Kem söz sahibine aittir
11 Mart 2017
Sokaktaki şiddetin kaynağı
TV pek izlemem. Nedeni de basit. Ne zaman TV’yi açsam iktidarıyla, muhalefetiyle haber kanallarında, siyaset kürsülerinde, açık oturumlarda bir şiddet, bir celâl, ağıza alınamayacak sözler, hakaretler, aşağılamalar diz boyu. Kötü ve sert tondaki sözler, çirkin ifadeler, çatık kaşlar, şiddet ve celal bulunduğum ortamı zehirliyor. Tek çözüm bu kötü sözleri duymamak. Ben de hemen TV’yi kapatıyorum. Yoksa ben de zehirleneceğim. Tavsiye ederim siz de kapatın, siz de zehirlenmeyin.
Eğer bu çirkin sözcüklerin sahibi siyasi güç sahibi kişiler ise durum çok daha vahim bir hal alıyor. Kötü ve sert tondaki sözler, çirkin ifadeler, çatık kaşlar, şiddet ve celal sokak sokak, cadde cadde, köy köy, kuytu kuytu, bucak bucak bütün yurda dalga dalga yayılıyor. Çünkü duygular bulaşıcıdır. Sokaktaki şiddetin kaynağı kürsülerdeki hatipler oluyor.
Kelimeler doğanın titreşimidir; güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır
Bir Çin atasözü şöyle diyor: ''Kelimeler doğanın titreşimidir; güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır.'' Çevrenizde gördüğünüz her türlü pisliğin ve her türlü şiddetin kaynağı kötü kelimeler ve şiddet ve kötü söz kullanan kürsülerdeki, ekranlardaki, salonlardaki hatipler ve bu tür şiddeti ve kötü sözleri kullanan güç sahibi siyasiler oluyor.
Farabî ve ‘’El Medinetü’l-Fâzıla’’
İslam'ın Altın Çağı'nın yaşandığı sekizinci ve on üçüncü yüzyıllar arasında yaşamış, aslen Türk olan ünlü filozof, bilim insanı, gök bilimci, mantıkçı ve müzisyen Farabî bir kitap yazıyor: “El Medinetü’l-Fâzıla’’ (Faziletli, Üstün Şehir) (Litera Yay. 1990) Farabî, bu kitabında şehri ele alıyor ve şehrin “Fazıl Şehir” (faziletli, üstün şehir) olma ön şartını bu şehri yöneten insanların kalitesine bağlıyor ve şehri tek başına yöneticisiyle özdeşleştiriyor. Farabî'ye göre ''Fazıl şehrin reisi de gelişigüzel herhangi bir adam olmuyor.” (s.124) Yani Farabî’ye göre ‘’at (şehir) sahibine (yöneticisine) göre kişniyor’’.
Farabî zamanında şehir yöneticileri bilinirdi. Günümüzde ise Farabî’nin, “El Medinetü’l-Fâzıla’’ adlı kitabında öne sürdüğü; ‘’şehrin kalitesinin bu şehri yöneten insanların kalitesine bağlı olduğu’’ ve ‘’şehrin tek başına yöneticisiyle özdeşleştiği’’ tespitini bir üst seviyeye çıkararak devlet yöneticisinin ruh halinin, karakterinin, kişiliğinin ve söylemlerin bütün bir ülkeyi ve bütün toplumsal sınıfları etkilediğini ifade etmemiz gerekiyor.
Gerçekten güçlü olanlar ve gerçek liderler, kimseyi değersizleştirmezler
Siyasi güç sahibi olup da bu gücü, sözleriyle başkalarını değersizleştirmek maksadıyla kullananlar aslında sadece ve sadece kendi güçsüzlüklerini ve zafiyetlerini itiraf etmiş oluyor. Gerçekten güçlü olanlar ve gerçek liderler, kimseyi değersizleştirmiyor. Gerçekten güçlü olanlar ve gerçek liderler, bu güçlerini, insanlarını teşvik etmek, yüreklendirmek ve onları onore etmek ve güçlendirmek maksadıyla kullanıyor.
İnsanlar aynaya bakarak, aynada gördüklerini başkaları hakkında söylerler
Halil Cibran şöyle diyor: ‘’İnsanlar aynaya bakarak, aynada gördüklerini başkaları hakkında söylüyor.’’
Halil Cibran’ın sözünden sonra bana söyleyecek söz kalmıyor ama yine de bir cümle de ben söylemeden edemeyeceğim. Ama söyleyeceğim söz de Halil Cibran’ı başka kelimelerle tekrarlamaktan başka bir şey olmuyor: ‘’İnsanların ağızlarından çıkan sözler, başkalarına ait suçlamalar ve ithamları sadece ve sadece kendilerini anlatıyor.’’
Üslub-u beyan aynıyla insan
Konuyu dağıtıp bu kadar uzatmama gerek bulunmuyor. Tarihin imbiğinden geçmiş, güngörmüş olan eskiler çok daha basit, çok daha sade ve çok daha net söylüyor. Örneğin 18. yy. Fransız düşünür doğa bilimci, matematikçi, kozmolog ve ansiklopedi yazarı olan Buffon (Georges-Louis Leclerc Comte de Buffon), bu konuda şunu söylüyor: “Le style est l’homme meme”. Ziya Paşa da bu sözü dilimize şöyle aktarıyor: “Üslub-u beyan aynıyla insan”. Mevlâna ise bu konuyu daha net söylüyor: “Testinin içinde ne varsa dışarıya o sızar.” Yani; "bir insanın ifade tarzı kendisini anlatıyor". Yani: "insan ne ise öyle konuşuyor".
Ama uzun söze ne hacet bulunuyor. Zaten atalarımız bütün bu yukarıda demek istediklerimi dört kelimede özetliyor: ''Kem söz sahibine aittir.''
Yansıtma
Haber kanallarındaki, siyaset kürsülerindeki, açık oturumlardaki yukarıda anlattığım bu şiddet, bu celâl, ağıza alınamayacak bu sözler, bu hakaretler, bu aşağılamalar bana Psikolog Filiz Alev’in ''Yansıtma'' başlıklı bir yazısını hatırlatıyor. Aslında Psikolog Filiz Alev, benim yukarıda basitçe anlattıklarımı kendisi bilimsel olarak izah ediyor.
Psikolog Filiz Alev, bloğundaki 09.04.2011 tarihli yazısında psikolojideki ‘’Yansıtma’’ kavramını özetle şöyle anlatıyor:
‘’Yansıtma, psikopatolojide paranoya le birlikte anılan bir savunma mekanizmasıdır. Bir tür davranış bozukluğu ve ruhsal rahatsızlıktır. İnsanda duygu, düşünce, algı ve karar verme yetisinin sağlıksızlaşmasıyla ortaya çıkar.
Aslında toplumsal koşullarda, hele de içinde bulunduğumuz çağda, çoğu insanın sırf kendini korumak ve savunmak için başvurduğu çok doğal ve masum bir davranış olarak düşünülür, ancak derinliğine incelendiğinde hiç de öyle olmayıp, çok ciddi, önemli ve hatta tehlikeli bir rahatsızlık olduğu görülür.
Tipik özelliği, bu kişilerin asıl kendisine söylemesi gerekenleri karşısındakine söylemesidir; Ya da, kendine yakıştıramadıklarını, başkalarına yakıştırmasıdır.
Bireyin kendine ait kusur ve yanlışlarını karşısındakine mal edip, kendini karşısındakine yansıtmasıdır. Rahatsızlık, ‘yansıtma’ adını zaten bu özellikten alır.
Kişi makbul olmayan kendine at özellikleri ve davranışları, direk karşısındaki kişiye yansıtıp, bunlar sanki karşısındaki kişinin özellikleri ve davranışları imiş gibi, ona yükler, onu yanlışlar.
Bir anlamda da bu, kişinin ayna karşısında kendine söyleyeceklerini başkalarına söylemesi gibidir. Zaten böyle bir bozukluk en kesin o zaman gözlemlenir.
Başkalarına ayna tutmak üzere bir şeyler söylerken fark edersiniz ki, eleştirdiği o şeyler tam da o anda bile bizzat kendisi yapmaktadır.
Ve yine asıl kendi yapmakta olduğu bazı makbul olmayan davranışları, sanki siz yapmışsınız gibi, size mal edip, sizi eleştirmesiyle de son derece belirgindir.
Genellikle kişilik zafiyetinden ve aşağılık kompleksi ile paranoyanın da eşlik ettiği ego kaygısından kaynaklanır. Kişi bilinç düzeyinde, aslında ‘bilmeme’nin egoda yarattığı belirsizlik ve sapma le yanılgıya düşer ve ‘zan’lar üretir.
Yansıtma, bunların tümünün birden sonucu ve hepsini kapsayan bir bozukluktur.
Kendi eksikliklerini ve aç olduğu erdemler ödünlemek adına, hele de o erdemler bir başkasında görürse, tıpkı aç bir hayvanın açlık dürtüsüyle avına saldırdığı gibi, kendi önemseme ve önemsetme açlığından dolayı, tamamen ilkel bir içgüdüyle, yani aslında yaptığının da pek bilincinde olmayarak, o kişiye ve aç olduğu o erdemlere saldırır.
Kendi hatalarını ya da makbul olmayan davranışları karşısındakine yakıştırıp, asıl kendi yapmaması gerekenler karşısındaki sanki öyleymiş veya öyle yapıyormuş gibi bir kabulle ciddi bir yanılsama ve yanılgıya düşer.
Bu arada kendinde olmayan özellikleri de kendine mal edip, karşısındakinde öyle özellikler yokmuş gibi davranır. Ve bunları çoğunlukla alay eder ve dalga geçer tarzda yapması, karşısındakini küçük düşürücü, aşağılayıcı, saygısız, zaten haksız ve yersiz hatta hakaret edici ve hiç olmadık tarzda veya hiç gerekmediği halde anlamsız ve mantıksız veya aykırı bir şekilde yapması da dikkat çekicidir.
Bu nitelik ve böyle bir bozukluğun kesinlikle ciddiye alınmasını şarttır. Zira bu rahatsızlığa sahip kişilerin kendileri zaten huzursuz olduklarından huzur bozucudurlar ve hem kendileri hem de başkaları için bulundukları ortamda da sorun, haksızlık, saygısızlık ve zarar kaynağıdırlar.’’
Psikolog Filiz Alev, bloğundaki yazısında böyle diyor.
Arz etmek de naçizane bana kalıyor.
Osman AYDOĞAN