. İşte bunlardan bazıları:
Kumarbaz: Kumar oynayan. Canbaz: Canı ile oynayan. Sihirbaz: Sihir ile oynayan.
Hokkabaz: Hokkalarla oynayan. Madrabaz: İnsanları değeri düşük mal ile kandıran, aldatan ve çıkar sağlayan, hileci. Dilbaz: Dili ile oynayan. (Bir yığın lafa ebeliği yaparak tartışmalarda üste çıkan) Dinbaz: Din ile oynayan. Dini siyasetine alt eden.
Düzenbaz
Ancak “Düzenbaz” sözcüğünün anlamı ilk aklımıza geldiği şekilde olmuyor. Bu sözcükteki ‘’baz’’; “düzen’’ ile oynayan anlamına gelmiyor. Farsça “baz”ın önüne konacak sözcüğün de Farsça olması gerekiyor. Çünkü buradaki “düzen” Türkçe bir sözcük. ‘’Baz’’ eki ise Türkçe değil, Farsça. Dolayısıyla bu sözcük Türkçe değil Farsça ve ‘’dü-zen’’ şeklinde olması gerekiyor.
Farsçadaki bu “düzenbaz” (dü-zen-baz) sözcüğünün açıklaması: “Dü” malum, “iki” demek. “Zen” ise “kadın” demek. “Baz” da “oynayan” anlamına geldiğine göre. Buradaki “düzenbaz”, “iki kadınla oynayan, oynaşan” demek oluyor. Yani hem karısı hem de metresi, sevgilisi olan, veya birden fazla sevgilisi olan anlamına geliyor.
Başta da dedim ya Türkçemiz aziz bir dil. Bu anlam Farsçada böyle diye Türkçede de böyle olacak anlamına gelmiyor. Türkçede, ilk aklımıza geldiği anlamda “düzenbaz” sözcüğü daha çok, siyasette her kesimden görüş sahiplerini idare eden, sahtekâr, hilebaz, madrabaz ve dilbaz anlamında kullanılıyor. İşte bu tipler Türk siyasetinde her devirde oluyor. Ve bu tipler Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı ‘’Abdülcanbaz’’ tiplemesindeki Gözlüklü Sami Bey oluyor. Şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahip oluyor. Bunlar; işrete, kadına düşkün, hilebaz, madrabaz ve dilbaz bir adamlar oluyor. Bunlar; sahtekâr, yalancı ve hırsız oluyor. Bunlar hazırlopçu oluyor. Bunlar hem İsa’cı hem Yehuda’cı, hem Musa’cı hem Firavun’cu, hem Nemrut’cu hem İbrahim’ci oluyor. Bunlar hem Sezar’dan yana, hem de Brütüs’ten yana oluyor. Bunlar tam anlamıyla ''düzenbaz'' oluyor.
Farsça ‘’dar’’ eki
Bunlardan üçüncüsü Farsça ‘’dar’’ (dâr) eki oluyor. Farsça “dâşten” fiilinden gelen “dar” eki de sonuna geldiği kelimenin ‘’sahiplenen’’i olarak tanımlıyor. Örneğin:
Mühürdar: Mühür sahibi. Alemdar: Bayrağı veya sancağı sahiplenen, (taşıyan). Serdar: ‘’Ser’’ kafa, baş demek, Serdar; kafayı, başı sahiplenen, yani askerin başı, başkomutan. Hükümdar: Hükmün sahibi, sultan, padişah. Dindar: Dine sahip olan, dine sahip çıkan, dini koruyan, dini hakkıyla yaşayan anlamına geliyor.
Farsça ‘’gah’’ eki
Bunlardan dördüncüsü Farsça ‘’gah’’ (gâh) eki oluyor.’’Gah’’ eki Farsçada kelimelerin sonuna gelerek yer ve zaman bildiren türemiş isimler yapıyor. Bâzîgâh: Oyun yeri, eğlence yeri. Karargâh: Karar verilen yer, komuta merkezi. Namazgâh: Namaz kılınan yer (açık alan) Ordugâh; Ordunun konaklama yeri. Dergâh: Bir büyüğün, büyük bir yerin herkes için başvurma yeri olan kapısı (Der: Kapı) İbadetgâh: İbadet edilen yer. İkametgâh: İkamet edilen yer.
Eğer ‘’dil bilgisi’’ dersim bittiyse asıl konuma gelmek istiyorum. Çünkü asıl konumu anlatabilmem için Farsça bu dil bilgisini aktarmam gerekiyordu.
Din, dindar, dinbaz ve düzenbaz
Sonuna ‘’baz’’ ve ‘’dar’’ ekini alan bütün kelimeler de ayrıca Farsça kökenden geliyor. ‘’Din’’ kelimesi de Farsça kökenden geliyor. Bir örnek olarak ‘’din’’ kelimesinin sonuna ‘’dar’’ ve ‘’baz’’ ekleri aldığında ne anlama geldiğini açıklamak istiyorum:
Dindar
Dindar demek; din inancı güçlü, din kurallarına bağlı, mütedeyyin kimse anlamına geliyor. Dindar insanlar, Allahü teâlânın öyle kullarıdır ki, halk onları bilmiyor. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında olmuyor. Dindar insan, hulûs-u kalp ile boyun bükerek ümmet-i Muhammed'e dua ediyor. Dindar insan, samimi niyazları ile iyi insanlara zırh oluyor. Dindar insan, adsız şansız Allah dostları oluyor, onların bir seher vakti gözyaşıyla yaptıkları dua binlerce topun yapamadığını yapıyor, kralları, sultanlıkları yıkıyor, kaleleri paralıyor. Dindar insanlar toplumun sessiz çoğunluğunu oluşturuyor.
Dinbaz
Dinbaz insanlar ise dini iyi biliyor ancak bu özelliklerini masivaya (dünya, kâinat, Allah’tan başka her şey) tamah ve tenezzül doğrultusunda seferber ediyor. Dinbaz insanlarda din, amaç değil araçtır, özne değil nesne oluyor. Dinbaz, dini iyi bilse de dinle oynuyor, onu oyuncak yapıyor. Din, dindarın seciyesi, dinbazın ise sermayesi oluyor. Dinbaz insanlar, dini siyasete alet ediyor, kutsal kitapları ellerinde araç haline getiriyor, kutsal mekânları siyaset meydanına çeviriyor. Dinbaz insanlar, Hz. Peygamber'in bile kimseye Ruz-i Mahşer (Kıyamet Günü) için berat (Kurtuluş) vermediği bir dinde, kendilerini Ruz-i Mahşer için berat belgesi vermekle yetkilendiriyor. Bu insanlar Giordano Bruno’nun; "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar" diye bahsettiği kötü insanlar oluyor.
‘’Düzenbaz’’ kelimesi ile ‘’dinbaz’’ kelimesi arasındaki anlam korelasyonu
Türkçedeki ‘’düzenbaz’’ kelimesi ile ‘’dinbaz’’ kelimesi arasında bir anlam korelasyonu bulunuyor. Bütün dinbazlar aynı zamanda da düzenbaz oluyor. Yani dinbazlar, Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı ‘’Abdülcanbaz’’ tiplemesindeki Gözlüklü Sami Bey oluyor. Dinbazlar, şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahip oluyor. Dinbazlar, işrete, kadına düşkün, düzenbaz, hilebaz, madrabaz ve dilbaz oluyor. Bunlar hazırlopçu oluyor. Hem İsa’cı hem Yehuda’cı oluyor. Hem Musa’cı hem Firavun’cu oluyor. Hem Nemrut’cu hem İbrahim’ci oluyor. Hem Sezar’dan yana, hem de Brütüs’ten yana oluyor. Onlar tam anlamıyla ''düzenbaz'' oluyor.
En başta da söyledim ya; Türkçemiz aslan gibi güçlü ve aziz bir dil oluyor.
İbn-i Haldun o muhteşem eseri Mukaddime’sinde ‘’akletmek Müslümanlık tarafından terk edildi ve bu yüzden zelil bir hale düştüler’’ diyor. Ben de ilave etmek istiyorum: Müslümanlık bu dinbaz adamlar yüzünden de zelil hale düşüyor. Bunlar en çok da hulûs-u kalp ile dua eden Allah dostu dindar insanlara ve dine zarar veriyor.
Anlıyorsunuz değil mi ‘’dindar’’ kim, ‘’dinbaz’’ kim, ‘’düzenbaz’’ kim? Dindar insanlar hulusi kalp ile ibadetlerini gizli gizli yaparken son iki tanımdan (dinbaz ve düzenbaz) etrafımızda o kadar çok bulunuyor ki bunlardan da onlarcasının endamı hemen her gün ceridelerde ve renkli renkli camlarda görünüyor. Dindar insanlar hulusi kalp ile ibadetlerini gizli gizli, sessiz sessiz yaparken dinbaz insanlar ise, toplumdaki sayıları az olmalarına rağmen şirrettirler ve sesleri gür ve çok çıkıyor. Zaten söylerdi Freud: ‘’Aklın sesi yavaş çıkar’’ (Die Stimme der Vernunft ist leise.) (Sigmund Freud, ‘’Das Unbewusste’’, Reclam Verlag, 2016)
Allah bu devleti, bu milleti ve bu kutsal dini; bu dinbaz ve bu düzenbazların şerrinden korusun. Âmin.
Osman AYDOĞAN